CHP, önce kendi “hakikat”leri ile yüzleşmelidir!
Biliyorum, iki gün üst üste “CHP’yi” yazmak, CHP’yi “fazla önemsediğim” veya “yazı kabızlığı” çektiğim şeklinde değerlendirilebilir... Ama, ben önemsemesem de, CHP, gerçekten “önemli” bir partidir... Tabiî, “önemli” olmak, “değerli” olmak değildir... Bilirsiniz; “su borusu”nu tıkayan bir “çaput” da, bulunduğu yer itibariyle “önemli”dir... Ama, bu “çaput”un; önemli bir yerde “tıkaç” görevini icra ediyor olması, onun “değerli” olduğunu göstermez!.. Nihayetinde, bir “çaput parçası”dır işte!..
CHP de, “ülkenin önünü tıkamak” gibi bir fonksiyon icra ettiğinden, “önemli”dir!.. Ama bu, “değerli” olduğu anlamına gelmez!..
Bu girizgâhtan sonra; “merhum Nasreddin Hoca”nın bir sözünü aktaralım... Hani, merhum hocaya; “Eskimiş ayları ne yaparlar?” diye sormuşlar da, “kırpıp kırpıp yıldız yaparlar” diye cevap vermiş ya, CHP de aynısını yapıyor!.. Ne kadar saçının kılları ağarmış “eski tüfek solcu” varsa, onları “yıldız” yapmanın derdinde!..
DARBEYİ NASIL HAZIRLADILAR?
“Eski”leri kırpıp kırpıp “yıldız” yapınca, CHP “yeni” mi oluyor, pek anlayamadım ama, “eski CHP”nin bunu yapmadığını çok iyi biliyorum...
“Eski CHP” olsa; “kayan yıldız”larla uğraşıp, “iktidar hayali” kurmak yerine, “yeni yetme”leri kullanır, “darbe” yapar ve iktidarı elegeçirirdi!..
“1960 Darbesi”nde öyle yapmışlar ya!.
Ali adlı bir okuyucumun, bizzat “ölen bir CHP milletvekili”nin ağzından işitmiş... 27 Mayıs 1960 Darbesi’nde; “İsmet İnönü’nün sağ kolu” olan bir CHP milletvekili, “darbeyi nasıl yaptıklarını” şöyle anlatmış!..
“Bizim 178 milletvekilimiz vardı... Demokrat Parti ise 424 milletvekiline sahipti... Ama biz, onları her zaman dövebilirdik!.. Çünkü biz askerî disiplinle çalışır, tek parmakla hareket ederdik!..
27 Mayıs Darbesi’ni de biz örgütledik!..
Meselâ, 20 lira burs alan bir üniversite talebesini protesto gösterilerine gönderir, eğer polisten bir cop yerse 100 lira, iki cop yerse 150 lira, üç cop yerse 250 lira koyardık cebine!..
Eğer o öğrenci; gösteri esnasında gözaltına alınır veya tutuklanırsa, cebine 1500 lira koyar, altına da yün yatak serdirirdik!.. Bununla da yetinmez, emrine bir milletvekili tahsis ederdik!..
Biz, işte böyle gece-gündüz çalışıp, darbe yaptırdık!”
Okuyucum; “O günlerde CHP’nin, pek o kadar parası yoktu!.. Öğrencilere ve gençlere verdiği bu parayı nereden buldu acaba?” diye sorup, sorunun cevabının “Celal Bayar’ın kitabında” yazılı olduğunu söylemiş!..
Ve eklemiş:
“1959-1960’ta yönlendirici olan ve şimdi bir kısmı CHP çatısı altında bulunan bu zatlar, şimdiki adı Lumumba Üniversitesi olan Kırım’daki bir kampta eğitilmişlerdir!”
HAKİKAT KOMİSYONU KURULSUN AMA!
Görüyorsunuz ya;
“Eski CHP”nin “yeni yetme” gençleri, yedikleri “cop” başına “100 lira” alıyorlarmış!.. Tutuklanırlarsa, 1500 lira!..
Sizin anlayacağınız;
“Darbeye zemin hazırlamak” isteyen “eski CHP”, bu iş için “paralı militanlar” tutmuş ve ülkeyi, önce “kaos” ortamına, sonra da “darbe”ye sürüklemiş!..
Son zamanlardaki “protestocu gençler”in de birer “CHP sempatizanı” olduğunu düşünürseniz, Kılıçdaroğlu başkanlığındaki CHP’nin neresinin “yeni” olduğunu sorarsınız herhalde!..
CHP “yeni”lendi ama,
“Yöntem”ler eski!..
Merak ediyorum;
Şimdiki “protestocu”ları kim organize ediyor ve ceplerine “kaç lira” koyuyor?..
Öyle ya; herhalde “Hilâl-i Ahmer yararı”na yapmıyorlar o gösterileri!..
Kimi “yumurta” atıyor, kimi de “ıslık” çalıp, “yuh” çekiyor!..
Evet, evet;
CHP yeni, ama yöntem eski!..
Şimdi de tutturmuşlar;
“Hakikat Komisyonu kurulsun!”
Bu teklifi ilk yapan, CHP’nin yeni Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu idi!.. Onun da fikir babası Öcalan’dır ama, neyse!..
Ne var ki;
Tanrıkulu, kurulmasını istediği komisyona “tarih sınırlaması” getiriyor ve diyordu ki; “Komisyon’un görevi 12 Eylül 1980’den bu yana gerçekleşmiş faili meçhul cinayetler ve kayıpları araştırmak olsun!”
Olur!.. Emriniz olur!..
Ama, niye “1980 sonrası?”
Ne yani;
“1980’den önce” bu ülkede hiç “faili meçhul cinayet” işlenmedi mi?.. “1980’den önce” hiç “kayıp” yaşanmadı mı?..
O halde, niye 1980 sonrası?..
Eğer, “Made in Apo” markalı bir “Hakikat Komisyonu” kurulacaksa ve böylece “Türkiye’nin karanlık ve kanlı geçmişi”ne ışık tutulacaksa, bunun en azından 50, 100 ve hatta son 150 yılı kapsaması gerekmez mi?..
NİYE 1980 SONRASI?
Zaman’dan Ahmet Turan Alkan, geçenlerde “Yerim ben, böyle hakikati” başlıklı yazısında diyordu ki;
“Sezgin Tanrıkulu, partisine bölgede oy kazandırmak için Diyarbakır’da cesur bir hamle yapıyor; faili meçhul cinayetlere kurban giden Kürt vatandaşlarımızın acısına ortak olduklarını isbat için “Ne lâzımsa yapalım arkadaş” tavrını sergilemeye çabalıyor ama Türkiye’de Kürtlerin uğradığı haksızlık ve zulümlere milât çizgisi çekilmek lâzımsa, o çizginin en azından 1923 yılı başında gerçekleşen Adapazarı Mülakatı’ndan başlaması gerektiğini görmezden geliyor...
Ardından Şeyh Sait İsyanı’na, Şark İstiklâl Mahkemesi’ne, Ağrı İsyanları’na, Dersim Ayaklanması’na, yakın tarihimize “Muğlalı Vakası” diye geçen Van’ın Özalp ilçesinde 33 kişinin kurşuna dizilmesine anlı-şanlı “27 Mayıs Devrimi” akabinde Kürt ileri gelenlerinin nâhak yere sürgüne gönderilmesine de “Unutalım gitsin; son çeyrek asrı didiklesek kâfidir” yaklaşımıyla sırtını dönüyor.
Sırtımızı dönmeyelim;
Kurulsun o komisyon!..
Kürt meselesi’ni azdıran ne kadar iltihaplı vaka varsa masaya yatırılsın; neyse şu “hakikat” bilelim.
Yüzleşelim, hodri meydan!”
Evet, yüzleşelim, “hakikat”lerle!..
Ama, kıvırmadan!.. Yan çizmeden!..
Ve de “minder dışı”na kaçmadan!..
Çünkü “hakikat”ler;
“12 Eylül sonrası” ve “1980 öncesi” diye şıklara ayrılmaz!.. Sadece “faili meçhuller” ve “kayıplar”la da sınırlı tutulmaz!.. Eğer “hakikat”ler araştırılacaksa, “ihanetler” de araştırılmalı!.. Tabii, “1960 Darbesi” ve “idam”lar da araştırılmalı!..
Öyle ya;
“Faili meçhul” ve “kayıp”ların asıl sebebi, “ihanet”lerdir!..
Evet, kurdukları “idam sehpaları”nda “Başbakan ve bakan” asarak, “Türkiye’ye ihanet edenler”dir!..
O “ihanet odakları”dır ki;
Sırf “kendi saltanatları” devam etsin, ülkeyi hep kendileri yönetsin diye; “faili meçhul”lerle, “adam kaçırma”larla ve de “darbe”lerle ortadan kaldırmışlardır “muhalif”lerini!..
Sezgin Tanrıkulu, akıllı adam!..
Biliyor ki, “1980 öncesi”ne gidildiğinde, el atılacak bütün “iltihap”ların bir tek müsebbibi çıkacaktır karşımıza!..
O muhatap da, CHP’dir!..
