Şam’ın sırrını keşfetmek!
19-20 Mart tarihlerinde yapılan “Said Nursi’nin İslam Dünyası Tasavvuru: Hutbe-i Şamiye” Kongresini takip için gittiğimiz Şam’da, Şam’ın sırlarıyla karşılaştım ve sırlarıyla buluştum. Bu sırlardan birisi, Dera kentinde başlayan halk hareketiydi. Asıl sır da bu halk hareketlerinden sonra Şamlılarla Türklerin yeniden buluşma dönemi olacaktır. Zira olayların sonu tarihi bu noktaya ve mecraya taşıyacaktır. Asrın gurbeti bitecektir. Şam bize ırak değil. Hatta orada mukim dostlardan birisine göre, Suriye’de Türkiye ile kan veya dostluk bağına sahip olmayan bir fert dahi gösterilemez. Halka tercih hakkı verseniz hemen İstanbul’u başkent ilan eder. Şam’ı derhal Türkiye’ye bağlarlar. Hem de oybirliğiyle. Türk sevgisi Şamlıların maşeri vicdanına kazınmıştır. İliklerine kadar işlemiştir. Şam’ın diğer sırlarından birisi de Hutbe-i Şamiye’dir. Bediüzzaman, 100 yıl önce sıdk kürsüsü Emevi Camii’nde bir hutbe irat etmiş ve yüzüncü sene-i devriyesinde ise bu cami de istibdada karşı intifadaya sahne olmuştur. Biz de kaderin bir cilvesi ki, tam da intifadanın olduğu günün akşamı Şam’a vasıl olduk. Cuma namazı sonrasında halk gösteri yapmış.
Hutbe-i Şamiye’ye de dile getirilen müjdeler aslında Şamlıların genetiklerinde saklı bulunuyor. Şam’da karşılaştığımız sırlardan birisi Medeni Beyaztaş’ın bize aktardıkları idi. Erzurumlu olan Medeni Beyaztaş, Şam’ı Erzurum’a benzetiyor. Ramazanların bu iki şehir kadar güzel yaşandığı başka bir diyar tanımadığını söylüyor. Ramazanların aynı olduğunu ve ramazana derin hürmet beslendiğini ve yaşlıların da hayır hasenat kabilinden ellerinde hep şekerle dolaştıklarını ve bunları çocuklara dağıttıklarını aktardı. Doğrusu bu mukayeseyi ilk kez ondan duydum. Daha da önemlisi Medeni Bey’in Şam’la ilgili anlattığı başka derin bir sırdı. Bu sır, ‘sin’le şın’ın (Yavuz Selim ve Şam) buluşmasındaki gibi yeniden saklı olan sırrın zuhurudur. Yavuz sistemiyle aramıza giren 100 yıllık fasıla bu olaylardan sonra gelecek buluşma ile ortadan kalkacaktır. Şamlıların şuur altında bu sır yatmaktadır.
*
Haçlı Savaşları tarihçilerinden olan Süheyl Zekkar’ın Daru’l Fikir tarafından neşredilen Medhal ila tarih hurub es Salibiyye başlıklı eserinde Araplar arasında dilden dile dolaşan ve aktarılan bir darb-ı mesel dile getirilmektedir. Bu darb-ı mesel, Arapların kolektif belleğinden hiç çıkmamıştır. 700-800 yıllık bir geçmişi vardır ve şu mealdedir: “Arap diyarlarında hüküm Türk’ün eline geçmeden devlet işleri düzelmez ve ıslahı kabil olmaz olsa da kalıcı ve daim olmaz( Süheyl Zekkar’ın El Medhal adlı eseri s: 16-17, ikinci basım 1973)..” Ve Araplar, 1967 bozgunundan sonra bu darb-ı mesele daha sık atıfta bulunmaya başlamışlar.
*
Arapların kolektif hafızasının ürünü olan bu sözler tam tamına Risale-i Nur’un müjdeleri ve haberleriyle mutabakat arz etmektedir. Risale-i Nurları doğrulamaktadır. Hutbe-i Şamiye’nin bu meseleye bakan İkinci Kelimesi şöyledir: “Yeis, ümmetlerin, milletlerin ‘seretan’ denilen en dehşetli bir hastalığıdır. Ve kemâlâta mâni ve ‘ben kulumun zannı üzereyim’ hakikatine muhaliftir; korkak, aşağı ve âcizlerin şe’nidir, bahaneleridir. Şehamet-i İslâmiyenin (İslam kahramanlığı ve bahadırlığı) şe’ni değildir. Hususan Arap gibi nev-i beşerde medar-ı iftihar yüksek seciyelerle mümtâz bir kavmin şe’ni olamaz. Âlem-i İslâm milletleri Arab’ın metanetinden ders almışlar. İnşaallah, yine Araplar ye’si bırakıp, İslâmiyetin kahraman ordusu olan Türklerle hakikî bir tesânüd ve ittifak ile el ele verip Kur’ân’ın bayrağını dünyanın her tarafında ilân edeceklerdir...” Gerçekten de Araplar son olaylarla birlikte yeisi bırakıp emele sarılmakta ve korkaklığı üzerinden atmakta ve 21. yüzyılın destanını yazmaktadırlar. Arapların yaşadıkları bu muhteşem değişim Emevilerden Abbasilere ve Osmanlılardan sonrasına geçiş kadar kritik ve önemlidir. Bu hadiseler çağ açıp çağ kapatmaktadır. Zorba ve seküler çağları kapatmakta ve İslam çağını açmakta ve selamlamaktadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.