4 GÜNLÜK İRAN GEZISININ ARDINDAN
Bir “gezi”den dönenlere; “Yediğin-içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat” derler... Tamam, “gördüklerimi” anlatacağım da, acaba nereden başlasam?.. “İlk gün”den mi başlasam, “son gün”den mi?..
En iyisi, “sondan başa” gitmek...
Malûm, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile birlikte 4 gündür İran’daydık... Tahran, İsfahan ve Tebriz’i görme-gezme imkânımız oldu...
Pazar günü saat 15.00’te Ankara’dan başlayan yolculuğumuz, Çarşamba gecesi saat 23.00’te Atatürk Havalimanı’nda sona erdi.
Otellerdeki televizyonlarda “Türk kanalları”nı seyretme imkânı bulamadığımız, “internet haberleşmesi” de sık sık kesintiye uğradığı, “telefonlar da dünyaya kapatıldığı” için Türkiye’de olup-bitenlerden haber alamadık...
Bu yüzden de Duran Kömürcü ağabey ile Atilla Özdür ağabeyin eşi Meral Hanımefendi’nin vefat ettiklerini ancak dün öğrenebildim... Her iki “müteveffa”ya da Cenab-ı Hak’tan af ve mağfiret, yakınlarına sabr-ı cemil diliyorum.
TAM FIKRALIK OLAY
Dediğim gibi;
4 gün boyunca, Türkiye’den pek haberdar olamadık... Meselâ, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, “yürüyen merdiven”in “çıkan” kısmından “inmeye” çalıştığını da eve gelince, eşimden öğrendim.
Öğrenir öğrenmez de;
“Fıkra gerçek oldu” dedim...
Herhalde hatırlarsınız;
2 Kasım 2010 tarihli Ayna’da “Kılıçdaroğlu fıkraları”na yer vermiştim.
O fıkralardan biri şöyleydi:
Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’li arkadaşları, bir yurtdışı gezilerinde, “resmi program”dan arta kalan zamanlarında, “büyükçe bir mağaza”ya girmişler...
Herkesin ilgisi farklı... Kimi oraya, kimi buraya gitmiş... Kılıçdaroğlu da, binmiş bir “yürüyen merdiven”e...
Niyeti, “alt kat”a inmek!..
“Yürüyen merdiven” mutad olduğu üzre yürürken, “elektrik”ler kesilmesin mi?..
On dakika boyunca elektrik kesik!..
Yürüyen merdiven durmuş!..
Kılıçdaroğlu da öylece duruyor!..
Tam on dakika;
“Elektriğin gelmesini” beklemiş!..
Kılıçdaroğlu’nun son yaşadığı da;
“Tam fıkralık” bir olay!..
Şu hâle bakın;
Yürüyen merdiven “yukarı” çıkıyor ama Kılıçdaroğlu ve kurmayları o merdivenden “aşağı” inmeye çalışıyor!..
Hani, bazen deriz ya;
“Kim üretiyor bu fıkraları?”
Gördünüz işte;
“Üretmeye” hiç lüzum yok ki!..
Kılıçdaroğlu gibiler, bunu “yaşıyor!”
Dolayısıyla, gelecek nesillere de “fıkra” olarak intikal edip, insanların “gülmesine” vesile oluyor!..
Atalarımız, herhalde bunun için demiş ya; “Eller gider Mersin’e, Kılıçdaroğlu gibiler gider tersine!”
Netice-i kelâm;
Kılıçdaroğlu, “Türk mizahı”na hayırlı olsun!.. Yeni bir “Dümbüllü” bulduk!..
Artık, bol bol yüzümüzü güldürür!..
Bir de demiş ki;
“Hani, Ergenekon nerede?.. Bir bulsam, gidip üye olacağım!”
Tam “mizahlık” bir söz!..
Öyle ya;
“Yürüyen merdivenin yolunu” bilemeyen bir adam, “Ergenekon’un yolu”nu elbette bilemez!..
Bence, “yürüyen merdiven”lere de; “yukarı çıkar” veya “aşağı iner” ifadelerinin yazıldığı birer “yön levhası” konulmalı... Aksi halde, Kılıçdaroğlu gibiler; “yön”lerini kaybedebilir!..
İRAN, MISIR GİBİ DEĞİL!
Bunu anlattığıma göre, artık İran’a dönebilirim... Efendim, Tahran’a ayak bastığımız Pazar günü, bir “gösteri” düzenleneceğini biliyorduk... Ancak, “büyük çaplı bir gösteri” olacağını tahmin etmiyorduk... Yine de, “izin” verilmemişti.
Beklenen gösteri, Pazartesi günü yapıldı...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de bu gösterinin haberini almış olmalı ki, giderken uçakta bizlere şunları söyledi:
“Mısır halkının onuru zedelenmişti... Halkın öfkesi sindirilmiş, bastırılmıştı... Sonunda, bilinen halk ayaklanması oldu... Şimdi; adil, kabul edilebilir bir seçim gerçekleşmesini bekliyoruz.
Gecikmiş bir devrim...
Liderlerin yapamadığı değişimi halk yaptı... Bütün ülkeler Mısır’daki değişimden nasibini alacak... Halk, özgür bırakılmalı!”
“İran yolunda” iken bu sözün sarfedilmesi, elbette anlamlıydı... Abdullah Gül, bir anlamda, “İran’ın da değişmesini” istiyor gibiydi...
Gül’ün bu sözleri, “İran muhalefetine destek” gibi algılandı... Hatta, “İran muhalefeti” de böyle algıladı...
Ancak Gül, “diplomatik dil”i iyi bilen bir cumhurbaşkanı... Dolayısıyla, kırmadan-dökmeden konuşuyor...
Kaldı ki; “bütün ülkeler” diyerek, Mısır üzerinden “demokrasi” ile yönetilmeyen bütün “bölge ülkeleri”ne mesaj vermiş oldu...
Ne var ki;
“Türk medyası”nın görmediği veya görmek istemediği bir gerçek var... Abdullah Gül’ün sözlerinde, elbette “İran’a da mesaj” var.. Gül, elbette “İran muhalefetinin talepleri”ne de kulak verilmesini istiyor...
Ama, bunu derken, Mısır ve İran’ın “aynı ülkeler” olmadığının da altını çiziyor.
Evet, İran, bir Mısır değil!..
Tabiî, Tunus da değil!..
Çünkü Tunus ve Mısır’daki halk ayaklanmalarının hedefinde “rejim” vardı... Oralardaki insanlar, “dikta rejimi”nin son bulmasını istiyorlardı.
İran’daki “muhalefet”in ise böyle bir talebi yok...
“İran muhalefeti”nin hedefinde “rejim” değil, “mevcut yönetim” var!..
Kaldı ki;
Gezip-gördüğümüz Tahran’da ve daha sonra gittiğimiz İsfahan ve Tebriz’de öyle; “patlamak üzere olan bir toplum” görüntüsü de yoktu. Sadece “resmî binalar”da değil, Tahran’ın “ara sokak”larındaki dükkanlarda bile İmam Humeyni ile dini lider Hamaney’in resimleri asılıydı ki; sırf bu manzara bile “rejim sorunu olmadığını” göstermeye yeterlidir.
Kısaca ifade edecek olursak;
Muhalefetin derdi “rejim”le değil, “yönetim”le... Kaldı ki; İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, özellikle “Abdullah Gül’le ikili görüşmesi”nden sonra; muhalefete karşı biraz daha “esnek” davranacaklarını söyledi...
Sadece bu bile; gezinin amacına ulaştığını gösterir... Herhalde bundan sonraki gösterilere “sert müdahale” yapılmaz ve “ölüm”le sonuçlanmaz... Zira, Pazartesi günkü gösterilerde 1 kişi, onun cenaze töreninde de 2 kişi öldü!..
İRAN’DA YÖNETİM FARKLI
Tabiî, İran’da “farklı bir yönetim tarzı” olduğunu da söylemek gerekir... Meselâ, Ahmedinejad bir “Cumhurbaşkanı” olmasına, son derece de “iyiniyetli” davranmasına rağmen, her istediğini yapma gücüne sahip değil!..
“Meclis’ten onay” almak zorunda... Bu onayı alsa, “dini lider”in engelini de aşmak zorunda...
Meselâ, o “gösteri”lerden sonra, Meclis’teki 223 milletvekili, muhalefetin “hain” olduğuna dair bir önerge vermiş... Biz İsfahan’da iken, İran televizyonlarından izledik görüntüleri... Öyle “ateşli konuşmalar” yapıldı, öyle “sloganlar” atıldı ki; muhalefet o anda yanlarında olsa, darağacına asıp, “idam” edecekler!..
Muhalefete karşı öyle bir muhalefet var ki; Ahmedinejad ne yapsın?..
Bu durum, sadece “muhalefet” için değil, diğer konularda da geçerli... Meselâ, bir “bakan” hakkında, “3 sarı kart” gösterildiğinde, o bakan, anında görevinden alınıyor!..
