Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Ergenekon’u konuşalım... Ağzımızın tecvidini bozmadan!

Ergenekon’u konuşalım... Ağzımızın tecvidini bozmadan!

Hikâyeyi herhalde duymuş ya da benim gibi bir yerlerden okumuşsunuzdur... Efendim; eskiden “medrese”de “konuşma”nın muhtevası ve şekline çok önem veren bir hoca varmış.. Talebelerden cümleleri özenle kurmasını ister, günün modasına uygun “terkip”lerle süslemelerini beklermiş..
Mesela bir öğrenci “Çok susadım.. Su içtim..” gibisinden sıradan laflar etse öfkelenir, “Bre cahil, öyle söylenmez, böyle söylenir..” dermiş:
“Derunum ateş-i nar ile pünyan idiğünden bir kadeh-i lebriz abu hoşgüvar nuş ederek, teskin-i ateş-i dilfikar, bu suretle iktisabı ferah-ı bi şumar eyledim..”
İşte bu hoca, günlerden bir gün talebeyi kendi başına ders çalışmaya bırakmış. Kendisi de rahlenin içine koyduğu kitabı okuyor.. O sırada müstahdem dışarda hazırlanmış mangalı alıp sınıfa girmiş ve hoca efendinin önüne koymuş..
Bir süre sonra, ateşi taze mangaldan bir kıvılcım parçası sıçrayıp, hocanın kavuğuna düşmez mi?.. Başlamış inceden inceye kavuğu yakmaya..
Dalgacı talebelerden biri durumu görmüş.. Hocayı uyaracağı yerde, önüne bir kağıt çekmiş.. Uzun uzun düşünüp, söyleyeceği şeyin bir taslağını yapmış.
Bu arada kavuk yanıyor tabii..
Nihayet konuşmak için destur istemiş... Hoca desturu verince de, şöyle demiş:
“Ey hace-i bi misal, vey üstad-ı zi kemal! Bu şakird-i pür kelal şol vechile arz-ı hal eyler ki, bi hikmet-i müteal, nar-ı mangaldan bir şerer-i cevval, pertap ile ser-i al el-alinizdeki sarığı işgal eylemiştir..”
Bu kadar lâf edeceğine “Hocam kavuğunuz yanıyor..” dese iş bitecek.. Ancak, konuşma konusunda titizlenen hocasından azar işitmemek için mi böyle yaptı, yoksa hınzırlığından mı, orası bilinmez!..
Ama, kavuk, yanacağı kadar yanmış!.
İLBER HOCA DA TİTİZ
Böyle bir hadise olmuş mudur, yoksa uydurulmuş mudur bilmiyorum.
Bildiğim şu ki;
Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı İlber Ortaylı Hoca da; kurduğu cümlelere “özen” gösteren ve konuşmasını uygun “terkip”lerle süslemeyi seven biri...
Bunu da, açıkça söylüyor zaten;
“Ağzınızın tecvidini bozmayın!”
Yani, ne söylerseniz söyleyin;
“Meramınızı güzel anlatın!”
Geçenlerde gittiğimiz İran’da; bir yanımızda İlber Ortaylı hoca, bir yanımızda da Cengiz Çandar olunca, onların “zevkli atışma”larını zevkle dinleme imkânımız oldu.
Bir gün, her ikisi de bir “Arap ülkesi”ndeymişler... “Sigara” içmeye niyetlenmişler ama yanlarında “kibrit” yok!..
Girmişler bir dükkâna...
İlber Ortaylı hoca, uzun cümlelerle “kibrit”i tarif etmeye uğraşıyor.
Ama, Arap anlamıyor!..
Nihayetinde, Cengiz Çandar giriyor devreye ve “Kibrit” diyor.
Arap da, çıkarıp veriyor kibriti!..
İran’da, işte bunu hatırlatıyorlardı birbirlerine...
İlber Hoca, kararlı ve ısrarlıydı;
“Her ne olursa olsun, yine de ağzınızın tecvidini bozmayın!”
Tamam, “tecvid”i bozmayalım ama;
Yanan kavuğu ne yapacağız,
Kibriti nasıl isteyeceğiz?..
Ya da;
Şu “Ergenekon”u nasıl anlatacağız?.
