Ilımlı laikliğe çağrı
Rahmetli Mısırlı Siyonizm uzmanı Abdulvehhab el Mesiri laikliğin elvan elvan olduğunu söyler ve dolayısıyla laikliği tek bir anlayışa indirgememek gerektiğini ifade ederdi. Bu baptan olmak üzere, Bazıları katı laiklikten kurtulmak için ılımlı laikliğin kuyruğuna yapışmaya çalışırken, bazıları da Müslümanları sekülerleştirmek için laiklik çağrısında bulunuyor. Dolayısıyla laiklik elvan elvan olduğu gibi laikliğe çağrı yapanlar da niyetleri ve maksatları itibarıyla çeşit çeşit. Sözgelimi, bir zamanlar moda eğilimlerin mimarlarından olan Bessam Tıbi, laikliğe çağrıda bulunmakla kalmıyor ve ferdi bazda da laikliği benimsememiz gerektiğini vazediyordu. Bu anlamda ahlakı dinden bağımsızlaştırıyor ve dini ahlakın kaynağı olmaktan azat ediyordu. Yani seküler hale getiriyordu. Neyse ki sonra sesi kesildi ve kısıldı. Etkisi kırıldığından olmalı son yıllarda demode oldu ve Hakan Yavuz gibi ortalıkta pek görülmez hale geldi. Bessam Tıbi’yi bir konferansta dinlemiştim. Üzerinden yıllar geçti ve hiçbir orjinalliğine rastlamadım. Sadece ‘Karadavi, Humeyni’den daha tehlikeli’ tarzında cümleler kuruyor ve daha doğrusu saçmalama hürriyetini kullanıyordu. Sudan kaynaklı Cumhuriyetçi ideolojinin taraftarlarından ve bu hareketin kurucusu Mahmut Muhammed Taha’nın şakirtlerinden olan Abdullah Ahmet en Naim de şeriatın geleceğini seküler devlet anlayışında görenlerden. Benzerlerinden olan Asghar Ali Engineer’i de yakından tanıma fırsatı buldum. Hakkında bir hüküm cümlesi kurmak istemem. Lakin bunların tamamı seküler ve laikliğe mersiyeler düzen düşünürler zümresinde bulunuyorlar. Bunlar pratik anlamda değil, fikri ve ideolojik anlamda da laikliği savunuyorlar. Bir hayat tarzı olarak görüyorlar.
¥
Bir de zorluklardan ve çatışmalardan kurtulmak için zoraki olarak laikliği, o da zararsız cinsini benimsemeye çağıranlar var. Bu kesimler de laikliğe dindar kesimler ile aşırı laikler arasında bir hakem kurum veya kavram olarak bakıyorlar. Onlara göre, laiklik kavramı dindarlar ile karşıtları arasında ‘no man’s land’ yani geçilmez eşiği veya ara bölgeyi temsil ediyor. Buna çağıranlar genelde laiklik ve dindarlık çatışmasının en şiddetli yaşandığı bölgelerden geliyorlar. Ve bunun üstesinden gelmek için ılımlı laikliğe çağrıda bulunuyorlar. Bu zevattan birisi Tacikistan eski Baş Müftüsü Ali Ekber Turajonzo’dur. Turajonzo ilginç bir biçimde geçmiş yıllarda Reuters haber ajansına yaptığı bir değerlendirmede ılımlı laikliğe karşı olmadığını söylemiştir. Kendisi açısından Malezya, Endonezya veya Hindistan tarzı laikliğe bir engel ve mania bulunmadığını ifade ediyor. Tam da şunları söylüyor: “Ben İslâmcılıktan yana değilim. Seküler devleti savunuyorum ama tek şartla; din düşmanı olmamalıdır. Maalesef, Tacikistan halkı farkı bilmediğinden seküler devlet ile dine karşı devleti birbirinden ayıramıyor.”
¥
Turajonzo din ile devlet ilişkilerinin birbirinden ayrılmasını ve din adamlarının siyasi faaliyetlerine izin verilmemesi gerektiğini savunuyor. Geçmişte Mir Arap Medresesi veya benzeri kurumlarda okumuş ve bilahare Ürdün gibi ülkelerde İslâmi eğitimine devam etmiş olan Turajonzo pratik nedenlerden dolayı laiklik ilkesini benimsemiş veya en az zararlı sistem olarak yeğlemiş görünüyor. Turajonzo, Malezya’yı ılımlı laik bir ülke olarak görürken bizde Malezya tartışması bambaşka bir mecraya oturmuştu. Aslı Aydıntaşbaş gibiler AKP hükümetini korkutmak için Malezya modeline gönderme yapmışlar ve fantazi bir biçimde Türkiye’nin Malezyalılaşmasından bahsetmişlerdi. Tacikistan’daki dini liderlere bakacak olursak, Malezya ılımlı bir İslâm ülkesi değil, ılımlı bir laiklik ülkesi. Dolayısıyla ılımlı laiklik, ılımlı İslâm kavramına tekabül ediyor. Radikal laiklik ise karşıtını akla getiriyor veya üretiyor.
¥
Son dönemlerde laikliği çözüm olarak gören kalemlerden birisi de Nihal Bengisu Karaca. Zaman zaman yazılarında başörtüsü gibi meselelerin çözümünde ılımlı laikliğin yararlı bir araç olabileceğini öngörmekte ve din ile laiklik arasındaki çatışmadan ancak ılımlı laiklik sayesinde kurtulabileceğimizi ve ılımlı laikliğin, ateşkesi sağlayabileceğini düşünüyor ve yazıyor. Esnek bir laiklik anlayışın farklı inanç ve dünya görüşleri arasında denge ve adaleti ve uzlaşmayı sağlayacağını tasavvur ediyor. Lakin bu bizi zaruri olarak sekülerizme götürecektir. Esasında, İslâmiyet çoğulculuğa kapalı bir din veya sistem değil. Aksine, tarih boyunca çoğulculuğu himaye edici bir yaklaşımı temsil etmiştir. Bu açıdan nazım ve hakem bir mevkide olması gerekirken adalet dağıtan değil adalet alan bir mevkiye düşürülme durumuyla karşı karşıyadır. Elbette ki doktrinel bir biçimde laikliği savunmak mümkün değil. Lakin Hindistan gibi ülkelerde Hinduvata’ya karşı bir denge rolü oynadığı da söylenebilir. Demokrasi içinde en az kötülük barındıran sistem olarak anılır. İslâm’da da buna benzer ‘küfrün dune küfr’ mertebeleri vardır. Laiklik İslâm’ın nazım rolünün yerine kaim olamaz ve onun yerini tutmaz ama Hindistan örneğinde olduğu gibi bazen en az zararlı seçeneklerden birisi haline gelebilir. Lakin haramları mübah kılan zaruret de ihtiyaç miktarıyla sınırlıdır (ed daruretü tukadderu bikaderiha).
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.