Dinsizlere ve imansızlara ilk yardım vazifesi
Doğmak bizim elimizde olan bir şey değildir. Hiçbir insan doğum tarihini kendisi tespit etmemiştir. Ölüp ölmemek de bizim elimizde değildir. Kur'an "Her canlı ölümü tadacaktır" buyuruyor.
İnsanlar kadın ve erkek olmak konusunda da irade sahibi değildirler. Beyaz derili veya siyah derili olmak... Şu veya bu ülkede, şu veya bu kavme mensup olmak... Uzun boylu veya kısa boylu olmak... Bunlar bizim iradelerimizi aşar, bu konularda seçim hakkına sahip değiliz.
İnanç konusunda bize seçim hakkı verilmiştir. Toplumlara Peygamberler gönderilmiş, doğru inançlar ve ameller, hak nizam bildirilmiş, insanlar bunlara davet edilmiştir. Kabul edenler, mü'min olmuşlar, red ve tekzib edenler (bunlar doğru değil yalandır diyenler) kâfir olmuşlardır.
Kur'ân-ı Kerîm "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" buyuruyor. Mü'minler, Müslümanlar bilenlerdir ve bu bilmekten dolayı birtakım vazifeleri vardır. Bu vazifeleri yapmadıkları, ihmal ettikleri takdirde sorumlu ve suçlu olurlar.
Halkımızın bir kısmı, yakın tarihimizdeki arızalar ve kazalar dolayısıyla din ve inanç konusunda cahil ve eğitimsiz kalmıştır. Bilenlerin onları, en uygun, en etkili şekilde uyarmaları, eğitmeleri gerekir.
Sokakta 25 yaşlarında genç bir vatandaş yürüyor, üstü başı düzgün, yüzünden ve gözlerinden maddî sağlık fışkırıyor, anlaşılıyor ki, geçimi iyidir. Farz edelim bu kimse dinsiz ve inançsızdır. Yani büyük bir manevi felaket içindedir ama farkında değil. Bizim iman ve İslam konusunda ona yardımcı olmamız gerekiyor. Nasıl yardımcı olacağız? Yolunu kesip "Ulan arkadaş! İmana gel, Müslüman ol be!" desek belki de iki gözümüzün ortasına şiddetli bir yumruk yiyebiliriz yahut kovulabiliriz.
Böyle tebliğ ve böyle davet, böyle uyarı olmaz...
Müslümanlar gerek yurt içinde, gerekse dünya çapında İslam'a ve imana çağırma hizmetlerini en akıllı, en güzel, en uygun, en münasip şekilde yapmalıdırlar.
Bu çağrılar doğrudan doğruya ve şahsen değil, dolaylı şekilde yapılmalıdır.
Biz herkesi imana getiremeyiz. Bizim vazifemiz tebliğ etmektir, iman verip vermemek Allahü Teâlâ'nın bileceği bir iştir.
En tesirli tebliğ ve davet, kal (söz ve yazı) ile değil hal ile yapılandır. İyi komşu olursun, iyi vatandaş olursun, iyi insan olursun, bu güzel halinle örnek ve model teşkil edersin.
Yüksek ahlâk ve fazilet insanları çeker. Peygamberimiz en yüksek ahlâk ve fazilete sahip insandı. Her asırda onun vekilleri, varisleri, halifeleri olan gerçek ulema, gerçek fukaha, gerçek şeyhler hep ahlâklı, faziletli, bilge kişilerdir.
Okumuş ve kültürlü insanları İslam'a çekebilmek için, onların kültürünü aşan bir kültüre sahip olmak gerekir.
Edebiyat meraklısı, dinden uzak bir kimse yavan ve basit bir hutbeden etkilenmez. Lakin, öyle bir hatip düşünelim ki, ülkede veya şehirde onun kadar güzel ve zengin Türkçe konuşan biri yok. Hutbe okurken sanki şiir inşad etmektedir. Bir dinsiz onun hutbesinden etkilenebilir.
Bu devirde, şu veya bu sebeplerle İslam'dan uzaklaşmış kültürlü vatandaşlarımızın bir kısmı gerçek Mevlevî tekkelerinde irşad edilebilir. Mevlevîlik ilim, irfan, edep, terbiye, hikmet, medeniyet, kültür tarikatıdır. Onun dergâhlarına ham gelen pişer, eksik gelen kemal bulur, olgunlaşır. O mekânlarda konuşmaya bile lüzum yoktur. Zerre kadar istidadı olan, gözleriyle görür, kulaklarıyla işitir ve İslam'ın hak, doğru, güzel din olduğunu anlayıp idrak eder.
Tasavvufta "Şeyh nazarı" kavramı vardır. Kâmil bir mürşid, nebevi nurla aydınlanmıştır ve o nurla aydınlatır. Allah nasip ettiyse, şeyhin huzuruna gelen bir kimsenin hidayeti için bir nazar yeter.
Zikrullah yapılan, tekkeye benzeyen bir mekâna kaba saba, uyduruk, ucuz, zevksiz, yapma çiçekler konmuş. Olmadı!.. Medenî ve kültürlü bir insan bundan hoşlanmaz.
Duvarlara sanat kıymeti olmayan "Arabesk" levhalar asmışlar. Hatları güzel değil, orijinal değil matbaa baskısı, çerçeveleri zevksiz. Yine olmadı... Tekke veya dergâhta harika levhalar olmalı. Şehir kültürüne sahip bir kimse bunlara hayran kalmalı.
Tekkede namaz kılındı, zikrullah yapıldı. Sonra çay içilip sohbet edilir... Orada ikram edilen çaylar, o kadar güzel ve ruhaniyetli olmalı ki, onların tadı bir ömür boyu hatırdan çıkmamalı.
Bir evde, İslam'a hizmet maksadıyla on kişilik bir sohbet meclisi tertiplendi. Dekor ve hizmet dört dörtlük olmalıdır. Bilhassa bu devirde insanlar dekora, hizmete, ikrama bakarlar, ona göre hüküm verirler. Çaylar, kahveler, şerbetler, kurabiyeler birinci sınıf olmalı... İslamî sohbet yapılırken gıybet edilirse, bir çuval incir berbat olur. Hiç İslam'la gıybet bir arada bulunur mu?
Hayatında ilk defa Müslümanların bir sohbetine katılan bir genç için bu sohbet bir milat olmalıdır.
Herkesin kabiliyeti, istidatı neyse ona göre muamele edilmelidir.
İslamiyet'te Hıristiyanlıkta olduğu gibi misyonerlik yoktur. Misyonerlik yoktur ama davet, tebliğ, irşad vardır ve bilen Müslümanlar bilmeyenleri müjdelemek ve uyarmakla mükelleftir.
Bu müjdeleme ve uyarı vazifesi öncelikle gerçek icazetli ulemanın, gerçek icazetli fukahanın, gerçek icazetli şeyhlerin vazifesidir.
Sokakta bir otomobil, genç bir vatandaşa çarptı. Vatandaş kanlar içinde yere serildi, kıvranıyor... Siz orada bulunuyorsanız ne yaparsınız, hemen yardımına koşarsınız, hemen ambulans çağırırsınız, ambulans gelinceye kadar kanı durdurmaya çalışırsınız, boyun ve bel kemiğinin kırılma ihtimaline düşünerek onu kıpırdatmazsınız, "Dayan şimdi ambulans ve doktor geliyor" dersiniz.
İnançsız ve İslam'sız bir kişinin durumu bu kazaya uğramış kişiden bin kere, milyon kere daha vahimdir. Onlara karşı ilk yardım vazifelerimizin ne olduğunu biliyor muyuz ve ümmet çapında bu hizmeti yerine getiriyor muyuz?
Bu soruya ne cevap verebiliriz?..
*(İkinci yazı)
Niçin Sudan Rejimi Tehlikede Değil?
Tunus'ta ve Mısır'da halk dinsiz diktatörlük rejimlerine baş kaldırdı, Tunus diktatörü yurt dışına kaçtı, Mısır'ınki direniyor ama orada artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Sudan'da büyük bir halk hareketi yok. Orada rejim tehlikede değil. Niçin?
1. Tunus ve Mısır rejimleri İslam karşıtı rejimlerdi. Sudan'da ise, o iki ülkede olduğu gibi laikçilik yoktur, rejim İslam'a ve Şeriat'a bağlıdır.
2. Tunus ve Mısır'da düşünce, tenkit, görüş bildirme hürriyeti çok kısıtlıydı, Sudan'da bu konuda oldukça geniş bir hürriyet vardır.
3. Tunus ve Mısır diktatörleri halktan ve İslam'dan kopuk kişilerdir. Sudan devlet reisi Ömer el-Beşir ise halka yakın bir kimsedir.
ABD, AB, İsrail ve bizdeki Gizli Yahudiler Sudan'daki rejime ve o ülkenin devlet başkanına son derece düşmandır. Bu düşmanlık bile o zatın iyiliğine delalet etmez mi?
Bendeniz birkaç sene önce Sudan'ın başkenti Hartum'a küçük bir seyahat yaptım. Bu kardeş ülkeyi çok sevdim. Bir Müslüman olarak beni çok duygulandıran manzara şuydu: Öğle ve ikindi ezanı okununca esnaf dükkanlarının yakınına hasırları seriyor ve herkes namaz kılıyordu. Bir Müslüman için ne hoş bir manzara, bir İslam düşmanı için ne korkunç bir şey!..
Merhum Turgut Özal Hartum'a bir cami yaptırtmış, üzerinde Türk bayrağı dalgalanıyor ve kardeş halka hizmet veriyor. Şu anda merkezleri Türkiye olan bazı yardım ve hayır kuruluşları da büyük hizmetler yapıyor.
Sudan'da kadınlar tesettürlü... Okul ve üniversite kızlarına, ille de başını açacaksın, yoksa okuyamazsın gibi laik baskılar, insan hakları ihlalleri yok orada.
Bu kardeş ülkede bir Hz. Ebubekir, bir Hz. Ömer (radiyallahü anhüma) rejimi yok ama orada İslam var, din hürriyeti var, insan haklarına (bizde olduğundan fazla) riayet var.
İsrail, ABD, AB, Siyonizm, Haçlılar Sudan rejimine can düşmanı... Bu rejimin yıkılmasını, yerine laik bir rejim gelmesini, kadınların açılmasını, bol bol içki içilmesini, bar ve pavyonlarda gece hayatı yaşanmasını, Şeriatın yasaklanmasını istiyorlar.
Yazımın başında Mısır'daki rejimin din düşmanı olduğundan bahs ettim. Mısır anayasasında "Devletin dini İslam'dır" yazılıdır. Bu madde kimseyi aldatmasın. Anayasaya böyle yazarlar ve sonra İslam'la, Müslümanlarla savaşırlar.
Bizde 1923'te Cumhuriyet ilan edildiğinde anayasamızda böyle bir madde vardı. Bu madde 1927'ye kadar kaldı. Bu müddet içinde Halife yurt dışına kovuldu, Hilafet-i islamiye kaldırıldı...
Sudan rejiminin ve Ömer el-Beşir'in elbette hataları vardır ama bunlar onların dışlanmasına sebep olmamalıdır.
Kural şudur: ABD, AB, İsrail, Siyonizm, Haçlılar Müslüman bir ülkedeki rejime çok düşman iseler, o rejimde yüzde yüz olmasa bile bir hayır vardır.