Cümlelere “özen” gösterip, yazımızı uygun “terkip”lerle süslemeye kalksak, o zamana kadar ya “stadyum”lara doldurulup sorguya çekiliriz, ya da “Anıtkabir nöbetleri”nden gına gelir!..
BUNLAR, NASIL GAZETECİ?
En iyisi mi;
“Osmanlıca” ve “moda ağız”ları harmanlayıp, meramımızı anlatmaya çalışalım.
Efendim, mirim, üstadım;
Bu ülkede “gazeteci milleti”nin köküne kıran girmiş olmalı ki; bir zamanlar ekran ekran dolaşan Çetin Doğan’ı karşılarına alıp, “savunma” yapmasına çanak tutuyorlardı.
Meselâ, Çetin Doğan, ortaya çıkan “ses kaydı”nda diyordu ki; “İnsanları büyük stadlara dolduracağız!”
O ses kaydını dinleyen Çetin Doğan, şöyle savunuyordu kendisini;
“Ne olmuş yani?.. Bunlar darbe hazırlığı filan değil ki!.. Bunlar, deprem, sel ve yangın gibi afetlerde uygulanacak felâket senaryosu!.. Bunlar darbe plânı filan değil!”
Hiç unutmuyorum...
Çetin Doğan; “kargaları bile münasip yerleriyle güldürecek” bu savunmayı yaparken, bir Allah’ın kulu da çıkıp, şunu dememişti;
“Peki ama paşa!.. O cümlenin hemen devamında; stadlara dolduracağınız o insanları sorguya çekmekten ve cezaevine sevk etmekten bahsediyorsunuz?
Ne yani; deprem, sel ve yangına maruz kalan insanları, bir de sorguya çekip, hapse tıkmak, neyin nesi?.. Bu ne biçim harp oyunu, bu ne biçim felâket senaryosu?”
AYOL, BU MU DARBECİ?!?
O günlerde bunu sormayan “darbesever”ler; Oda TV’nin basılıp, Soner Yalçın’ın tutuklanmasından sonra ne dediler biliyor musunuz;
“Ayol, bu adam mı darbeci?..
Ayy şekerim, çatlasam da inanmam onun örgüt üyeliğine!.. Ayy kıızz, bunlar dedikodu!.. Bunları leş kargaları uyduruyor!”
Böylelerine, “Ayol, sen hangi galakside yaşıyorsun?.. Kardiş, sen uzayın hangi derinliklerinde, başını hangi kuma gömdün?.. Kııızzz, kulaklarına yine walkman kulaklığı mı taktın?” diye sormak lâzım.
Heyy ciciş, heyy şekerim,
Ayol, sen bilmez misin ki;
Bu ülkede “faili meçhul”ler oldu!..
Bu ülkede, insanlar “asit çukuru”na atılıp, hücrelerine varıncaya kadar yakıldı!..
Bilmem duydun mu ciciş;
Güneydoğu’daki araştırmalarda “114 toplu mezar” tesbit edilmiş, açılan 26 toplu mezarda “171 kişinin kemikleri” bulunmuş!.. Daha, “binlerce kişi”nin kemikleri toprak altındaymış!..
Ayol şekerim;
Bu ülkede “Danıştay’a baskın” yapıldığında, 27 Nisan gecesi “e-muhtıra” verildiğinde, topraktan “şüheda” değil “mermi ve bomba” fışkırdığında, “cuntacı”lar koltuk altlarına sıkıştırdıkları “darbe plânları” ile ortalıkta dolaştığında, “darbe plânlarının ses kayıtları” internet ve televizyonlara düştüğünde, sen ne yapıyordun acep?..
Hadi söyle ayol;
“Bir elinde cımbız, bir elinde ayna, umurunda mı dünya” deyip “kaportanı düzeltmek”le mi meşguldün, yoksa “walkman kulaklığı”nı takmış, “cıstak... cıstak” müziği mi dinliyordun!..
ODA TV’DEN TALİMATLAR!
Ayol, ne âlem kızsın;
Allah bilir ya; senin, Oda TV’ye yapılan baskında, “Ulusal Medya 2010” isimli bir belge ele geçirildiğinden ve o belgede şu “ayrıntı”ların bulunduğundan da haberin yoktur:
“Ergenekon soruşturmalarına destek veren medya organlarına “yandaş medya” damgası vurulmalı... Bunlar yıpratılmalı, yıldırılmalı... Operasyonların siyasal olduğu, bu operasyonların TSK ve yüksek yargıya karşı yürütüldüğü tezi sürekli işlenmeli... Dava dosyasındaki küçük hatalar soruşturmanın geneliyle özdeşleştirilecek... Davaların tertip olduğu işlenecek.”
Kız, ne âlemsin sen!..
Hadi, kulağına “walkman kulaklığı” taktın, peki “iki omzunun arasındaki organ” nerede?.. Yoksa, onu da “plaj kumları”na mı gömdün?..
Biliyorum, içinde bulunduğun “aşağılık kompleksi”nden kurtulmak için, “saç”larını “sarı”ya boyattın!..
Aaa, ne güzel oldun kııızzz...
Ama; saçlarını sarıya boyattın diye “aptal sarışın” olmak zorunda mısın?..
Bu yapılanların “gazetecilik” değil, “darbecilik” olduğun hâlâ kavrayamadın mı?..
Bunların “organize işler” olduğunu hâlâ akledemedin mi?..
GİZLİ KAMERA VE BÖCEK!
Oku gazeteleri, bak ne yazıyorlar;
“OdaTV’den çıkan 69 ve 72 sıra numarasıyla sınıflandırılan CD’lerde Genelkurmay Başkanlığı internet sitesinde 27 Nisan 2007’de yayımlanan Genelkurmay bildirisini değerlendiren üst düzey AKP’lilerin görüntüleri bulunuyor.
Görüntülerden elde edilen bilgiye göre, e-muhtıra tartışmalarının hâlâ gündemdeki yerini koruduğu 10 Haziran 2007’de, dönemin bakanları Ali Coşkun, Cemil Çiçek ve Abdulkadir Aksu, Genel Başkan Yardımcısı Necati Çetinkaya’nın makam odasından çıkarak bir mekânda yemek yedi. Bu lokantada üç saati aşkın süren görüşme, içeriye yerleştirilen gizli kamera ve böcek diye tabir edilen ses alıcısıyla kayda alındı.”
Söyle be şekerim;
Bu yapılanın neresi “gazetecilik”tir?.
Neresi “muhalif”lik, neresi “yazar”lıktır?..
Bu adamlar “çiçek”ten, “böcek”ten bahsetmiyorlar ki, elalemi dinlemek için “kamera” ve “böcek” yerleştiriyorlar lokantaya!..
Biliyorum, sen buna da inanmazsın!..
Zaten, öyle diyorsun ya;
“Çatlasam da inanmam!”
Güzelim, cicişim, aptal sarışınım;
Söyle, neye inanırsın sen?..
VİRÜS NEREYE GİRDİ?
Haa, anladım...
Sen bu “kamera”lara, “böcek”lere inanmazsın ama, “bilgisayar virüsleri”ne inanırsın değil mi?..
Sahi be, benim hiç aklıma gelmemişti... “Sarışın”sın ama, demek ki “aptal sarışın”lardan değilmişsin!..
Nasıl da anladın;
O “kamera” ve “böcek”leri, oraya Soner Yalçın’ın değil de, “benim” koyduğumu!..
Çok uyanıksın, çook!..
Gözünden de hiçbir şey kaçmıyor!..
Bütün bunları, “yandaş medya”nın yaptığını, bir bakışta anladın...
Bak ciciş, sana bir sır vereyim mi?..
Hani o “toprak altından fışkıran” mermiler, bombalar ve cephane vardı ya; onları da “yandaş medya” tezgâhlamıştı, biliyor musun?!?.
Hani, “Soner Yalçın’ın bilgisayarı”nda elegeçirilen “dosya”lar varmış ya, o dosyalarda şunlar yazıyormuş ya;
¥ “Nedim’in emniyet bağlantıları önemli. Devam ettirsin. Hanefi ve ekibini çok iyi tanıyor. Nedim ile Hanefi’nin Dink konusundaki görüş ayrılıkları gündem yapılmamalı. Hanefi’nin üzerine çok fazla gidilmemeli.”
¥ “Hanefi’nin kitabı ne durumda? Referandum öncesi yetiştirilmeli. Nedim’i sıkıştırın, hızlandırsın.”
¥ “Referandum sürecinde cemaati yıpratmalı ve kamuoyu üzerinde güvenilirliğini azaltmalı.”
