Özgürlük ve demokrasi ya herkese, ya hiç kimseye!
önce, bütün “aidiyet”lerden sıyrılarak, yani bir “görüş yanlısı” olmadan, “objektif” biçimde bir “durum tesbiti” yapmak için soralım: 1 Mayıs günü meydana gelen olayların sorumlusu DİSK ve KESK midir, yoksa “Hükümet” veya “polis” mi?..
Soruyu uzatalım: “Tazyikli su” sıkmakta veya “gaz bombası” atmakta, yani moda tabiriyle “orantısız güç” kullanmakta/kullandırmakta, “Hükümet!.. İçişleri Bakanı!.. İstanbul Valisi... İstanbul Emniyet Müdürü!” ve “polis” suçludur da, “Taksim fetişizmi” içindeki “sendikalar”ın ve Taksim’e çıkan yolları bir “savaş alanı”na çeviren “yüzleri peçeli provokatör”lerin ve “marjinal örgütler”in hiç mi suçu yoktur?..
Hiçbir “yorum”da bulunmadan, “durum tesbiti” yapmaya devam ediyoruz: Beyoğlu’nda bir “okul”un bahçesinde bulunan “17 adet molotofkokteyli”ni hazırlayan “işçi”(!)mizin amacı “Taksim’i kana bulamak” mıydı, yoksa bu “oyuncak”(!)larla “havai fişek gösterisi” yapmak mıydı?..
“Ergenekon Caddesi”nin “kaldırım taşları”nı söküp, küçük parçalara ayırdıktan sonra “polis”in üzerine fırlatanları anlamaya çalışır ve bunu bir “öfke patlaması” olarak değerlendirebilirim!..
Koca koca “çiçek saksı”larının parçalanıp, bir “silah” olarak kullanılmasını da anlayışla karşılarım!..
Amma velâkin;
Taksim’e “talep”lerini dillendirmek, “tepki”lerini göstermek ve belki de “slogan atmak” için geldikleri iddia edilen “gösterici”(!)lerin, oraya “sapan”larla, oraya “molotofkokteylleri” ile yani “hazırlıklı” gelmeleri nasıl izah edilir!?!..
Belli ki;
Bu adamların derdi “talep” dillendirmek veya “tepki” koymak değil!.. Bu adamlar, “provokasyon” amacıyla ve “hazırlıklı” gelmişler oraya!..
Dolayısıyla;
“ön yargılı” ve “ön hazırlıklı” bu adamlara “gösterici” denilerek üzerlerine “masumiyet şalı” geçirilemez!..
Ne yani;
Onlar “emekçi”dir de, “polis” emekçi değil midir?..
Onlar, tam da “uyarı”larda ifade edildiği gibi; “taş”ları, “sopa”ları ve “molotofkokteylleri”ni “silâh” olarak kullanacak birer “provokatör”dür!..
Hiç kimse, “göstericiler” veya “emekçiler” filan diyerek, onların üzerine “masumiyet şalı” örtmeye kalkmasın!..
Onlar “provokatör”dür!..
Onlar, “Marksist militan”dır!..
Hiç kimse kusura bakmasın;
“Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” sözündeki gibi; “gösterici” diyerek onları “masum” göstermeye çalışanlar da, “onlardan”dır!..
“SOL” DEDİĞİNDE, HEP OLACAK MI?
Durumu böyle tesbit ettikten sonra, gelelim DİSK ve KESK’in, “fetişizm” derecesindeki “Taksim ısrarı”na!..
Düşünebiliyor musunuz;
Bu ülkenin Başbakan’ı, “işi başından aşkın” olduğu halde, “sendika başkanları”na saatlerini ayırıyor ve onlara; “Gelin, güzel bir şey yapalım!.. Anma törenini Taksim’de, mitingi bir başka alanda yapın!” diye dil döküyor ama bazı “sendikacı”lar diretiyor;
“Hayır!.. Bizim için Taksim Meydanı’nın özel anlamı var!.. Yasalar izin versin veya vermesin; biz Taksim’e çıkacak ve orada miting yapacağız!.. Gerekirse yasa filan tanımaz, dediğimizi yaparız!”
Yaptılar!..
ülkenin içine yaptılar!..
Benim anlayamadığım şu:
“Solcu... Sosyalist... Ve Marksist”ler herhangi bir talepte bulunduğunda, bunlar, “emriniz olur” denilip, hemen yerine getirilmek zorunda mıdır?..
Onlar “Zina serbest olsun” der;
“Biz hayvanlar gibi özgürce sevişmek istiyoruz” der, anında yerine getirilir istekleri!..
Onlar, “İçki sınırlaması olmasın” der, karar o paralelde çıkar!..
Bunlar gibi, yığınla örnek!..
İyi, hoş da;
Bunların “boklarında gök boncuk” mu var ki; her dedikleri oluyor!..
Olmaya mecbur mu?..
Neymiş;
“1 Mayıs’ı illâ da Taksim Meydanı’nda kutlayacaklar”mış!..
Devlet, “olmaz” diyor;
“Taksim’e izin yok!”
“Ama” deyip, ekliyor;
“çağlayan, Kazlıçeşme veya Kartal’da kutlayabilirsiniz!”
Yani, bir “alternatif” sunuyor!..
Hele düşünsenize;
“Katsayı zulmü”nün mağduru “İHL öğrencileri”ne ve “başörtüsü yasağı”nın mağduru kız öğrencilere böyle bir “alternatif” de sunulmuyor!..
Mesela denilmiyor ki;
“Devlet üniversitelerinde yasak ama, özel üniversitelere gidebilirsiniz!”
Evet, “dindar” insanlara böyle bir “alternatif” sunulmuyor!.. Hoş, sunulsa da, en başta “bu sendikalar” karşı çıkar ya!..
Ama, “kendilerine” gelince;
“özgürlük ve demokrasi!”
Sevsinler bunların “özgürlükçü”lüklerini, sevsinler bunların “demokratlık”larını!..
DARBE DESTEKçİSİ DEMOKRAT!!!
Sanki “28 Şubat süreci”ne, daha doğrusu “28 Şubat darbesi”ne destek veren ve “Beşli çete” içinde yer alan bu DİSK değildi!..
Neymiş?.. Taksim’de miting yapıp, “derin devlet”e ve “12 Eylül cuntası”na meydan okuyacaklarmış!..
Gel de, gülme!..
Başında Bayram Meral’in bulunduğu Türk-İş,
Başında Fuat Miras’ın bulunduğu TOBB,
Başında Refik Baydur’un bulunduğu TİSK,
Başında Derviş Günday’ın bulunduğu TESK
Ve başında Rıdvan Budak’ın bulunduğu DİSK değil miydi “28 Şubat cuntası”na destek veren!..
Dahası da var;
Bu “Beşli çete”nin liderleri 3 Aralık 1998’de biraraya gelerek “ortak bildiri” yayınlamışlar ve “Meclis’e dayatma”da bulunmuşlardı:
“Ecevit Hükümeti’ne güvenoyu verilsin!”
Ne enteresan değil mi;
Kendisine “hükümeti kurma” görevi verilen Ecevit, seçimlerden “dördüncü parti” olarak çıkmıştı!..
Kısaca ifade etmek gerekirse;
Bunlar “özgürlük” derler, “darbe”leri ve “cunta”ları desteklerler, “demokrasi” derler, “zurnanın son deliği”nin başa geçmesini isterler!..
Sadece “kendine demokrat” ve sadece “kendine özgürlükçü”dür bunlar!..
BAŞöRTüLüYE KAMUSAL ALAN!
Alın işte, “Taksim Meydanı yasak” denilmesine rağmen, yürümeye kalktılar ve olanlar oldu...
Dediler ki;
“Her şeye ve herkese açık olan Taksim Meydanı işçilere kapalı olamaz!.. Biz bu yasağa uymayacağız!”
Böyle konuşanların, “kamusal alan dayatması”nda bulunanlarla “aynı görüşte” olması son derece enteresan!..
Bakın, geçmişten bir örnek vereyim:
Dönemin YöK Başkanı Erdoğan Teziç, 10 Temmuz 2004 günü yanına AA muhabirini almış ve aynen şunları söylemişti:
“örneğin biz şu anda parktayız. Siz, benim yanımda tesettürlüsünüz ve yürüyoruz. Park gibi özel bir alanda ilerliyoruz. Bir olay var ve polis kimlik kontrolü yapıyor. Bizi de durdurdu, kimlik görmek istedi. Siz çıkardınız kimliğinizi...
Ancak kolluk kuvveti, ‘Sizi, üstünüzdeki giysi nedeniyle tanımakta güçlük çekiyorum’ dedi.
Orada birden bire kamusal alan oluşmaya başlar. Onun için işlevseldir!.. Böyle bir durumda; kişinin, giysi biçimini kolluk kuvvetinin kendisini tanıyabileceği biçime dönüştürmesi gerekir!..
Bir devlet faaliyetinin yapıldığı alanda, bireyler, inançlarına dayalı hususları dışlaştıramazlar.”
Bunları söyleyen zat; ne yazık ki, “YöK Başkanlığı” gibi, önemli bir koltuğu işgal etti uzun süre!..
İşte bu kafa;
İnsanların ortak kullanım alanı “park”ları bile “kamusal alan” ilan etti!..
Ellerinden gelse, “mütedeyyin” insanlara nefes aldırmayacak, “sokağı bile” yasaklayacak ve “hayat hakkı” tanımayacaklar!..
Peki, niye?..
“Türkiye’nin özel şartları!..
Laiklik!.. Cart, curt!..”
YA HERKESE, YA Hİç KİMSEYE!
Peki, bunu diyenlere ve bunu diyenlere destek verenlere sormaz mıyım ben;
“Başörtüsü yasağını” uygulamak için “üniversite”lerin “kamusal alan” olduğu bahanesine sarılanlar, aynı hassasiyeti Taksim için niye göstermiyor?..
Açık ve net söyleyeyim;
Bu “ilkesizlik”, bu “tutarsızlık”, bu “çifte standart” ve “keser” misali “hep bana, hep bana” anlayışı devam ettiği sürece, bu “ayrışma”, bu “kamplaşma” devam eder!..
Geçmişinde “28 Şubat darbesine destek” vermek gibi bir “sabıka” bulunan DİSK’in, bugün kalkıp da “özgürlük ve demokrasi” nutukları atmaya hakkı yoktur!.. DİSK’in de hakkı yoktur, ona destek veren “kartel medyası”nın da!..
Açık ve net söylüyorum;
Hiç kimsenin bokunda gök boncuk yok!..
“özgürlük ve demokrasi” sadece DİSK’e değil, “herkese” olmadığı sürece bu kavga sürer!..
Ve bu kavganın galibi de olmaz!..
---------------
Laiklik “para”ya kadar!
Hani, “Düşmez kalkmaz bir Allah” deriz ya... Hani, “Herkesin bir hesabı vardır, ama Allah’ın da bir hesabı vardır ve O’nun hesabı asla şaşmaz” deriz ya... Hani, “Kınadıklarınız başınıza gelmedikçe can vermezsiniz” ilahî düsturuna iman ederiz ya, bunun böyle olduğu, bir defa daha tecelli etti.
“28 Şubat darbesi”nin önde gelen isimlerinden çevik Bir’in “Sincan’da tanklar” yürütüldüğünde “Demokrasiye balans ayarı yaptık” demesi, unutulmaz!.. çevik Bir ve arkadaşlarının, “kebapçı”ları bile fişleyip, “kara liste”ler düzenledikleri de unutulmaz!..
İşleri-güçleri “mütedeyyin insanlar”la mücadele etmek ve onlara “hayat hakkı” tanımamaktı!..
Şu işe bakın ki; 10 yıl önce “mütedeyyin insanlarla mücadele” eden çevik Bir, şimdi “mütedeyyin insanlara hizmet” veren bir kuruluşun “istişare heyeti”nde görev almış!..
Demek oluyor ki; “Laikçilik” de, “Atatürkçülük” de, “Rejim” de hep hikâye imiş!..
“Paranın yüzü, gerçekten de tatlı”ymış!..
“Laiklik” de, “ilke”ler de “paraya kadar”mış!..