Ahmet Şık, hangi şık... Gazeteci mi, Ergenekoncu mu?
Köroğlu’nun; “Tüfenk icat oldu, mertlik bozuldu” demesi gibi, şu “test” işi icat olunduğundan bu yana da “öğretim” de bozuldu... Eskiden, öğrenciler, bir “konu” hakkında hiç olmazsa, bir “bilgi kırıntısı”na sahip olurlardı, şimdi ise, sadece “şık”lara bakıyorlar!..
A mı desem, B mi?..
C mi desem, D mi?..
Hani var ya;
Öğrencinin birine “adını” sorsanız, neredeyse “şıkları söyle” diyecek!..
A mı, B mi?..
Yoksa C mi, D mi?..
Aynı soruyu Ahmet Şık’la ilgili sorsak ve desek ki;
“Ahmet Şık kimdir?..
Gazeteci mi, Ergenekoncu mu?”
Siz olsanız,
Hangi “şık”kı işaretlersiniz?..
“Gazeteci”yi mi,
“Ergenekoncu”yu mu?..
Durun, hemen işaretlemeyin!..
Ben, sizlere bazı “bilgi”ler vereyim, tercihinizi ondan sonra yapın!..
KİTAP İMHASI FİLAN YOK!
Malûm;
Oda TV’ye yapılan baskınlardan sonra Nedim Şener ve Ahmet Şık, önce gözaltına alındılar, sonra tutuklandılar!..
“Yoldaş” ve “candaş” gazeteler, onların tutuklanmasını “basın özgürlüğüne darbe!.. Bu mu ileri demokrasi?.. Aydınlar birer birer içeri atılıyor!.. Onların Ergenekon’la ne ilgisi olabilir ki?” diyerek köpürtmeye başlamışlardı ki; “soruşturma”yı yürüten savcılar, beklenmedik bir adım daha atıp, Ahmet Şık tarafından kaleme alındığı iddia edilen “İmamın Ordusu” adlı bir kitabın peşine düştüler!..
“Yayınevi”nin ardından Radikal gazetesine de gidip, onların tabirleriyle, “yayınlanmamış kitabı imha” ettiler!..
Tabiî, anında cayırtı koparttılar:
“Basılmamış kitaba baskın!
Yayınlanmamış kitaba imha!”
Oysa, ortada “imha” filan yok!
Eğer amaç “o kitabı imha” olsaydı, bugün “hiçbir yerde olmaması” lâzım değil miydi?..
Ama, var!..
Başka “kimler”in elinde, kimlerin bilgisayarında vardır bilmem ama, benim bildiğim; Aydın Engin’in elinde var!..
İsterse yayınlayabilir!..
Tabiî, yayınlayacak “para”sı varsa ve açılması muhtemel bir dâvâda “sanık” olmayı göze alabiliyorsa!..
Mesele bu değil!..
Mesele; bu işin niçin bu kadar abartıldığı, niçin bu kadar köpürtülüp, büyütüldüğü!..
Merak ediyorum;
Birileri, bu “kitap” üzerinden “Hükümeti zor durumda bırakmak” mı istiyor, yoksa “kitap”la ilgili soruşturmanın “daha yukarılara uzanması”nın önüne geçmek mi istiyor?.. Kimbilir, belki de; “Ergenekon Dâvâsı’nı tersine çevirmek” istiyorlardır!..
SAVCILAR KİMİN PEŞİNDE?
Öyle ya;
Oda TV’nin sahibi Soner Yalçın’la başlayan tutuklama süreci, Nedim Şener ve Ahmet Şık’la devam etti...
Soruşturma hâlâ devam ediyor.
Belli ki;
Savcılar “bir şeyler”in peşinde!..
Hayır, “İmamın Ordusu” adlı kitabın peşinde değiller... Sezebildiğim kadarıyla, “daha başka şeyler”in peşindeler!..
Belki, bir “organizasyon”un peşindeler!
Bu, öyle bir “organize hareket” ki,
“Orkestra şefi” kim, “çalan”lar kim; “şampiyon” kim, “piyon” kim, belli değil!..
Öyle sanıyorum ki;
Savcılar, “kitap”la da ilgilenmiyor, “yazan”la da!..
Onlar, “yazdıranlar”ın peşindeler!..
Diyeceksiniz ki;
“Kitabı yazan Ahmet Şık değil mi?.. Bunun için tutuklamadılar mı onu?..”
Hayır!..
Şahsen ben, o kitabı Ahmet Şık’ın yazdığı kanaatinde değilim... Kitap, başlangıçta belki Ahmet Şık’ın bir projesiydi ama kitaba “sonradan eklemeler” yapıldı!..
Ortaya “3 farklı kitap” çıktı!..
189 sayfalık kitap, çıktı “300 küsur sayfa”ya!..
Sonra da “301 sayfa”ya!..
Peki, “aradaki 100 sayfayı” kim yazdı, ya da Şık’a kim yazdırdı?..
Sanıyorum, “savcı”lar bunun peşinde!..
Malûm;
Soner Yalçın’ın ifadelerine yansıyan ‘Nedim’ isimli belgede; “Nedim’in emniyet bağlantıları önemli. Devam ettirsin. Hanefi ve ekibini çok iyi tanıyor. Nedim ile Hanefi’nin Dink konusundaki görüş ayrılıkları gündem yapılmamalı. Hanefi’nin üzerine çok fazla gidilmemeli. Ana gündemden kopup Hanefi’yi tartışılır hale getirmiş oluruz” ifadelerine yer verilmişti.
Yine malûm ki;
Oda TV’ye yapılan baskında elegeçirilen; ‘Nedim’, ‘Orgmu’, ‘Hanefi’, ‘Sayın komutanım’, ‘Tertemiz’, ‘Toplantı’, ‘Sabri Uzun’, ‘OOO Kitap’, ‘Koz’, ‘Bilinçlendirme’ ve ‘Abdulkadir Aygan’ isimli belgelerde, son dönemin tartışma konularıyla ilgili bilgiler yer alıyordu.
Yani, ortada bir “organizasyon’ olduğu açıkça görülüyordu.
Peki, Ahmet Şık tarafından yazıldığı iddia edilen “İmamın Ordusu” adlı kitapta, “organize işler” olamaz mı?.. Savcılar da, bu “organizasyonun başı”na ulaşmayı düşünmüş olamaz mı?..
Ama, malûm gazeteler, “Bremen Mızıkacıları” gibi, hep bir ağızdan bağırmaya başladılar;
“Basılmamış kitaba baskın!”
ÖYLE BASKIN MI OLUR?
“Baskın” dedikleri nedir, biliyor musunuz?..
Radikal gazetesine, alt tarafı “2 polis” gitmiş, işte ona “baskın” diyorlar!..
Yapmayın Allah aşkına;
“2 polis” ki, “önceden telefon ederek” gitmişler gazeteye... Ellerindeki “mahkeme kararı”nı Ertuğrul Mavioğlu’na gösterip; “Bu kitabın bir nüshası sizde varsa alacağız, eğer yoksa, olmadığına dair bir imza verin, gidelim” demişler!..
“Baskın” dedikleri, işte bu!..
Hiç böyle “baskın” olur mu?..
Bunlar “baskın” görmemiş!..
“Baskın” dediğin;
28 Şubat sürecinde Akit’e yapıldığı gibi, “400 polis, 2 panzer ve damlara yerleştirilen keskin nişancılar”la yapılır!..
“Baskın” dediğin;
“Darbe Günlükleri”ni yayınlayan Nokta dergisinin basıldığı ve “bilgisayarlarının sökülüp götürüldüğü” gibi yapılır!..
Dedim ya;
Bunlar “baskın” nedir, bilmiyor!..
BASKINI CEMAAT Mİ YAPTIRDI?
Neymiş, “İmamın Ordusu” adlı kitapta “Fethullah Hocaefendi” ve “Cemaat” aleyhinde “çarpıcı belge ve bilgi”ler varmış da; “Fethullahçı polis”(!)ler, bunların basılmaması için “baskın” yapıp, kitabı imha etmişler!..
Biraz önce söyledim;
Ortada “imha” filan yok!..
En azından, Aydın Engin’in elinde bir nüsha var!.. Dahası, internette de var!..
Kaldı ki;
Eğer asıl amaç; “Hocaefendi aleyhindeki kitabı imha etmek” olsaydı, hatırlatmak lâzım kendilerine;
“Hocaefendi ve cemaat aleyhinde daha önce de kitaplar yazıldı, piyasaya sürüldü... Bazıları, bu kitaplarla köşeyi bile döndüler!.. Peki, o kitaplar baskına uğrayıp, imha edilmedi de Ahmet Şık’ın kitabı mı imha(!) edildi?”
Demek oluyor ki;
Mesele, “kitap” meselesi değil!..
Savcılar, “başka şeyler”in peşinde!..
Sanıyorum, “neyin ve kimin peşinde” oldukları çok yakında çıkar ortaya!..
ZEHİRLEŞMEMİŞ KENEVİR!
Gelelim, “basılmamış kitap” meselesine!..
Neymiş, “basılmamış kitaba baskın” olur muymuş?.. Bu, “basın özgürlüğü”ne olduğu kadar, “fikir ve düşünce hürriyeti”ne de bir “darbe”ymiş!..
“Darbeye teşebbüs” ettikleri için tutuklanan ve halen Silivri Cezaevi’nde yatan “Ergenekon sanıkları”nın yerinde ben olsam, sorardım bu “Bremen Mızıkacıları”na;
“Ulan, bizim başımız kel mi?..
Basılmamış kitaptan tutuklandığı için onlara sahip çıkıyorsunuz da, bize niye sahip çıkmıyorsunuz?.. Ne yani, biz de yapılmamış darbeden yatmıyor muyuz?!?”
Doğru bir soru!..
Öyle ya; bir albay ve general ki, “yapılmamış darbe”den tutuklandıysa, Ahmet Şık’ın da “basılmamış kitap”tan tutuklanması gayet normaldir!..
Unutmayalım ki;
Bizim Abdurrahman Dilipak da, “yazmadığı bir yazı”dan dolayı “mahkûm” olmuş, oturduğu ev haczedilip, satılmıştı!..
O zamanlar bunlara seslerini çıkarmayan, “basına darbe”yi akıllarına bile getirmeyen “kalemşör”lerin, bugün kalkıp da “Bremen mızıkacıları” gibi hep bir ağızdan bağırması, bana hiç de “samimi” gelmiyor.
Tam bu yazıyı yazmaya oturmuştum ki, okurlarımdan Hüseyin Oral, bir faks göndermiş.
Hüseyin Oral’ın tesbiti hayli ilginç:
“İmamın Ordusu adlı kitap hakkındaki işlemi linç olarak değerlendirenlere sormak lâzım;
Hint Keneviri’nin esrar, Haşhaş’ın da çizilerek sakız haline getirilmeden henüz tarlada ürün halinde iken imha edildiğini niye hiç düşünmüyorlar?
Hint keneviri ve haşhaş, eğer imha edilmezlerse onlardan uyuşturucu elde edilecek ve insanlar zehirlenecek!..
Onlar imha ediliyor ki,
İnsanlar zehirlenmesin!..
Uyuşturucu, nihayetinde sadece onu kullanan insanı zehirler ama yanlış kullanılan bir kalem, toplumu zehirler!”
Hüseyin Oral böyle bir tesbitte bulunmuş olsa da, şahsen ben; “kitabın imha edildiğini” düşünmüyorum.
Haa, bu işlemi “kitabı imha” olarak görmekte ve böylece “fikir, düşünce ve basın özgürlüğüne darbe” olarak yorumlamakta ısrar edenlere bir çift sözüm var!..
Dün, Dilipak’ın dediği gibi;
İskilipli Atıf Hoca’yı, hem de “şapka devrimi”nden önce yazdığı “şapka risalesi” adlı “kitapçık”tan dolayı, devrimden sonra “darağacında sallandıranlar” kimlerdi?..
Ahmet Şık, nihayetinde “demir parmaklıklar” arkasındadır ve “beraat” etme ihtimali vardır!.. Ama, İskilipli Atıf Hoca’ya o imkân bile verilmedi ve canını “idam sehpası”nda verdi!..
Bugün Ahmet Şık hakkında kalem oynatanlar, İskilipli Atıf Hoca hakkında tek kelime olsun yazdı mı?..
HANGİ ŞIK, ŞIK’IN?
Uzun lâfın kısası;
Ahmet Şık’ın tutukluluğu, kesinlikle “yazdığı iddia edilen kitap”la ilgili değildir!..
Öyle ya;
Bir adam, “bir kitap” yazıyor... Onun da “sayfa sayısı” bellidir!.. Ama Ahmet Şık’ın yazdığı iddia edilen “İmamın Ordusu” adlı kitap, “3 tane”dir!..
Üçü de birbirinden farklıdır!
Biri 189 sayfa!..
Biri 300 sayfa!..
Diğeri de 301 sayfa!..
O halde soralım;
“Hangisini Ahmet Şık yazdı?”
189 sayfa olanını mı, 300 sayfa olanını mı, yoksa 301 sayfa olanını mı?..
A mı, B mi, C mi?..
İşte “şık”lar ortada!..
“Tercih”i siz yapın!..
================
Washington’daki CHP algısı!
“Davulun sesi uzaktan hoş gelir” derler ya; CHP Genel Başkan Yardımcıları Osman Korutürk, Gülsün Bilgehan, Umut Oran ve Faik Öztrak ile PM üyesi Faruk Loğoğlu’ndan oluşan CHP heyeti, “Okyanus Ötesi”nden gelen sesi yerinde duymak için Washington’a gitmişler.
Davul bu!.. Sesi, uzaktan “hoş” gelir ama, yakından “berbat”tır!.. Nitekim, CHP’liler de, “duyarak öğrenmişler” bunu!..
Genel Başkan Yardımcısı Osman Korutürk demiş ki;
“CHP; yurt dışında kısmen yanlış tanınıyor!.. Bizi; etkisiz, statükocu, ilerlemeye kapalı, olumsuz anlamda milliyetçi, Batı, NATO, ABD karşıtı gibi algılıyorlar!.. Bu kesinlikle doğru değil!.. Biz dünyaya açık, ilerlemeci ve sosyal demokrat bir partiyiz ve parti yönetimindeki değişiklikten bu yana kendimizi ‘yeni CHP’ olarak adlandırıyoruz.”
“Eskişehir”in isminde “eski” var diye nasıl “eski” olmazsa, 100 yıllık “Yeni Cami” de nasıl “yeni” demek değilse, CHP’ye de “yeni CHP” demekle, elbette “yeni” olmaz!..
Çünkü biz, “yepyeni CHP”nin nasıl olacağını da çok iyi biliriz. Çünkü CHP, ne kadar yenilenirse yenilensin; “statükocu”dur, “yeniliklere kapalı”dır, “baskıcı” ve “dayatmacı”dır!..
Amerikalılar az bile söylemiş... CHP’nin; “Ergenekon avukatlığı”ndan “Ergenekon üyeliği”ne terfi ettiğini de söyleyebilirlerdi!..
Ama, bunu duymak için “ABD’ye gitmeye” gerek yoktu ki!.. “Halk”a sorsalardı, halk, “dahasını” da söylerdi!..