Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

26 Ocak 1970’ten 1 Mart 2011’e... Zikzaksız bir çizgi!

26 Ocak 1970’ten 1 Mart 2011’e... Zikzaksız bir çizgi!

“Kıyaslama” yapmak belki doğru değil... Ama, bu soru, dün televizyonlara çıkan konuklara da soruldu: “Hangi cenaze töreni daha kalabalıktı?.. Özal’ınki mi, Erbakan’ınki mi?”
Hemen herkesin “ittifak”la ifade ettiği gibi; Erbakan Hoca’nın cenaze törenine katılım “daha fazla”ydı...
“Yüzbinler” diyordu televizyonlar.
Ama, bana kalırsa;
“1 milyon civarında”ydı...
Hatta, 1 milyonun da üstünde!..
2 milyona yakın!..
Cenaze namazının kılındığı Fatih Camii ile defnedileceği Merkez Efendi Mezarlığı arasındaki “5-6 kilometrelik” mesafe, “tam 2.5 saatte” katedilebildiğine göre, “izdiham”ın ve “sevgi seli”nin büyüklüğü kendiliğinden ortaya çıkar.
Kaldı ki;
Böylesine büyük bir katılım da, normaldir... Zira; rahmetli Turgut Özal’ın siyasi hayatı “10 yıl” sürdü...
Oysa Erbakan Hoca, 42 yıl boyunca, bu toplumu yoğurdu, bir “gergef” gibi işleyip, bu anlamda “arkasından yürüyecek kitleleri” hazırladı...
O BİR “DİRENİŞÇİ” İDİ!
Son derece “anlamlı bir tören”di.
Zaten, “ölüm günü” de anlamlıydı... Öyle bir günde dünyaya gözlerini yumdu ki; ertesi gün “28 Şubat’ın 14. yıldönümü”ydü!.. “Yeni bir 28 Şubat” görmeye tahammülü yoktu!..
27 Şubat’ta yumdu gözlerini!
Erbakan Hoca’yı tanıyanlar bilir;
O, “inatçı” biri değildi!..
Ama, “direnişçi” idi!
Öyle bir “direnişçi” ki;
Kurduğu parti kapatıldığı gece, yeni bir parti kurdu... Hatta, “kapatılmayı” da beklemeden, “yeni bir parti” kurdurup, onunla devam etti yoluna...
Hemen herkesin;
“Gördünüz ya; bu iş siyasetle olmuyor, başka yollar arayalım” dediği bir dönemde, çareyi yine “siyaset”te aradı.
Devrildi.. Yine kalktı ayağa!..
Yıkıldı... Yine doğruldu!..
Dile kolay, tam 42 yıl!..
Kurduğu 4 parti kapatıldı ama o hiç yılmadı... “Dindar kitle”lere “sabretmeyi” öğretti, “direnmeyi” öğretti ve onları hep “meşru zemin”de tuttu.
Hani, son günlerinde demiş ya;
“Ben, öldükten sonra; canıyla, malıyla İslâm’a hizmet etmiş bir mü’min olarak anılmak isterim.”
Öyle yaptı, öyle anılacak.
85 yıllık ömrünü “İslâm Dâvâsı” uğrunda harcadığına şahadet ederiz.
Erbakan Hoca;
Evet “yerli” idi, “milli” idi.
Ama aynı zamanda;
“Devletçi” idi...
Bu yüzden de, “devlet”le hiç kavga etmedi, “devlet aleyhinde” hiç söz söylemedi.
“En çok mağdur edildiği” 28 Şubat sürecinde bile; kendisini iktidardan alaşağı edenler “askerler” olduğu halde, toz kondurmadı “asker”lere... Tam aksine; “Ordu, bizim gözbebeğimizdir” dedi.
“28 Şubatçı askerler” anlayamadı onu!..
“İç düşman” gördüler!..
“Tehdit” olarak algıladılar.
ASKER, “ÖZÜR” MÜ DİLEDİ?
Aradan geçen “14 yıl”ın sonunda ise, “tarihin cilvesi”ne bakın ki; Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner’in, yayınladığı “taziye mesajı”nda, Erbakan için; “Değerli bilim ve siyaset adamı olarak, ülkemize yaptığı büyük hizmetleri daima hatırlanacaktır” ifadesini kullanması, dünkü cenaze törenine ise 1. Ordu Komutanı Hayri Kıvrıkoğlu’nun katılması, birer “özür” ifadesidir!..
Düşünebiliyor musunuz;
14 yıl önce “Postmodern darbe” yapan, “Demokrasiye balans ayarı yaptık” diyen asker, bugün Erbakan için “taziye mesajı” yayınlıyor, O’nun “cenaze töreni”ne katılıyor.
Bir “özür”dür bu!..
Bir “pişmanlık ifadesi”dir!..
Aynı zamanda, “askerdeki zihniyet değişimi”nin de göstergesidir.
Ama, tüm bunlar; “Postmodern darbe”yi yapan “28 Şubat cuntası”nın yargılanması gerektiği gerçeğini değiştirmez...
Zira;
Dün Erbakan Hoca’nın ardından “gözyaşı” dökenler, 28 Şubat sürecinde kan ağlamışlardı!..
Dün, bir “garip tecelli”ye daha şahit olduk. “Sembolik bir anlam” ifade etse de; cenaze törenine, beraberindeki komutanlarla birlikte 1. Ordu Komutanı Org. Hayri Kıvrıkoğlu’nun da katılması; ister istemez Hüseyin Kıvrıkoğlu’nu hatırlattı.
O, Hüseyin Kıvrıkoğlu ki;
1998’de Genelkurmay Başkanı olduktan sonra, “28 Şubat bin yıl yaşayacak” demişti!..
Dün ise, bir başka Kıvrıkoğlu, yani “Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun yeğeni” Hayri Kıvrıkoğlu vardı Fatih Camii’nin avlusunda...
Siz, ne dersiniz;
Bir “garip cilve” değil mi?..
O, ZEKİ BİR İNSANDI
Erbakan Hoca; “zeki” bir insandı... O kadar “zeki”ydi ki; İstanbul Teknik Üniversitesi’ne “sınavsız” girme hakkı olduğu halde sınava girmiş, “olağanüstü başarı” göstermiş ve üniversiteye “1. sınıf”tan değil, “2. sınıf”tan başlamıştı...
“Zekâ”sına, herkes parmak ısırırdı... İsmet İnönü bile hayranmış onun “zekâ”sına!..
O kadar hayranmış ki;
Bir defasında; “Cumhuriyet’ten bu yana bir tek adam yetiştirdik, o da dinci oldu” demiş!..
Evet, “zeki” bir insandı Hoca...
Ama, aynı zamanda “espritüel”di!..
“Mizah” severdi!..
Bazı siyasilerin saatlerce konuşup anlatamadığı bir meseleyi, “tek cümle” ile özetlerdi!..
Meselâ “Gulu Gulu dansı”, meselâ “kadayıfın altı” ifadesi, onun “mizahi yönü”nün ne kadar kuvvetli olduğunu gösterir!..
Zaman zaman güldürürdü insanları!..
Ama, güldürürken düşündürürdü...
“Espritüel” olduğu kadar “entellektüel”di!..
Meselâ, derdi ki;
¥ “Fırtınalara yön veren, kelebeklerin kanat çırpışıdır!
¥ Bizim Davamızda kimse kendi için yaşamaz. Herkes kardeşi için yaşar... Menfaati öldürmenin en kolay yolu budur.
¥ Namaz dinin direği, cihad ise zirvesidir. Biz siyaset değil cihad yapıyoruz.
¥ Müslüman, Hakkın hakimiyeti için “motor”, Şerrin yok olması için “fren” olma görevlisidir.
¥ Bir çiçekle bahar olmaz. Ama! Her bahar bir çiçekle başlar.
¥ Irak’ta ölen bir çocuğun vebalini, yedi sülaleniz alnını secdeden kaldırmasa da ödeyemeyecektir.”
Ne enteresan değil mi;
Dün, “son espri”sini yaptı Hoca!..
14 yıl önce, onu “iktidardan kovan”ları, peşinden getirip, Fatih Camii avlusunda saf tutturdu!.
“28 Şubat’ın rövanşı”nı,
“1 Mart”ta aldı!..
“Büyük Millet Meclisi” ile yapamadığını,
“Büyük Millet”le yaptı!..
OĞUL VE TALEBE YAN YANA
“Kimler”in katıldığını, “neler” söylediklerini haberlerimizden okuyacaksınız...
Ama, benim için “en güzel tablo” cenaze namazında, Başbakan Tayyip Erdoğan ile Hoca’nın oğlu Fatih Erbakan’ın omuz omuza olmasıydı.
Bir yanda evlâdı, bir yanda; oğlunun adını bile Necmettin koyan talebesi!..
Omuz omuza!..
Hayır, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü, TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’i ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile Cemil Çiçek’i unutmuş değilim.
