M. Emin Parlaktürk

M. Emin Parlaktürk

Hocalar ve Cemaat

Hocalar ve Cemaat

Cuma günü ezan okunmasına 3-5 dakika vardı.
Vaiz efendi, camide gayretli gayretli anlatıyordu:
“Cemaat! Defalarca söyledim.
Ama, aynı hataların yapıldığını görüyorum.
Şimdi tekrar söylüyorum.
Lütfen saflarımızı düzgün ve sık tutalım.
Birimiz ileride, diğerimiz geride durmasın.
Aralarda boşluk bırakmayalım.
Öndeki saf tamamlanmadan arkada saf oluşturmayalım.
Safa geçerken herkes birbirine bakıp ikramda bulunmasın.
Siz sevabınızı niye başkalarına veriyorsunuz ki!?
Daima öne doğru ilerleyelim ve ilk gördüğümüz boşluğu dolduralım.
Özellikle cep telefonlarımızı lütfen kapatalım.
Hiç olmazsa sessiz konuma alalım.
Namaza gecikmeli başlamayalım.
İmamın tekbirine yetişip sevabı kaçırmayalım…”
***
Henüz ezan okunmadığını fırsat bilmiş olacak ki, Vaiz efendi ikazlarını sıralamaya devam ediyordu:
“Kaç defa söyledim; abdest alınırken selam verilmez diye.
Selamı bırakın, bir de konuşuyorsunuz!
Ezan okunurken konuşulmaz, susun veya ezana eşlik edin.
Kur’an okunurken konuşulmaz, Allah Kelamıdır, dinleyin.
Kürsüde vaiz, hutbede hatip konuşurken sükut edilir.
Camide dedi-kodu yapılmaz, burası ibadethanedir.
Vakit müsaitse, iki rekat tahiyyetül-mescit namazı kılın.
Kur’an okuyun, tesbih çekin!
Günahlarınıza tevbe edin, Allah’ı anın!
Hamdedin, şükredin, zikredin!
Boşa vakit geçirmeyin!...”
Derken ezan okunmaya başladı, Vazi efendi “dediklerimi unutmayın” deyip kısa bir dua yaparak “fatiha” çekip kürsüden indi.
“Dur bakalım” dedim, “Vaiz efendinin söylediklerini cemaat ne ölçüde yerine getirecek!”
Etrafı dikkatlice süzmeye başladım.
Salavatla birlikte herkes ayağa kalkıp sağa sola bakınmaya, oyalanmaya başladı.
İlk fire verilmişti.
Anlaşılan bunlar vaiz efendiye kulak vermemişlerdi.
Kim bilir, o konuşuyorken hangi dünyalarda geziniyorlardı.
Cemaatin pek çoğu bulunduğu yerde sünnet namazına başlamıştı bile.
***
Müezzin kamete başlayınca yeniden gözlerim cemaate çevrildi.
Neredeyse kamet bitmek üzere idi, ama hâlâ cemaat saf düzeninde değildi.
Sağa sola bakınmalar, ön safların kenarlarını boş bırakmalar, düzensiz duruşlar…
Demek ki, Vaiz efendinin konuşmaları yine havada kalmış, kulaklara hiç yansımamıştı.
Oysa “Kad-kametis-salatü” nidası ile birlikte “tekbir” alınıp namaza başlanmış olması gerekiyordu.
Zaten bunun manası “Namaz artık başlamıştır” demekti.
Kamet bitti, bu kez İmam efendinin ikazları başladı:
“Safları düz ve sık tutunuz, cep telefonlarınızı kapatınız!”
Artık rutin hale gelmişti bu hatırlatmalar!
Cemaatten bazıları, sanki hoca efendiye bakarken: “hadi hoca oyalanma, çabuk kıldır da gidelim” der gibiydiler.
İmam, saf kontrolü yapmadan ve de arkasına bakmadan tekbir aldı.
Ve namaz başladı.
Fakat, o da ne?
Daha birinci rekatta, müzikli bir telefon çalmaya başlamasın mı?
Üstelik defalarca.
Telefonu susturmayı beceremeyen bu adam, belki de namazım bozulur korkusuna kapılmıştı.
Ama, onlarca kişinin namazının bozulmasına sebep olduğunu bilmiyordu.
Çünkü, cemaatten bazıları bu duruma sinirlenip kendilerini tutamamış, seslice homurdanarak bir şeyler söylemeye başlamışlardı…
Cemaati oluşturan Müslümanların bu hali; camiye, cemaate, imama ve ibadete ne kadar değer verdiklerinin de bir göstergesi oluyordu.
Müslümanlar olarak halimiz buydu.
***
Bir zamanlar, hocaların sözü mutlak tutulur, gittiği yol dikkatlice izlenirdi.
Sonraları, “hocaların sözünü tut ama gittiği yoldan gitme” denmeye başladı.
Şimdi ise, hocaların ne sözü tutuluyor, ne de gittiği yoldan gidiliyor!
Kabahat kimde dersiniz?
Bence, hocalar da cemaat da bu ciddi problemin çözümü için “ıslah-ı nefs” etmeli, Müslümanlar olarak hepimiz, hayatımızı İslam’a göre yeniden gözden geçirmeliyiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M. Emin Parlaktürk Arşivi