Medyadaki telaş neden?
Memlekette muhalefet boşluğu sürüyor. 'Yeni CHP'nin de bu boşluğu dolduramayacağını anlayan malum medya işi yeniden kendi uhdesine aldı.
'Ana akım medya' değil, anamuhalefet partisi mübarek. 'Dördüncü kuvvet' olmakla yetinmek yerine 'birinci kuvvet' olmaya kararlı bir medya görüntüsü bu. Fikir vermekle kalmıyorlar, muhalefet adına gündem yaratma, kavram üretme ve gürültü çıkarma işlevlerini de üstleniyorlar.
Oda TV gibi marjinal yayın organlarından söz etmiyorum, 'ana akım' medyanın tutumu anlattığım. Bu elbette sebepsiz değil. Öncelikle bir grup bütün varlığını AK Parti'yi göndermek için seferber etmiş durumda. Hem içteki yayınları hem de dışarıdaki bağlantılarıyla 'topyekun savaş' havasındalar. 'Savaş'ı kazanmak zorunda olduklarını düşünüyorlar. Bir yandan 'medyadan çekileceğiz' sözlerini dolaşıma sokuyor, öte yandan hazirana kadar her şeyi deneyerek 'son şanslarını' da kullanmaya çalışıyorlar. Yani tam bir 'vuruşarak çekilme' stratejisi. Haziranda çekilmeyi gerektirmeyecek bir tablo çıkarsa ne âlâ, yoksa, 'keşke şu yolu da deneseydik' pişmanlığı yaşamak istemiyorlar. Bu çabalarında yalnız da değiller. Şöyle veya böyle AK Parti'nin ayağına bastığı bazı çevreler de aynı amaç için çalışıyorlar. AK Parti'ye karşı bir tür 'kutsal ittifak' kurulmuş vaziyette. Bunu her yerde görmek mümkün. Medyada, iş örgütlerinde ve siyasi mahfillerde benzer hedefler güdenlerin işbirliği yapmaları çok doğal. Doğal da, bizim kaygımız, yeni yeni güçlenmeye başlayan Türkiye demokrasisinin 'feda' edilme ihtimali... Bu 'ihtimali' tetikleyen şeylerden biri de Ergenekon soruşturmasında 'sıranın kendilerine geleceği' endişesi yaşayan 'büyük gazeteciler'. Mesleki dayanışma adına 'ön sıralarda' yürüyorlar ama, dertleri başka. Emir-komuta zinciri içinde nasıl haberler yaptıklarını, nasıl manşetler attıklarını, nasıl kasetler icat ettiklerini gayet iyi hatırlıyorlar. Fiili bir darbenin 'paydaş'ı olmaktan o zaman gurur duyuyorlardı da, şimdi ne yapacaklarını bilemiyorlar, sokakta ve sütunlarında slogan atmaktan başka.
Şimdi endişeliler çünkü son fiili darbe, 28 Şubat darbesi de yavaş yavaş mercek altına alınıyor. Darbeyi yapanın da 'post-modern' olarak nitelediği bir darbeydi bu. 'Post-modern'di çünkü silahlı kuvvetler kadar silahsız kuvvetlerce de yapılmıştı. Bir iktidar düşürülmüş, bir siyasi parti, binlerce dernek kapatılmış, Anadolu sermayesi sindirilmiş ve 'iktidar altın bir tepside' bir başka siyasi partiye sunulmuştu. Erbakan tehdit edilerek istifaya zorlanmış, darbeciler bakanlara, siyasetçilere 'kazığa oturtma' mesajları göndermişti. Bütün bunlar olurken de ekonomi yağmalanmış, bankalar hortumlanmış, kaynaklar uçurulmuştu.
Peki, medya neresindeydi bunun? Tam da göbeğinde...Ergenekon soruşturması başladığından bu yana 'olmamış bir darbeyi yargılayacağınıza, sıkıysa olan bir darbeyi, örneğin 28 Şubat'ı yargılayın' diyorlardı. Şimdi iş tam da buraya gelince tepkileri büyük oldu. Adeta 'ihtilal şartları oluşmuştur' havası estiriyorlar kendi medya mecralarında. Ergenekon'un son dalgası üzerinde bu kadar büyük gürültü kopmasının nedenlerinden birisi 28 Şubat'ın da soruşturma kapsamına gireceği beklentisi. Yani, Oda TV ve diğer gazetecilerin tutuklanmasına gösterilen tepkiler bir tür 'önleyici tepki' işlevi taşıyor. Dün birisi yazmıştı, hafta sonu İstanbul'da bazı gazetecilerin yaptığı gösterinin nedenini; 'aslında bir kendimiz için yürüdük' diyordu bu kişi. Doğru, en azından bunların bir kısmı kendileri için yürüdü. Muhabirler için ne kadar büyük bir tepki organize ederlerse, savcıların kendilerine dokunmasını o kadar engelleyebileceklerini düşünüyor, savcılara ve siyasete gözdağı vermeye çalışıyorlar.
Düşünün, muhabirler için içeride ve yurtdışında böyle bir tepki yaratılıyorsa, genel yayın yönetmenleri, Ankara temsilcileri ve haber müdürleri için kim bilir ne kadar büyük tepkiler gösterilir, değil mi? Verilmek istenen mesaj bu.
Mesele ne Yalçın, ne Şener, ne de Şık; birileri, darbecilerle çalışan, onların medya uzantısı işlevini gören birileri kendilerini korumaya çalışıyor. Kaldırılan toz bulutunun nedeni bu..