Abdullah Gül ile yaptığımız “sohbet toplantıları”nda, bu yönetim tarzı hep gündeme geldi... Abdullah Gül, yaptığı “ikili görüşmeler”de hep bu “yapı”ya vurgu yapmış ve demiş ki;
“Amerika’nın size ambargo koymasına hiç gerek yok... Çünkü siz, kendi kendinize ambargo uyguluyorsunuz...Türkiye ile İran’ın ticaret hacmi, rahatlıkla 30 milyar dolara çıkabilecekken, bugün 10 milyar dolarda kalması, kendi kendinize koyduğunuz bu ambargolar yüzündendir!”
Neyse ki;
Gerek Ayetullah Hamaney, gerek Cumhurbaşkanı Ahmedinejad; görüşmeler esnasında “vidaları gevşetme” sözü vermişler... Gül, bu gelişmeyi “iyimserlik”le karşıladı ama “ihtiyatlı bir iyimserlik!”
İSFAHAN GÖRMEYE DEĞER
İran’la ilgili izlenimlerimi, Allah nasip ederse yarın yazacağım... Ama, şu kadarını söyleyeyim; Tahran pek o kadar değil ama özellikle İsfahan gezip-görülmeye değer bir şehir.
Tebrizliler şöyle dermiş;
“İran’ı gördüm deme, İsfahan’ı gezmedikçe... Tabiî, Tebriz olmasa!”
Tebriz de çok güzel... İçinde, Gök Mescid gibi, “ilk Türk-İslâm eserleri”nden birini barındırıyor.
Gök Mescid; Karakoyunlu Türkmen Hükümdarı Muzafferiddin Cihanşah tarafından 1465 yılında yaptırılmış. “Mavi çini”lerinden dolayı Gök Mescid olarak anılıyor ve bu özelliği sebebiyle “İslam Turkuvazı” olarak da adlandırılıyor... Tebriz ve civarında yaşanan birçok depremden sonra harabe haline gelmiş, 18. yüzyılda da tamamen yıkılmış... Yeniden inşasına 1950 yılında başlanmış. Restorasyon çalışmaları halen devam ediyor... Camiye ismini veren mavi çiniler sadece kapı çevresinde ve duvarında küçük bir yerde bulunuyor.
Sizin anlayacağınız;
Gök Mescid olmuş bir “tuğla mescid” çünkü, dışarıdan bakıldığında sadece “tuğla”ları görülüyor... İçerisi ise, hepten harabe... İnşaallah eski halini alır.
NEYDİK, NE OLDUK?
İsfahan öyle değil... “Tarihi doku” hâlâ yaşıyor İsfahan’da... Şehir, “açık hava müzesi” gibi... Her karışında “tarih”, her karışında “sanat” var.
Zaten Abdullah Bey de buna hayıflandı ya... “Dün neler yapılmış, bugün ne hallerdeyiz” dedi, bu “sanat şaheserleri”ni görünce...
Evet, ne haldeyiz?..
Dün, dünyaya meydan okuyorduk, bugün ABD ve Avrupa’ya mahkumuz!..
Alacağımız çok dersler var...
Sadece İran’ın değil,
Bütün “İslâm coğrafyası”nın!..
Bunun için de, “dışlamak” değil, birbirimizle “kucaklaşmak”, birbirimizle “kenetlenmek” zorundayız...
Türkiye, işte bunu sağlamaya çalışıyor.
Türkiye’nin ekseni kaymıyor...
Tam aksine; kayan eksenleri yerine oturtmaya çalışıyor!..
=========================
Onun adı Kemal!
Kılıçdaroğlu ve arkadaşları, Berlin’de bulundukları esnada, görüşmelerini tamamlayıp, kaldıkları “otel”e dönmüşler.
Elbette “oda”larına çıkacaklar.
Otel görevlisi, hemen “asansör”ü çağırmış... “Kılıçdaroğlu ve iki arkadaşı” binmişler asansöre...
Ama, gidecekleri katın düğmesine basıp yukarı çıkmak yerine, bekliyorlar!..
Otel görevlisi sormuş:
“Niye bekliyorsunuz?”
Cevap vermişler;
“Asansörde 4 kişilik yazıyor!..
Dördüncü kişiyi bekliyoruz!”
Bay Kılıçdaroğlu’nun; “yürüyen merdiven”in “yukarı çıkan” bölümünden “aşağı inmeye” çalışması olayında olduğu gibi; bir gün bu “fıkra”nın da “gerçeğe dönüştüğünü” duyarsanız, hiç şaşırmayın!..
Onun adı Kemal!.. “İnsanların yüzlerini güldürmek benim işim” diyorsa, güldürür!..
“Yürüyen merdiven”de güldürdü, “asansör”de de güldürür!...