Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Kandil sınavından geçtiğimizi fark ettiniz mi?

Kandil sınavından geçtiğimizi fark ettiniz mi?

“Geleneklerimizden koptuk” diyeceğim, çok klâsik olacak...
En iyisi gerçeklerimizden kopuk yaşadığımızı söylemek... Bu biraz daha uygun sanırım, işleyeceğim konuya.
Hadi oldu olacak, bir de soru sorayım herkese:
Cezzar Ahmed Paşa’yı bilir misiniz?
Eminim nüfusun yüzde doksan sekizi duymamıştır bile...
Şimdi tutup, “Napolyon Bonapart’ı tanır mısınız?” diye sorsam...
Tanırsınız: Meşhur Fransız İmparator...
“Para para para” deyişiyle meşhur (Tüm Batı’da bunu söylemeyen varmış gibi, boş yere adamın adı çıkarmışlar) general.
Cezzar Ahmed Paşa, işte bu meşhur Napolyon Bonapart’ı yendi Akkâ önlerinde (Şimdilerde orası maalesef İsrail toprağı).
Üstelik o tarihte Cezzar Ahmed Paşa seksenli yaşlardaydı. Napolyon ise henüz otuzuna girmemişti. “Bir ihtiyara maskara olduk” demesi işte bu demedir! “Akkâ’da durdurulmasaydım tüm Doğu’yu fethederdim” demesi de öyle...
Bu durumda elin Napolyon’unu tanıyıp onu perişan eden bizden birine “Fransız kalmak” ayıp değil mi?
Bir soru daha:
Nahıl Ağacı’nı bilir misiniz?
Bilen yok ya da çok azınız bilir...
Peki ya “Noel Ağacı”nı?..
Sanmam ki, bilmeyeniniz olsun.
Yılbaşında süslenip püslenerek salonun en mutena köşesine yerleştirilen uyduruk çam ağacının adıdır Noel Ağacı...
Noel Baba yılın son günü bacadan aşağı inecek de hediye getirecek diye her yılbaşında çocuklarını kandıran anne babalar, bir gün de Nahıl Ağacı’nın gerçeğinden söz ettiler mi çocuklarına?
Edemezler, çünkü bilmiyorlar. Oysa Noel Ağacı yabanın, Nahıl Ağacı bizim...
Öz kültürümüzün parçası yani...
O kadar “yeni” ki, Anadolu’nun bazı köylerinde hâlâ Nahıl Ağacı törenleri yapılır düğünlerde, bayramlarda.
Dahası var...
Osmanlı’nın yerle bir ettiği Avrupalı krallara “Büyük İskender”, “Aslan Yürekli Rişar”, “Korkusuz Jan” filan derken, kendi padişahlarımıza “Deli İbrahim”, “Kızıl Sultan”, “Ayyaş Selim”, “Hain Vahideddin” demekten utanmamak ne menem iştir?
Peki, hem İlâhî hem insanî aşkın şahikasına ulaşmış isimlerin ülkesinde elâleme özenip, sevgiyi, “Sevgililer Günü” denen yapaylık içinde aramanın mantığı n’ola?
Görün bakalım, Allah nasıl da tercih zorunda bıraktı bizi: “Ya Hırıstiyan dünyanın ‘Sevgililer Günü’nü kutlayın ya da İslâm âleminin ‘Mevlid Kandili’ni” diye nasıl bir ikileme soktu...
Geçtiğimiz “Mevlid-i Nebevî” sadece bir kandil (zaten bu kelimeyi de hiç sevmiyorum, eskiden mübarek gecelerde minarelere kandil yakılıp ışıklandırıldığı için bu isim yapıştı kaldı, “galat-ı meşhur [yaygın yanlış] olduğunu bile bile kullanmak zorunda kalıyorum) değil, tam anlamıyla bir sınavdı.
Sınavı veren verdi, veremeyen sınıfta kaldı.
Sınavdan yük akıyla çıkanlar sadece “muttaki mü’min” kimliğini vurgulamış olmadılar, aynı zamanda dinî ve millî geleneklerine de sahip çıktıklarını gösterdiler.
Yani mü’minin bir “kimlik sorunu” yok...
Kimlik sorunu “biz” ve “onlar” arasında hâlâ bir tercih yapamayanlarda... Batı kültürü ile iman ekseni arasında kala kalanlarda...
Ve “Sevgililer Günü”nün ya da “Anneler Günü”nün, “Babalar Günü”nün kandırmacadan ibaret içi kof kavramlar olduğunu görmezden gelenlerde...
“Dindar Müslüman”ın böyle günlere ihtiyacı yok. Çünkü “iman” eksenli yaşayanlara her gün “Sevgililer Günü”, her gün, “Anneler Günü”, “Babalar Günü”dür.
Sevginin başı da zaten Allah ve Peygamber sevgisidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi