M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Türkiye Coğrafyasında Tarikat ve Tasavvuf

Türkiye Coğrafyasında Tarikat ve Tasavvuf

Nakşi mi üstündür, Kadirî mi, yahut Rufaî mi? Bendeniz bu soruya nâçizane "Hangisi daha fazla takva sahibi ise o üstündür" cevabını veririm. Kur'ân-ı Kerîm'de "Allah indinde en üstününüz, en fazla takvalı olanınızdır" meâlinde ayet-i kerîme bulunmaktadır. Takvanın manası çok geniştir. Türkçeye Allah'tan korkmak şeklinde tercüme ediyorlar, bu tercüme yeterli değildir.

Bir Müslümanın takvalı olabilmesi için, ilim irfan, hikmet, güzel ahlâk sahibi olması gerekir. İlmi olmazsa, irfanı olmazsa, hikmet sahibi değilse nasıl bilecek?

Nakşî tarikatı çok feyizli, çok mübarek, çok ulvî, manevî bakımdan çok bereketli bir tarikattır. Kadirîlik, Rufaîlik, Şazelîlik ve diğer gerçek İslam tarikatları da öyledir.

Nurculuk çok mübarek, çok feyizli, çok bereketli bir yoldur ve hizmet metodudur.

Sadece Nakşî, Kadirî, Rufaî veya Nurcu olmakla elbette ki iş bitmez. Bu yolların esasını, âdâbını, erkânını bilmek ve mucebince amel etmek gerekir.

Bütün gerçek İslam tarikatları birer tarikat-ı Muhammediye'dir. Hepsinin usulü, esası, temeli şunlardır:

1. Kur'an Müslümanı olmak.

2. Sünnet Müslümanı olmak.

3. Şeriat Müslümanı olmak.

Bütün turuk-i İslamiyenin silsileleri vardır. Bunların hepsi Resulullah Efendimize ulaşır. Bir tarikat ki Resulullah Efendimize ulaşmıyor, o gerçek bir tarikat değildir.

Kimi tarikatlar Hazret-i Ebubekirle, çoğu tarikatlar Hazret-i Ali Efendimizle Resulullah'a ulaşır.

Tarikat, Müslümanı daha ihlâslı, daha sadık, daha kâmil, daha âbid, daha ahlâklı, daha faziletli hale getiren manevî eğitim sistemidir.

Herhangi bir tarikat mensubu Müslüman gıybet ediyorsa, bilin ki o gerçek tarikatlı değildir.

Tacıyla, hırkasıyla, nafile ibadetleriyle övünen kişi de tarikatlı ve derviş değildir.

On beş sene önce tarikata girmiş, girmeden önce kütükmüş, onbeş sene sonra hâzâ kereste... Böyle tarikat olur mu? On beş senelik bir eğitimden sonra Müslümanın yağla bal olması gerekir.

Yunus Emre gerçek derviş için "dövene elsiz gerek, sövene dilsiz gerek" diyor.

Osmanlı'nın son zamanında maalesef bazı tarikatlar (hepsi için söylemiyorum) bozulmuştu. Cumhuriyetin ilk yıllarında İslam tarikatları büsbütün kapatıldı, yasaklandı. Aradan seksen küsur yıl geçti. Çok kopukluklar oldu ama çok şükür tasavvuf ve tarikat büsbütün yok olmadı, lakin sular çok bulandı. Müslümanların başını çeken muhterem zevatın tasavvuf ve tarikat hayatını bulanıklıktan kurtarıp arılaştırmak için ciddi ve dört başı mâmur bir program yapması gerekir.

Bizdeki İslamî hayatın bozulmasında İslam ahlâkının ve geleneklerinin terk edilmesinde tarikat yasağının büyük ölçüde payı vardır. Kurtulmak, ıslah olmak, düzelmek, iyileşmek istiyorsak; Kur'ana, Sünnete, Şeriata uygun tarikatları ve tasavvufu ihya etmemiz gerekir.

Türkiye coğrafyasına İslamiyet tarikatlarla gelmiştir. Türkiye'de tarikatsız ve tasavvufsuz bir İslam düşünülemez. Osmanlı Devleti Şeriata ve tarikata dayanıyordu. İslam fütuhatı Avrupa içlerine sadece ordularla değil, dervişlerle, tarikat ve tasavvufla ulaşmıştır.

Vehhabîler tasavvuf ve tarikatlara son derece muhaliftir. Onlar tasavvuf ve tarikata şirk ve küfür der, tasavvuf ve tarikat evliyasına Evliyauşşeytan diye saldırır. Maalesef bu aşırı ve bozuk görüş, bizde de bir miktar taraftar bulmuştur.

Tasavvuf ve tarikata dayanan Osmanlı İmparatorluğuna bakınız, bir de Vehhabîlerin kurduğu nizama bakınız...Arife tarif gerekmez.

Tasavvuf ve tarikatın, olmazsa olmaz birinci temel şartı Şeriata uygun olmasıdır. Şeriat dışında her şey hederdir.

1935'te Mustafa Kemal Paşa, Mason localarını kapattırmıştı. Dikkat buyurunuz, kapatmıştı demiyorum, dolaylı şekilde kapattırmıştı. Ama neticede localar kapanmıştı. Diktatör Millî Şef İsmet Paşa, 1945'te Mason localarının yeniden resmen açılmasına izin verdi ama tarikatlar üzerindeki yasak hâlâ sürüyor.

Bu yasak din ve inanç hürriyetine, temel insan haklarına aykırı bir yasaktır. Müslümanlar haklarını aramasını bilseler, bu yasak dolayısıyla T.C'yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde mahkûm ettirebilirler.

Dünyanın bütün hür, demokrat, insan haklarına bağlı, hukukun üstünlüğü ilkesini kabul etmiş ülkelerinde İslam tarikatları serbesttir. Türkiye'deki yasak bir insanlık ayıbıdır.

Osmanlı Devlet-i İslamiyesi zamanında Şeyhülislamlık dairesinde, Meclis-i Meşayih denilen bir bölüm vardı. Tarikatlarla ilgili hizmetlere bakar, onları kontrol ederdi. Şu anda Türkiye'de fiilen tarikatlar var, fakat onları kontrol eden hiçbir kurum yok.Böyle bir yokluk, maalesef bir takım suiistimallere yol açmıştır.

Tarikatların doğrudan doğruya siyasetle ilgilenmesi doğru değildir. Çünkü tarikat ulvîdir, politika ise suflîdir.

Tarikatların ticaret, sanayi, bankacılık, finans gibi iktisadî faaliyetleri bizzat ve doğrudan doğruya yapmalarında büyük sakıncalar vardır.

Tarikatlar, Kur'an-ı Kerîm'de çok açık ve seçik şekilde belirtilmiş olan sekiz sınıf Müslümanın hakkı olan zekâtları toplayamazlar. (Zamanımızda bu sekiz sınıfın bazısı mevcut değildir.)

Holding gibi çalışan bir tarikat düşünülemez.

Tarikatlarda zühd ve takva esastır.

Tarikat ulularından Niyazi-i Mısrî Hazretleri "Bir Müslüman tarikata girmeden de Cennete girebilir mi?" sorusuna "Elbette girebilir" cevabını vermiştir. Yeter ki, Kur'anın, Sünnetin, Şeriatın emirlerini yerine getirsin ve yasaklarından çekinsin.

Yasaklar bozulmaya sebep olur.

Türkiye'de, Sovyetler Birliği'nde, başka diktatörlük rejimlerinde tarikat yasağı hiçbir zaman yüzde yüz geçerli olmamıştır. Çünkü tasavvuf zahirde olan bir şey değildir, içtedir.Zalimler tekkeleri, zaviyeleri, dergâhları kapatırlar ama zâkirler için gökyüzünün altındaki bütün arz bir semâhane, bir zikir mekânıdır. Nitekim merhum Tahirülmevlevi, Allah'ı zikr eden kişi için asümanın altındaki bütün zeminin bir zikirhane olduğunu beyan eden bir kıt'a yazmıştır.Tekkeler kapatıldıysa, zâkir Cenâb-ı Hakk'ın şu geniş mülkünün her yerinde O'nu zikre devam edebilir.