¥ “Hanefi kullanılmalı. Böyle bir şeyi kendini ortaya koyarak teklif etmesi önemli. Avcı ile direkt görüşmeyelim. Yayın sonrası dürüstlüğü ön plana çıkarılmalı. Sabih üstat, ‘İlhan Cihaner olayı kitapta muhakkak işlenmeli...’”
¥ “Cihaner’i bayraklaştıralım. Doğu; Hanefi’nin ağzından, Ergenekon’un boş bir dava olarak anlatılmasını sağlamalı, polisteki ve savcıdaki F tipi vurgusu iyi kurgulanmalı.”
Biliyorum, inanmıyorsun bunlara!..
“Çatlasan da, patlasan da” inanmazsın zaten!..
Eskiden olsa, “kılıf” hazırdı!..
Derdin ki;
“Polis içindeki F Tipi koydu!..
Asker içindeki şebeke koydu!”
“Acaba şimdi ne diyecek?” diye, “ciğer yemiş kedi” gibi kırmızıya boyadığın “rujlu dudak”larından dökülecek cümleleri merak ediyordum ki; bravo sana, yine bir kılıf buldun;
“Haa, o dosyalar mı?.. O dosyalar var ya; Soner Yalçın’ın bilgisayarına bir virüsle gönderilmiş!.. Öyle bir virüs ki, o dosyaları bilgisayara bırakıp, birkaç saniyede imha etmiş kendini!.. Jet hızıyla girip, dosyaları bıraktıktan sonra, anında kaybolmuş!..”
Öyle mi ciciş?..
Polisteki “F tipi yapılanma” ve asker içindeki “şebeke”den sonra, şimdi de “virüs” bahanesine mi sarıldınız?.. O virüs, senin kafana girmiş olmasın sakın?!?.
Kusura bakma be canişko;
“Sarı” saçların, seni bu kadar da “aptal” yapacağını rüyamda görsem inanmazdım!..
Hani, yazar demiş ya;
“Eteğini bacağının arasına sıkıştırıp terliklerini şıplata şıplata en düşük düzeyde tartışan beyinlerin eline mi kaldı bu meslek?
Ya da, en adi sokak ağzıyla sağa sola çemkiren oğlanların eline mi kaldı?”
Maalesef, öyle gibi!..
Artık “adam” olun, “madam” olun da;
“Ağzımın tecvidini bozdurmayın!”
Size lâf anlatmak,
Deveye hendek atlatmaktan zormuş be!
=============
Allâme olsan ne yazar?
Hani; “Koyun can derdinde, kasap et derdinde” diye bir atasözümüz var ya; Kılıçdaroğlu’nun yaptığı, tam da “kasap”lık!..
Malûm; Libya’da, “ayaklanma”nın da ötesine geçmiş bir “iç savaş” yaşanıyor!.. Kaddafi; parayla tuttuğu “kiralık katil”lerle kendi halkını öldürtüyor, “savaş uçakları” ile Trablus’u bombalatıyor... Trablus’un, adeta “ceset tarlası”na döndüğü haberleri geliyor.
Dahası; Libya’da “25 bin civarında işçimiz ve işadamımız” var... Bizim için “öncelikli” olan; onların “can”larını kurtarmak... “Uçak”larla ve “gemi”lerle onları kurtarabilirsek, rahat nefes alacağız.. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bütün derdi, “25 bin can”ı bir an önce kurtarmak!..
Evet, Erdoğan “can” derdinde, Bay Kılıçdaroğlu ise “rant” derdinde!..
Demiş ki; “Mısır”daki halk ayaklanmasında Mübarek’e çağrıda bulunmuştun, Libya’ya niye sessiz kaldın?.. Libya’dan İnsan Hakları Ödülü aldığın için, onun hakkını mı veriyorsun?!?”
Düşünebiliyor musunuz; adam, bu “kanlı olay”dan da “siyasi rant” elde edebilmenin derdinde!..
Hem de; “Libya’da 25 bin Türk” bulunduğunu, o ödülün de “Filistin duyarlılığı” dolayısıyla verildiğini bile bile!..
Kusura bakmasın ama;
Bunun adı “ucuzculuk”tur, “basitlik”tir... Bir de kalkmış; “Ben Maliyeciyim, ben hesap bilirim” diyor!.. Sen, “25 bin can”ın hesabını yapmaktan acizsen, “allâme” olsan ne yazar?!?..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi