Şeriatçı bir liderin demokrasiye bakışı

Şeriatçı bir liderin demokrasiye bakışı

İslamî Nahda (Yeniden Doğuş) Partisi'nin sürgündeki lideri Raşid Gannuşi, 22 yıllık bir ayrılıktan sonra Tunus'a dönmeye hazırlanıyor. Milli birlik hükümetine katılmaya sıcak baktıklarını açıkladığına göre, aktif siyasete dönmeye de hazırlanıyor.

Mümkün olur mu bu?

Nahda Partisi ile laik çevreler arasında beş yıldır devam eden "sürekli diyalog hali"ne dikkat çeken Tunuslu siyasi partiler uzmanı Raşit Kahana, olabileceği görüşünde:

"Dinî partileri yasaklayan anayasa maddesi değiştirilebilir ve Nahda Partisi ülkenin geleceğiyle ilgili görüşmelere dahil edilebilir..." (Kaynak: Deutsche Welle)

Bu vesile ile, Raşid Gannuşi'nin demokrasiye nasıl baktığını hatırlayalım.

1996'da Yeni Şafak için kendisiyle yaptığımız bir mülakatta şunları söylemişti Gannuşi:

"Yönetimde meşruiyetin tek yolu, İslami ıstılahta bey'at ile ifade edilen halkın tercihidir. Bunun zamanımızın örfündeki pratiği ise sözkonusu tercihin ifade edilebildiği, diyalogun gerçekleştirilebildiği, zulmün ve istibdadın önüne geçilebildiği basın özgürlüğü, çok partililik, seçim yoluyla iktidar değişimi, halk iradesine tercüman olan meclisler, özerk yargı ve diğer ilgili mekanizmalardır. Mutedil İslamcılar sadece kendi fikirlerini paylaşanlar için değil, herkes için özgürlük isterler. Aynı zamanda gerçek bir seçimde halkın güvenini kaybettiği ortaya çıkan birinin, işgal ettiği yeri derhal boşaltarak, halkın tercihini elde edene fırsat vermesi gerektiğine inanırlar."

"Kitap ve Sünnet, sözünü ettiğimiz demokratik mekanizmalarla ilgili tafsilatlı naslar ortaya koymamakla beraber -ki bu zaten onların yapmış olması gereken bir şey değil- adaleti, şurayı, bey'atı, içtihadı, cemaat olmayı, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırmayı ve en iyiyi alıp en zararlıyı terk etmeyi emredip, zulmü, firavunlaşmayı ve görüşlerinde tek kalmayı nehyetmektedir. Bunlar demokrasinin özünde de var."

Gannuşi o mülakatta Müslümanların bazı durumlarda İslami olmayan yönetimlere ortak olabileceklerini de savunmuştu.

Şöyle:

"İslam'ı, siyasetine yön veren yüce bir öğreti olarak kabul etmeyen bir devlet elbette İslami olamaz; fakat bir grup sahabinin ülkesine iltica etmesine izin veren ve ülkesindeki insanlara zulmetmediği bizzat Peygamber (s.a.v.) tarafından teyit edilen Hıristiyan Habeş Kralı Necaşi örneğinde olduğu gibi, büyük ölçüde adil olabilir. Ve resmiyette İslami olan bir devlette de zulüm çoğunlukta olabilir. İşte İslam'ın öngördüğü adaleti Müslümanlar için üstüne düşülmesi gereken nisbi bir mesele haline getiren durum budur. İslam, nerede ve hangi zamanda olurlarsa olsunlar, dini, kişileri, namusları ve malları korumayı mümkün kılacak olan adaletin gerçekleştirilmesi için en kolay yolları aramalarını Müslümanlardan talep etmektedir. Hiç şüphesiz, adaleti gerçekleştirmenin en iyi yolu Allah'ın şeriatını en iyi şekilde tatbik etmektir. Fakat bunun mümkün olmadığı haller, Müslümanları, insanların dinlerini, canlarını, namuslarını ve mallarını koruyabilecekleri bir adaleti gerçekleştirme gayretinden azade kılmaz."

"Mutedil İslamcılara göre Müslümanlar, önlerinde bulunan imkân o ise ve İslam'a bazı yararlar sağlayacak veya İslam'ı bir tehlikeden kuruyacak ise, İslamî olmayan bir yönetime dahî ortak olabilirler."

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi