Türkiye’nin demokrasi serüveni ve CHP
Ergenekon sanıklarının CHP’den aday gösterilmesi tartışılıyor...
Böylece cezaevinden kurtarılacaklar...
Yakışır CHP’ye: Zaten onların avukatı değil miydi CHP?
Yakıştıracaklar, ama ah, millet tepki göstermese!..
“Eliniz değmişken, barı İmralı’daki terörist başını da aday gösterin” diye mızmızlanmasalar...
Olmadık iş değil: Şimdiki CHP, SHP kimliğinde iken bunu yapmış, şimdilerde PKK ile bağlantıladığı isimleri listesinden aday gösterip Meclis’e taşımıştı.
Bir de ülkeye “Çok partili demokratik sistem” getirdiklerini iddia etmezler mi, mazisini bilmesem inanacağım yani.
Türkiye’nin demokrasi serüvenini İkinci Dünya Savaşı’ndan almak gerekiyor aslında...
Savaş sürecinde Almanya’nın başında “Führer” (Önder-Lider- Şef) unvanlı Adolf Hitler oturuyor...
İtalya’nın başında “Duçe” (Bu da “Önder-Lider-Şef” anlamına geliyor) unvanlı Benito Mussolini oturuyor...
İspanya’nın başında da Francisco Franco var: Onun lâkabı “El Caudillo”... Hale bakın ki bu da ötekilerle aynı anlama geliyor: Önder-Lider- Şef!
Peki, aynı tarihlerde Türkiye’nin başında kim var? Anlı-şanlı İsmet İnönü...
Diğerleri gibi, bizimkinin de rütbesi “general”, unvanı “Milli Şef”...
“Tesadüf”ün bu kadarına “pes” yani!
Derken, İkinci Dünya Savaşı, Almanya ve müttefiklerinin mağlubiyetiyle sonuçlanıyor. Hitler Berlin’de intihar ediyor... (30 Nisan 1945), Mussolini İtalyan vatanseverler tarafından öldürüldükten sonra, Milano Şehri’nin Loreto Meydanı’nda bacaklarından bir ağaca asılıyor (28 Nisan 1945).
Dünya yüzündeki “şef”lerden böylece ikisi gidiyor, ikisi kalıyor: Kalanlardan biri Franco, diğeri İnönü...
Özellikle “bizim Şef”, dünya karşısında tamamen yapayalnızdır. Bu durumda tek çıkış yolu kalmıştır: Demokrasiye geçmek... O takdirde tekrar iktidara gelme ihtimali vardır. Bu yüzden, “Bizi halkın önüne mi atıyorsunuz?” diye sızlanan milletvekillerine aldırmadan kararını açıklıyor: “Çok partili sisteme geçiyoruz.”
Buna rağmen huylu huyundan vazgeçmiyor... Garip bir seçim sistemi yapılıyor... Buna göre, “Parti=Devlet” formülü çerçevesinde devletleşmiş CHP’nin polisinin, jandarmasının gözlerinin önünde açıktan oy kullanılacak, ama sayım (tasnif) gizli yapılacaktır.
İktidar partisinin kolluk kuvvetlerine göstere göstere muhalif partiye (Demokrat Parti ve Millet Partisi) oy atmak büyük bir cesaret işidir. Nitekim başta Isparta’nın Senirkent İlçesi olmak üzere, pek çok yerde, “suç”ları Demokrat Parti’ye oy vermekten ibaret olan vatandaşlara akla hayale gelmeyecek işkenceler yapılıyor.
Yani İsmet Paşa ve partisi CHP, muhalefet partileriyle birlikte girdiği ilk seçimde (1946) demokrasinin gereğini filan yapmamış, demokrasinin temeli sayılan halk iradesinin resmen canına okumuştur.
Ama ilk seçime şaibe karışması milleti tatmin etmemiş, bunun sonucu olarak İsmet Paşa daha doğru düzgün bir seçim yapmaya razı olmak zorunda kalmıştır.
14 Mayıs 1950 genel seçimleri bu zorlanmanın ürünüdür.
Bu seçim sonucunda Demokrat Parti (DP) 408 milletvekili, CHP 69, Millet Partisi 1, bağımsızlar 9 milletvekili çıkardılar.
İsmet Paşa’nın “Milli Şef”liği de böylece millet iradesinin altında kaldı.
27 Mayıs darbesi, işte bunun intikamıdır: Kendi istediğini iktidarda tutamayan İttihad-Terakki tortusu aydınlarla bürokrasinin milletten intikam almasıdır.
Akıl ve mantık dışı gerekçelerle 1950 öncesine serenat düzmeleri de aynı dürtünün eseridir.
Şimdi anlaşıldı mı, CHP yöneticilerinin neden bir türlü demokrasiyi hazmedemedikleri, neden yasakların bekçiliğine soyundukları, demokrasinin canına okumaya hazırlanan Ergenekoncularla Balyozcuları sahiplendikleri?..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.