Ama, ne bileyim;
“Necmettin’in oğlu” Fatih ile “Necmettin’in babası” Erdoğan’ı omuz omuza görmek, son derece duygulandırdı beni.
Bugüne kadar “Meclis Kürsüsü”nden birlik ve beraberlik çağrıları yapan Erbakan Hoca; bu defa “musalla kürsüsü”nden hitap etti ve çağrısı karşılık buldu...
Çünkü, cenaze törenine “dünyanın dört bir yanındaki Müslüman temsilcileri” katıldı... Bir, “birlik tablosu” oluşturdular.
Fatih Erbakan’ın konuşması da güzeldi.
“Baba”sını anlatırken;
“İslâm’ın sadece namaz ve oruç demek olmadığını, İslâm’ın Allah yolunda cihad etmek olduğunu, İslâm Birliği’ni kurmak için çalışmak olduğunu öğretti bize... O; malıyla, canıyla İslâm için mücadele etti... Biz kendisinden razıyız, Allah da ondan razı olur inşaallah.”
“HUZUR” İÇİNDE YAT!
“İslâm” dedim de, aklıma geldi.
Yıl, 26 Ocak 1970.
Milli Nizam Partisi’nin kuruluş günü... Bu tarih, aynı zamanda “dindar insanlar”ın ilk defa “kendi başlarına örgütlendiği” ve artık “sığıntı” olmaktan, artık “yanaşma” olarak görülmekten kurtulduğu gündür.
Partinin kuruluşu, bir “beyanname” ile duyurulur kamuoyuna... Beyannamenin “ilk cümle”si şudur:
“Allah’ın; Hakkı tutma, iyiyi sağlama ve kötüyü menetme yolunda bulunmak üzere seçtiği mümtaz ve aziz milletimiz!..”
“Çıkılan yol belli”dir!..
“Amaç” bellidir, “hedef” bellidir!..
Beyanname, şu cümlelerle sona erer:
“Cenab-ı Hakk’tan; milletimize özlediği huzur, saadet, refah ve selâmet dolu Milli Nizam’ı nasip etmesini dileriz.”
Cümledeki inceliğe bakar mısınız;
Huzur, Saadet, Refah ve Selâmet!..
Ne ilginç değil mi;
26 Ocak 1970’te yayınlanan “beyanname”deki 3 kelime; Milli Nizam Partisi kapatıldıktan sonra kurulan partilerin isimleri olmuştur!..
Milli Selâmet Partisi,
Refah Partisi
Ve Saadet Partisi...
Düşünebiliyor musunuz;
1970’te parti kuran Erbakan Hoca, “40 yıl sonrası”nı bile düşünmüş ve “istikamet”ini taa o günden tayin etmiş...
Gördüğünüz gibi; 3 kelimeden geriye bir tek “huzur” kelimesi kalmış!..
Onu da;
Herhalde kendine sakladı.
“Huzur” içinde yat Hocam.
Çok “sıkıntı”lar yaşadın, çok “meşakkat”ler çektin, çok “badire”ler atlattın.
Şimdi “Huzur”a erdin Hocam.
Ahiretin “huzurlu” olsun!..
============
Ekrandaki “cahil”ler!
Ben izleyemedim ama, “televizyon”ları izleyen okurlarım söylediler... Hayli sinirliydiler; “Ömrü boyunca İslâm Birliği diyen Erbakan Hoca’yı anlatmak, İslâmi kavramlardan habersiz adamlara mı kaldı?” deyip, ekliyorlardı:
Cami avlusundaki insanlar, cenaze namazını beklerken, bir yandan da “tekbir” getiriyorlar... “Tekbir” sesleri ekrandan da duyuluyor.
O an ekranda Erbakan Hoca’yla ilgili konuşan bir gazeteci; “Allahüekber, Allahüekber” seslerini duyunca diyor ki; “Aaa, ben biliyorum bu ilâhiyi!!!.. Çok güzel ilâhidir!!!”
Adama bak!..
“Tekbir”in “ilâhi” olduğunu sanacak kadar din cahili!..
Ya, bir başkasına ne dersiniz?..
Cenaze töreninden “canlı yayın” yapılıyor ya; okunan Kur’an-ı Kerim’i bizler de duyuyoruz.
“Sunucu” ne dedi biliyor musunuz;
“Sayın seyirciler, sizleri Fon Müziği ile baş başa bırakıyoruz!”
Şu hâle bakın, adam “Kur’an sesi”ne o kadar yabancı ki; onun bir “fon müziği” olduğunu sanıyor!..
Ne diyeyim?..
“Cehalet”in bu kadarı, ancak “okumak”la olur!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi