M. Emin Parlaktürk

M. Emin Parlaktürk

Havlucu Ahmet Ağa

Havlucu Ahmet Ağa

Yıl 1976, Sinop’un Türkeli İlçesinde çiçeği burnunda Müftüyüm.

25 yaşında olmanın verdiği enerjiyle kasaba ve köyleri dolaşıyor, bu arada Türkeli Lisesi’ne Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Derslerine giriyorum.

Okula yeni atanan Edirneli Matematik öğretmeni hemen dikkatimi çekiyor, onunla tanışıyorum.

Bekar olan Ersin öğretmenle görüşmelerimizi sıklaştırıyoruz.

***

Akşamları köy ziyaretlerine ve dini sohbetlere giderken yanımda bu genci de götürüyorum.

Hayatında böyle şeyler hiç görmeyen Ersin öğretmen, bu ziyaret ve sohbetlerden öyle haz alıyor ki, artık benden hiç ayrılmıyor.

Genç Matematikçinin ara-sıra şöyle söylediğini duyuyorum:

“Neden acaba, bizim Edirne’de böyle şeyler yok! Ne böyle hak dostları var, ne de böyle dini sohbetler!..”

Bunu her söylediğinde ben de ona şöyle diyorum:

“Ersin hocam, vardır da sen görmemişsindir. Mutlaka vardır, ararsan bulursun.”

Çok geçmeden Ersin Hoca bir gün sabah erken daireme geldi.

Onu çok heyecanlı görüyordum.

O gece gördüğü rüyayı bana anlatmaya başladı:

“Hocam, hani ben diyordum ya, bizim Edirne’de niye böyle insanlar yok diye, bu gece rüyamda beni fena halde azarladılar, neden öyle konuşuyorsun, Edirne’yi kötülüyorsun dediler ve havlucu Ahmet Ağa’yı gösterip beni kan ter içinde bıraktılar.”

Dedim ki; “Sen hiç böyle birini tanıyor musun?”

Dedi ki: “Hayır, ne gördüm, ne duydum!”

“Öyleyse, ilk fırsatta Edirne’ye git ve ilk işin Havlucu Ahmet Ağa’yı sorup öğrenmek olsun!” dedim.

Gözleri parlayan Ersin Hoca, heyecan içinde zaten bir hafta sonra Edirne’ye gideceğini ve bunun peşine düşeceğini söyledi.

Ben de: “Eğer bulursan mutlaka ellerini öp, duasını al ve benden de selam söyle!” diyerek daireden uğurladım.

Ersin öğretmen Edirne’ye gitti ve döndü.

İlk işi benim yanıma uğramak oldu, gözleri parlıyor, yüzü gülüyordu.

“Hocam, dedi Havlucu’yu buldum!”

“Bak dedim, gördün mü, Edirne’de de böyle güzel insanlar, salih zatlar varmış! Aramayan bulamazmış!..”

***

Gel zaman git zaman ben de 1980 yılında Tuzla er eğitiminden sonra yedek subaylık hizmeti için Edirne’ye atanmıştım.

Kur’ada Edirne adı çıkar çıkmaz zihnimde “Havlucu Ahmet Ağa” ismi çağrıştı.

Onunla buluşacak olmanın sevincini yaşıyordum.

Edirne’ye varır varmaz ilk işim Eski Camii’de ikindi namazı kılmak oldu.

Kendisini tanımadığım için cemaatten birine sordum.

Eliyle işaret ederek onu gösterdi.

Gördüğüm kadarıyla, kıyafeti, tavır ve hareketleriyle normal, sıradan bir insandı.

Diğerlerinden hiç bariz bir farkı yoktu.

Doğruca yanına giderek selam verdim, elini öptüm, kısa bir sohbetin ardından dua istedim.

Samimi bir Mümin, saf bir Allah kulu olduğuna kanaat getirdiğim bu zatta, bakalım insanların bilmediği ve Allah’ın hoşlandığı ne gibi özellikler vardı ki, Ersin öğretmenin rüyasında bu zata işaret edilmişti.

Böyle zatlar bugün de vardır ama bilinmez, bunlar kendilerini de bilmezler.

***

Müminin kerameti; istikamet, doğruluk, sadakat ve takvadır.

Aslında muttaki olan bütün Müminler, Allah’ın dostu, velisidirler.

Çünkü Allah Teala “inanmış olan ve takva ehli bulunan kimseleri” veli olarak niteler (Yunus 10/62-63).

Takva ehli olanların kimler olduğu da, Bakara suresinin baş tarafında bildirilmiştir:

“Onlar gayba inanan, namaz kılan, kendilerine verilen rızıktan yerli yerince harcayan, Hz. Muhammed'e ve ondan önceki elçilere indirilene inanan, ahireti kesinkes kabul eden kimselerdir.” (Bakara 2/2-4)

Dostluk karşılıklı olur. Müminler Allah’ın velisi olduğu gibi, Allah da müminlerin velisidir.

“Allah müminlerin velisidir, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Allah’ı tanımazlık edenlerin evliyası da zorbalardır. Bunlar onları aydınlıktan karanlıklara sokarlar. Onlar cehennemlik kimselerdir. Orada devamlı kalacaklardır.“ (Bakara 2/257)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M. Emin Parlaktürk Arşivi