Referandum sonrası, seçim öncesi durum...
12 Eylül 2010 referandumundaki "evet" bize çok şey anlatır. Kilitlenen reform çabaları, duvara dayanan demokratikleşme gayretleri o "evet"le aşıldı. HSYK'da, Ergenekon hâkim ve savcılarını yerinden etme hamleleri, Anayasa Mahkemesi'ni, seçmen iradesine karşı bir tehdit odağı haline getirme çabaları ve AK Parti'ye yeni bir kapatma davası açılması hazırlıkları, hep o "evet"le püskürtüldü.
Vesayet sistemine karşı ilk defa, son sözü halk söyledi. Halk daha önce de iradesini sandığa yansıtıyor, ülkeyi yönetecek iktidarı belirliyordu. Ancak vesayetin sahipleri, her tarafa hâkim oldukları için ve bilhassa, siyaset ve medyadaki payandaları sayesinde, o iktidarların muktedir olmasını her defasında önlüyordu. Halk seçiyor, darbelerle vesayete ayar veriliyor, statüko daha da tahkim ediliyordu. Bu oyun, demokrasi tarihimizde ilk defa 12 Eylül 2010'daki referandumda bozuldu. Vesayetin özüne dokunuldu. Yüksek yargıdaki ideolojik kumpas bozuldu. Halkın demokratikleşme iradesi, vesayet zihniyetine bir balyoz gibi indirildi. Halk, demokrasideki gücünü ve yerini gördü.
Muhalefet partileri strateji hatası yaparak, referandumu AK Parti için bir güven oylamasına çevirdiler ve kaybettiler. Seçmen güvensizliği, onların hanesine yazıldı. İster istemez, referandum ile seçim arasında bir etkileşim zemini doğdu. Şimdi soru şudur: Referandumdaki demokratikleşme iradesi, üç ay sonra yapılacak genel seçime de damgasını vuracak mıdır?
Evet, kimileri; "neye evet dediklerini bilmiyorlardı" diyerek o kararlılığı hafife aldılar. Ama ben, yüzde 58'in "evet"ini, iradî bir demokratikleşme kararı olarak değerlendirenlerdenim.
Ergenekon ve Balyoz davalarının ortaya serdiği ciddi belgelere, silahlı kuvvetler içindeki fuhuş ve casusluk çetelerinin varlığına rağmen, vesayet sistemine payandalık edenler, özellikle medya ve siyaset ayağındakiler, direnmeye devam ediyorlar. Ancak bunun bedelini seçimlerde ödemeye hazır olmalıdırlar.
Ben, referandumdaki demokratikleşme iradesinin, 12 Haziran'daki seçimlere de damgasını vuracağına inananlardanım. Bana göre bu halk, o iradenin, ülkenin ve demokrasinin geleceği açısından ne yapacağını gördü ve geri adım atmayacaktır. Bence o irade, bu seçimin, bir sandık meselesi değil, yarınların kurtarılması meselesi olduğunun idraki içinde. Demokratikleşme sayesinde, istikrarın ve kalkınmanın devam edeceğini biliyor, görüyor. Bu benim okumam. Yanılıyor olabilirim, ama ben sırf bu iradeye güvendiğim için, 12 Haziran'da, iktidarı belirleyecek oy oranının yüzde 50'den aşağı düşmeyeceği tahmininde de bulunuyorum. Çünkü bu irade, "falan parti öne geçsin, şunlar geride dursun" davasında değil. Sandığa gittiğinde, "vesayet mi, demokratikleşme mi?" tercihini oylayacak iradedir. Bu iradeye göre, mesele partiler üstüdür. Mesele, hukukun üstünlüğünün, özgürlüklerin genişletilmesinin, şeffaflığın, herkesin hesap vermesinin, seçmen iradesiyle teminat altına alınmasıdır. Mesele, istikrarın korunarak iç barışın sağlanması meselesidir.
Zaten böyle olduğu için, terör örgütleri devreye sokulmak isteniyor. Vesayet için de mesele, partiler meselesi olmadığı için, hâlâ provokasyonlardan, anarşiden, bildik tezgâhlardan medet umuluyor.
12 Haziran'a doğru CHP ve MHP de nasıl bir sınava girdiğini anlamalıdır. Ergenekon sanıklarına teveccüh, MHP'nin başına ummadığı bir iş açabilir. CHP, geniş kitlelere, bilhassa mütedeyyin kitleye açılmayı bırakıp, vesayetçi odaklara teslimiyetin faturasını çok ağır ödeyebilir. Hâlbuki "CHP'nin dinle problemi var" algısının, değişebileceği bir seçim bu. Ben inanıyorum ki, bizim halkımız; CHP yöneticilerinde samimi bir yaklaşım görse, onları tokalaştıkları salonda, tekrar yerlerinden kalkıp kucaklayacak kadar hasbidir... Bizim halkımızın sinesinde, onun değerlerine saygı duyan, o değerleri önemseyen herkese yer var.
13 Haziran sabahı yeni, yepyeni bir Türkiye'ye uyanacağız...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.