Tarikatların başlarında gerçek icazete sahip şeyhler bulunması lazımdır. Şubelerinde de o şeyhlerin izin ve hilafet verdiği kimselerin olması gerekir. Tarikat yasağı, icazet müessesesine büyük zarar vermiştir.

Kur'ana, Sünnete, Şeriata, İslam ahlâkına uygun olarak tarikat ve tasavvuf faaliyetleri ve hizmetleri yapan herkesin (yaşları büyük olsun, küçük olsun) ellerinden öper, dualarını beklerim.

Resulullah Efendimizin (sâlat ve selam olsun ona) ve Pîran Hazeratının ruhaniyetleri üzerimize sâyeban olsun. Âmin.

*(İkinci yazı)
İyi, Düzgün, Sağlıklı İslamToplumu...

Bir İslam toplumunun Kur'ana ve Sünnete uygun, sağlıklı, düzgün, iyi bir İslam toplumu olduğunun ölçü ve kıstasları vardır. Bunların önemlilerini zikr ediyorum:

(1) İtikadın sahih olması, yani Kur'ana ve Sünnete uygun olması.

(2) Beş vakit namazın halkın yüzde sekseni tarafından dosdoğru kılınması.

(3) Farz namazların cemaat ile eda edilmesi.

(4) Zekatın Kur'ana, Sünnete, Şeriata uygun olarak verilmesi ve sarf edilmesi.

(5) Ramazanda oruç tutulması, gündüzleri alenen nakz-ı siyam edilmemesi.

(6) Müslüman kadın ve kızların şer'î tesettüre riayet etmeleri.

(7) Müslümanların büyük çoğunluğunun İslam ahlakına uymaları.

(8) Müslümanlar arasında adalet, şefkat, dayanışma, ittifak, tesanüd, vifak, yardımlaşma, kardeşlik olması.

(9) Müslüman halkı bilgilendirecek, uyaracak, aydınlatacak icazetli ulema ve fukahanın İslam medreselerinde yetiştirilmesi.

(10) Başlarında gerçek şeyhlerin ve mürşidlerin bulunduğu tasavvuf tarikatlarının tekke, dergah ve zaviyelerde Müslüman halkı olgunlaştırması.

(11) Okullarda yeni nesillere İslamî terbiye verilmesi.

Bir İslam ülkesinde yukarıda saydığım özellikler ve güzellikler yoksa; oradaki yüksek binalar, geniş yollar, tayyare meydanları, limanlar, hızlı trenler, şeddadî meskenler, lüks otomobiller o ülkenin sağlıklı ve düzgün olduğunu göstermez.

Eski Roma, zamanının en medenî ülkesi, toplumu, devleti idi ama ahlâkı bozuk olduğu için Barbarlar tarafından yıkılmıştır.

Endülüs Müslümanları, komşuları Hıristiyanlardan çok daha medenî idiler ama ahlakları bozulduğu için parçalandılar, çöktüler, yıkıldılar, devletleri yok oldu.

Osmanlı imparatorluğu borca ve faize battı; Kur'an, Sünnet ve Şeriat bağları gevşedi, ahlakî zaaflar yayıldı, ilim zayıfladı, o da battı.

Hiçbir İslam ülkesi fuhuşla, bina ve zinayla, namazı terk etmekle, zekat vermemekle, bin türlü ahlaksızlık ve faziletsizlikle yükselmez ve pâyidar olmaz.

Türkiye'nin bugünkü durumunun, İslamî ölçülerin ışığında iyi ve güzel olduğunu iddia etmek için deli olmak gerekir.

Peki bugünkü nisbî ve göreceli refah, zenginlik, imkanlar, ferahlıklar, ulaşım ve iletişim kolaylıkları, konfor, bin türlü rahatlık, çeşit çeşit keyif ve safâlar ne oluyor?

Bunların hiçbiri islamî iyilik ve salah alameti değildir. Bunların hiç birinin iki rekat namaz kadar değeri yoktur. Bunlar imtihandır, bunlar aldanmadır, laabtır.

Ansızın...

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi