Kimi AK Parti’ye, kimi Libya’ya sızma derdinde!
Bir yanda “aday adayları”nın heyecanlı bekleyişi, bir yanda “CHP’deki iç kavga”nın tırmanarak devam emesi... Bir yanda BDP’nin “gerilimi tırmandırma” çabaları, bir yanda “Libya’ya bombardıman” ve bu kapsamda, dün Meclis’te yapılan “tezkere” oylaması...
Hani, “Ateş düştüğü yeri yakar” derler ya; herkesin “ateş düşen” yeri başka... Aday adayları “temayül yoklaması”nın ardından, “mülâkat”lara girip çıkıyor ve “acaba aday olabilir miyim”in heyecanını yaşıyor.
AK PARTİ’YE SIZMA ÇABALARI
“Adaylık” deyince...
Bazı aday adayları var ki;
“Kökten AK Parti düşmanı” ve “doğuştan CHP’li” oldukları halde; aday adayı olup, “AK Parti’ye sızmaya” çalışıyorlar.
Adamda “yüz” olmalı!..
Düne kadar “küfrettiği” AK Parti’den, bugün “aday” olmaya kalkışmak, en hafif tabiriyle “yüzsüzlük”tür!..
Böyle adamların suratlarında “yüz” değil, “kösele” olmalı ki; yüzleri kızarmadan AK Parti’ni kapısını çalıyorlar.
Sadece “kökten CHP’liler” değil;
Bana Bandırma’dan yazan ve “parası olmadığı” için aday adayı olamayan Celal Bayrak’ın ifadesiyle; “Mason dernekleri” ve “Rotary kulüpleri”ne üye olanlar da, “para”yı bastırıp, “aday adayı” olmuşlar!..
Celal Bayrak da, oturup Başbakan Tayyip Erdoğan ve parti yönetimine bir mektup yazıp demiş ki;
“Ne olduğun veya kim olduğun hiç önemli değil; önemli olan ne kadar paranın olduğu... Rotary kulübüne üyesin veya Mason derneklerine bağlısın... Hiç önemli değil. Üç bin lira getir, muhafazakar kesimin oylarını al, sosyetenin vekili ol... Halkı seçimden seçime görürsen yeter.
Her devrin ve her partinin insanları olan bu tip insanları, paraları sebebi ile dahi olmuş olsa parti yönetiminden uzak tutmanızı istirham ediyorum.”
TANJU ÇOLAK’IN İŞİ NE?
AK Parti’ye akın eden ve “partiye sızmaya” çalışanlar sadece “kökten CHP’liler” ile “Mason”lar ve “Rotaryen”ler değil!..
Bir de “her devrin adamları” var ki; insan, sormadan edemiyor: “Bu adam, ne zaman AK Partili oldu?!?”
Ne yala söyleyeyim;
Önceki gün Anadolu Ajansı’ndan geçen ve eski futbolcu Tanju Çolak’ın “AK Parti’den aday adayı” olduğunu açıkladığı haber gelince, “Allah Allah” dedim; “Tanju Çolak ne zaman AK Partili oldu?”
“Çizgi”sini takdirle karşıladığım AK Parti İzmir İl Başkanı Ömer Cihat Akay’ı arayıp; “Ne iş?” diye sormayı düşünüyordum ki; dün AA’dan haber geçti...
Akay, özetle diyordu ki;
“Eski milli futbolcumuz Sayın Tanju Çolak’ın partimiz teşkilatlarına ait herhangi bir resmi müracaatı bulunmamakla beraber, genel merkezimizin yetkisinde bulunan aday belirleme sürecini yaşamaktayız.
Resmi başvuru süreci içinde tarafımıza teslim edilmesi gereken evrak Sayın Çolak tarafından Seçim Koordinasyon Merkezi Başkanlığımıza iletilmemiştir. Partimize herhangi bir resmi başvurusu olmayan Çolak’ın bu konudaki beyanları tek taraflı bağlam sağlayan, resmiyeti olmayan beyanatlardır.
Bu konuda takdir, partinin genel merkezindedir.
AK Parti’de siyaset yapmak isteyen herkese kapılarımız sonuna kadar açık bulunmaktadır. Bu yönde kararlarını beyan eden, siyasi hayatını AK Parti’yle özdeşleştirerek, milletimize hizmet etmek için yola çıkan tüm gönüldaşlarımızın milletvekilliğiyle ilgili temsil etme taleplerinin takdirini genel merkezimiz verecektir.
Futbolumuzun en önemli değerlerinden Tanju Çolak’ın partimizle ilgili talep ve düşüncelerinin değerlendirmesini de genel merkezimiz takdir edeceklerdir.”
Ne yalan söyleyeyim;
Ömer Cihat Akay’ın bu açıklamasını okuyunca rahatladım...
Çünkü Tanju Çolak, “hayatı şaibe dolu” bir adam!.. Hülya Avşar’la yaşadığı ilişkiyi, “Mercedes kaçakçılığı” meselesini unutmuş değiliz!..
Tabiî, bir de 29 Mart 2009’daki mahalli seçimlerde “MHP adaylığı” var ki, henüz hafızalardaki tazeliğini koruyor!..
Herhalde hatırlarsınız;
Tanju Çolak, İstanbul Beylikdüzü’nde “MHP’den 1. Sıra Meclis üyeliği”ne aday olmuş ve o günlerde Gürpınar’ın MHP’li Belediye Başkanı Velittin Küçük’le birlikte ev ev, ekran ekran dolaşıp “MHP propagandası” yapmıştı!..
Hayır, “MHP’den aday olmasına” karşı değilim... Bir insan, her partiden aday olabilir... Ama, “aynı çizgi”de yürümek kaydıyla!.. Sen, dün “MHP’den aday” ol, bugün kalk “AK Parti’ye yamanmaya” çalış!..
Kusura bakmasınlar ama;
Bunun adı “omurgasızlık”tır!..
Bu gibi, daha nice isim var ki, zaman zaman inşaallah onlara da değiniriz.
YA TEZKERE, YA ZULÜM!
En başta dedik ya;
Herkesin derdi başka...
Şu anda, Libya “can” derdinde, ABD ve Batı ise “petrol kuyularına çöreklenme” derdinde!.. Libyalı muhalifler “özgürlük” peşinde, Kaddafi ise “diktasını sürdürme” amacında!..
Türkiye’nin derdi ise;
“Libya’nın işgalini önlemek!”
Türkiye; Başbakan Tayyip Erdoğan’ın üstüne basa basa ifade ettiği gibi; hem “Libya’nın ikinci bir Irak olmaması” için çaba sarfediyor, hem de “Kaddafi’nin kan dökmesini önlemeye” çalışıyor!
Öyle bir “bıçak sırtı” ki; en ufak bir yalpalama, hem Türkiye’yi, hem de Libya’nın geleceğini zora sokar!..
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın izlediği politikayı “çelişkili” bulanlar, “fotoğrafı okuyamıyor” demektir!..
Doğrudur; Başbakan Erdoğan, Almanya’da yaptığı konuşmada; “NATO’nun Libya’da ne işi var” demiştir... Bunu demiştir ama; o anda “Kaddafi’yi çekilmeye” ikna için uğraşıyordu!..
Bir de; “çözüm” olacaksa, bunun “Libya halkı” tarafından bulunmasını istiyordu!.. Ancak Kaddafi’nin “kendi halkını bombalamaya” başlaması, bunu “fırsat” bilen Sarkozy liderliğindeki Fransa’nın, adeta “durumdan vazife” çıkarır gibi Libya’yı vurmaya başlaması, elbette bir “tavır değişikliği”ni zorunlu kılıyordu.
Tavır değiştirmeyip de ne yapacaktı Erdoğan?.. “Sarkozy’nin münasebetsizlikleri”ne göz mü yumacaktı?..
Kafasına esip bugün Libya’yı vuran bir Fransa’nın, yarın bu ülkeyi “işgal”e yeltenmeyeceğini kim garanti edebilir?..
O halde, bu “münasebetsiz” adamı “kontrol” altına almak gerekir!..
Hükümet de bunu yaptı.
Madem “bombardıman” engellenemiyor, o halde duruma NATO “müdahil” olmalı ve bir “gözü dönmüşlüğe” engel olmalı!.. Böylece, hiç olmazsa “Libyalı siviller”in ölümü engellenmiş olur!
İşte bunu düşünen hükümet, “BM kararı” doğrultusunda Libya’ya uygulanacak “silah ambargosunu denetleme” misyonuna “1 denizaltı” ve “5 gemi” ile katılma kararı aldı.
Bu amaçla hazırlanan “tezkere” de, dün Meclis’ten geçti!..
Hem de; “kısmen ittifak”la!..
Oylamada, sadece BDP, blok halinde “Hayır” dedi...
CHP’den ve MHP’den ise “Evet” diyen de vardı, “Hayır” diyen de!..
“Tezkerenin kısmen ittifakla geçmesi” de gösteriyor ki, Libya konusunda bir “duyarlılık” vardır!..
LİBYA İLE ORTAK TARİH!
Türkiye, “kendine yakışanı” yapmıştır.
Çünkü, Salih Tuna’nın da önceki gün ifade ettiği gibi, “Libya ile ilişkiler”imiz, herhangi bir ülkeyle olan ilişkilere benzemez...
Öyle ya; her şeyden önce “300-400 yıl öncesi”ne dayanan “ortak bir tarihimiz” var.
Kaptan-ı Derya Turgut Reis’in Malta Şövalyeleri’nin zulmünden Trablus’u kurtardığı 1551’den, Fuat Paşa’nın Mondros Antlaşması gereği çekilmek zorunda kaldığı 1919’a kadar devam eden ortak bir tarih bu...
Biz onları Libya’da savunmuşuz, onlar bizim kolumuza girmiş Çanakkale’de.
Şeyh Ahmet Senûsi başta olmak üzere Senûsiler her daim yanımızda oldu Kurtuluş Savaşı’nda.
Başkent Trablus’un en eski çarşısı Türk Çarşısı.
Karamanlı Ahmet Paşa Camii, Kapalı Çarşı, Ali Paşa’nın yaptırdığı Saat Kulesi, Karamanlı Kalesi gibi bir çok eser “ortak tarihimizin” canlı şahitleri.
Turgut Reis Külliyesi’nin biraz ötesinde Karamanlı Camii’nin hemen yanı başındaki meydanın adı Yusuf Paşa...
Fazla söze ne hacet;
İtalyanlara karşı “bağımsızlık savaşı” veren Ömer Muhtar’ımızın Libya’sı...
Libya’da, annesi veya babası “Türk” olan nice aile var ki; bir “Libyalı’nın evi”ne gittiğinizde, size hemen “duvarda asılı duran fotoğrafı” gösterip; “Ben de Türk asıllıyım” demekle övünecektir.
İşte tüm bu olaylar dikkate alındığında, Türkiye’nin bir “karar” vermesi elzemdi...
KARAR, HAYIRLI OLSUN!
Eğer böyle bir karar verilmeseydi, Libya halkını ya Kaddafi ya da koalisyon güçleri “bombalamaya” devam edecekti!.. Sizin anlayacağınız; Libya halkı, ya “Kaddafi zulmü”ne boyun eğecekti ya da “Haçlı zulmü”ne!..
Türkiye;
Libya halkını, “iki zalimden birinin insafına terketmektense” bir inisiyatif aldı ve dün “Meclis’in de onayı”nı alarak, gelişmelere “müdahil” oldu!..
Sonuç itibariyle;
“Türkiye’nin çabaları” etkili olmuş ve sonunda “Türkiye’nin dediği” olmuştur!..
Dilerim;
Daha fazla kan dökülmeden Kaddafi çekilir ve Libya da “işgal tehlikesi”nden kurtulmuş olur!..
Meclis’in kararı hayırlı olsun!
Başbakan Erdoğan;
Dilerim, hem “AK Parti’ye sızmak” ve hem de “Libya’ya sızmak” isteyenleri engeller!..
Aksi halde, başı çok ağrır!..
==============
Kemal Bey kızmış!
Malûm, araştırmacı-yazar Kemal Yeşilyurt tarafından “Çarkçı Kemal” adlı bir kitap yazılmış ve piyasaya sürülmüştü!..
Sonra ne olmuş, biliyor musunuz; Bay Kemal Kılıçdaroğlu, hemen “avukat”larını devreye sokup, kendisine “hakaret ve iftira” edildiğini söylediği “kitabın yazarı” hakkında “dâvâ açılmasını” istemiş!..
İstedikleri para; “100 bin TL manevi tazminat” ve “kitabın geliri kadar” bir paranın kendilerine verilmesi!..
Sizin anlayacağınız; Süleyman Yeşilyurt eğer bu dâvâyı kaybederse, Bay Kemal Kılıçdaroğlu’na, tam “1 milyon 500 bin Lira”, eski parayla “1.5 trilyon” ödeyecek!..
Mesele, “para” değil... Asıl mesele, böyle bir “dâvâ”nın açılmış olması!..
Düşünebiliyor musunuz; “Ergenekon operasyonları” kapsamında gözaltına alınıp tutuklanan “gazeteciler” için; “Kitap yazan yazarlar tutuklanıyor” diye velvele koparan Bay Kılıçdaroğlu, kendi nasırına basılınca hop hop zıplıyor!.. Ne “maddi ve manevi baskı” geliyor aklına, ne de “sansür” meselesi!..
“Sansür” diyorum, çünkü Bay Kemal Kılıçdaroğlu, “kitabın toplatılmasını” da istemiş!..
Hani “sansüre karşı”ydılar, hani “özgürlükçü”ydüler?..
“Nasır”larına basmayagör, hemen “despot”laşıyorlar!..