Söyleyin Allah aşkına;
Kürt meselesini bir “iltihap”, bir “kangren” haline getiren CHP değil midir?..
Dedim ya;
Sezgin Tanrıkulu akıllı adam!..
Eğer “1980 öncesi”ne giderse, biliyor ki; “malûm CHP’liler” çıkacak karşısına ve “Sen ne yapmaya çalışıyorsun?.. 1980 öncesini kurcalayıp da, başımıza iş mi açacaksın?” diyecekler!..
Yani, teklifi kabul görmeyecek!..
Oysa “12 Eylül 1980 sınırlaması”nı getirince, Kemal Kılıçdaroğlu’nun desteğini de aldı yanına!..
Kılıçdaroğlu; Salı günü, “Hakikat Komisyonu”nu soran gazetecilere demiş ki;
“Biz faili meçhullerin aydınlatılmasını istiyoruz... Yani bu ülkede demokrasi varsa faili meçhullerin üzerine gideceksiniz. Demokrasiyi güçlendirmek, hukuku egemen kılmak istiyorsak faili meçhullere karşı mücadele etmek lazım. Biz, faili meçhullerin faillerinin ortaya çıkarılmasını, bununla ilgili çaba harcanmasını istiyoruz. Bunu her yerde, her zaman söyledik.”
DERSİM’E GELME, CISSS!
Görüyorsunuz ya;
“1980 sonrası” olunca, Bay K.K.’nın kafasına da yatmış bu teklif!..
Ama, “1980 öncesi” olsaydı, mümkünatı yok destek vermezdi!..
Öyle ya, 1980 öncesi “cısss!”
Çünkü 1980 öncesinde; hepsi bir yana da, “Dersim” var!.. Peki; “Dersim halkını Sabiha Gökçen’e bombalatan” ve sağ kalanları da “mağara”ya doldurup, “zehirli gaz”larla katlettiren kimdi?!?
“CHP’nin ulusal şefi” değil miydi o?..
Uzun lâfın kısası;
Sezgin Tanrıkulu ve Bay K.K., eğer “hakikat”leri araştırma konusunda “samimi” ise; CHP, önce “kendi hakikatleri” ile yüzleşmeli ve önce “kendi içinde bir hakikat komisyonu” kurmalıdır!..
Tarihimizdeki “faili meçhul”lerle ve “kayıp”larla, kısacası “karanlık olaylar”la yüzleşeceksek, önce “CHP ile yüzleşelim!”
CHP, önce “kendi geçmişi” ile yüzleşmeli, ondan sonra “1980 sonrası”na gelmelidir!..
Çok doğru, ben de destekliyorum; “hakikat”leri araştıralım!.. Ama “dalı” ve “budağı” ile yetinmeyelim, “köküne kadar” gidelim!..
Yan çizmeden, kıvırmadan!..
Ne demek istediğimi;
Sezdin mi Sezgin?!?
=============
Sen de git, evinde iç!
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın; “Hayat, alkol ve seksten ibaret değildir” şeklindeki “çok doğru tesbit”inden sonra, yine “özel hayat” odaklı tartışmalar başladı...
Arınç, o sözü, “İçkiye sınırlama getiriliyor!.. Özel hayata müdahale ediliyor” iddiaları üzerine söylemişti... Ki, tesbiti doğruydu... Hayat “mide” ve “apışarası”ndan ibaretse, insanlar niye “beyin” taşır, niye düşünürler ki...
Hem, “içkiye yeni düzenleme” yapmanın neresi “özel hayata müdahale” oluyor ki?.. Senin “evinde” veya “meyhanede” içmene karışan mı var?.. Git, istediğin yerde zıkkımlan!.. Ama sen, televizyonları “genelev”e çevirdiğin gibi, ülkeyi de “meyhane”ye dönüştürmek istiyorsun!..
Oysa, sen değil miydin; “dindar” insanlara ve “başörtülü” hanımlara; “Evinde istediğin gibi giyin, istediğin gibi namaz kıl!.. İnancını niye kamusal alana taşıyorsun ki?!?” diyen?
Bu “mantık”tan hareketle, ben de derim ki; “Evinde istediğin gibi iç, istediğin gibi zıkkımlan!.. Sana karışan mı var?.. Promille ölçülen laikliğini niye kamusal alana taşıyorsun ki?!?”
Yaa, işte böyle... Sen, başkasının hayatını “dört duvar arasına hapsetmeye” kalkarsan, birileri de çıkar, der ki; “Git evinde iç!.. Sana karışan mı var?”
Hadi bakalım, eğer “beyin” taşıyorsan, biraz düşün de, bu “karşıt görüş”e cevap ver!.. Tabiî, “beynin tatilde” değilse!..