M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Tek Bir Ümmet Olamayan Müslümanlar

Tek Bir Ümmet Olamayan Müslümanlar

Türkiye'de İslam'ı ve Müslümanları temsil eden bir başkan, bir kurum var mıdır? Ne bir başkan, ne de bir kurum vardır.

Laik ve bozuk sistem veya düzenin Diyanet dairesi, genel müdürlük seviyesinde resmi bir kurumdur. Diyanet Başkanını siyasi iktidar seçer ve azl eder. Binaenaleyh ne Diyanet, ne de başkanı İslam'ın ve Müslümanların gerçek bağımsız temsilcisi değildir.

Türkiye'de gerçek ve tam bir din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti olmadığı için, çoğunluğu oluşturmalarına rağmen Sünni Müslümanların bağımsız (veya en az özerk) bir cemaat teşkilatı yoktur, bir İmam-ı Kebir'leri veya Emir'leri yoktur.

Türkiye Müslümanlarının realitede bir İslam Ümmeti oluşturdukları da tartışılabilir bir konudur. Müslümanların Ümmet olabilmesi için başlarında Peygamber'in (Salat ve selam olsun ona) vekili, varisi, temsilcisi durumunda bir İmam-ı Kebir bulunması ve Ümmet'in çoğunluğunun ona biat ve itaat etmesi gerekir. Böyle bir İmam, onun otoritesi, ona edilen biat, başında onun bulunduğu üniter bir hiyerarşi olmazsa o topluluk Ümmet olmaktan çıkar sürü haline gelir.

Peki, realitede Türkiye Müslümanlarının teşkilat durumu nasıldır?

* Tek bir Ümmet yok, onun yerine birbirinden kopuk cemaatler, tarikatlar, hizipler, fırkalar, gruplar, klikler var...

* Tek bir Ümmet başı yok, onun yerine on tane büyük cemaat başkanı, yüz kadar orta derecede başkan, binlerce küçük başkancıklar var.

* İslami cemaatler, tarikatlar, fırkalar, hizipler, gruplar, klikler bir federasyon veya konfederasyon çatısı altında bile değildir.

* Tarikatları denetleyen bir Meclis-i Meşayih yok.

Bugünkü durumu, Haçlı seferleri sırasındaki Ortadoğu Müslümanlarının durumuna benzetiyorum. Birbirinden kopuk bir yığın tavaif-i müluk... Şam'da ayrı devlet, Haleb'te ayrı prenslik, Musul'da ayrı... Daha bir yığın devletçik, prenslik... Her birinin kendi hükümdarı, kendi ordusu, kendi bütçesi var... İlk Haçlı ordusu bunları darmadağın etti ve Kudüs'ü aldıydı.

Ne zaman ki, Müslümanların başına Salahaddin gibi dindar, adil, mürüvvetli, ihlaslı bir baş geçti; Müslümanlar o zaman kuvvetlendi ve Kudüs'ü istirdat edebildi (geri alabildi).

Bugün ülkemizde çok muhterem cemaatler, tarikatlar, İslami gruplar bulunmaktadır. Lakin aralarında birlik yoktur, irtibat ve işbirliği yoktur.

Müslümanların tek bir kurtuluş ve yükseliş plan ve programı yoktur.

Akıl almaz şeyler duyuyoruz: Bir cemaat Evangelistlerle ve Siyonistlerle işbirliği yapıyormuş...

Evangelistler, Siyonistler, emperyalist ve sömürgeci global güçler bir zatı, ilk fırsatta Halife ilan edeceklermiş...

Sünni Müslümanların Ümmet olmaması, başlarında bir İmam-ı Kebir bulunmaması, üniter bir hiyerarşiye bağlı bulunmamaları yüzünden itikatta büyük bozukluklar oldu.

Tevhid inancını, Hz. Muhammed'i, Kur'anı, İslam dinini inkar eden gayr-i Müslimlerin kurtuluş ve Cennet ehli olduğuna dair aykırı inançlar bile yayıldı.

Küfür ve nifak cephesi Müslümanları bölerek, parçalayarak, birbirinden kopuk fırka ve hiziplere ayırarak idare ediyor.

Din işleri o hale geldi ki, hadis-i şeriflerde bile "ayıklama" faaliyeti yapılıyor.

Eskiden Şeriat elden gidiyor diye feryat edilirmiş... Şimdi elden gitti bile ve kimsenin umurunda değil.

Bendeniz gerçek tarikat olmaları şartıyla tasavvuf tarikatlarına karşı değilim.

Kur'an, Sünnet, Şeriat dairesinde hizmet eden İslami cemaatlere de karşı değilim.

Az veya çok sayıda iyi niyetli Müslüman bir araya gelmiş bir hayır cemaati veya vakfı kurmuşlar, hayırlı işler yapıyorlar, onlara da karşı değilim.

Peki nelere karşıyım:

Müslümanların başsız olmasına,

Müslümanların Ümmet olmamasına,

Müslümanların müşterek bir İmam'a biat ve itaat etmemelerine,

Müslümanların üniter bir hiyerarşi içinde yer almamalarına,

Müslümanların parçalanmışlığına,

Müslümanların Ümmet olamadıkları için sömürülmelerine ve ezilmelerine,

Müslümanların para, enerji ve imkanlarının büyük kısmının harcanmasına...

Maalesef Sünnilerin üzerine sanki ölü toprağı serpilmiştir.

Cemaatçilik, tarikatçilik, fırkacılık, hizipçilik asabiyeti (fanatizmi) nice Müslümanın gözlerini ve vicdanlarını körleştirmiştir.

Bir kısım Müslümanlar futbol holiganlığı yapar gibi cemaatçilik, tarikatçilik, hizipçilik ve fırkacılık yapıyor.

Ümmet olmaktan çıktıkları için Müslümanlar, çoğunlukta oldukları bu ülkede sömürge yerlisi, parya, zenci, esir muamelesi görüyor.

Ümmet teşkilatı ve hiyerarşisi olmadığı için haram yeme yaygınlaştı.

Günlük namazlar terk edildi.

Yığınlar şehvetlerine esir oldu.

Para put haline geldi.

İtikadda vahim bozukluklar ve bid'atler başladı.

Ahlak fesada uğradı.

İffet ve namus büyük kayıplar verdi.

Riba ve faiz yeme alma verme genelleşti.

Emr-i maruf ve nehy-i münker farzı tatil edildi.

Dön sömürüsü korkunç boyutlara ulaştı.

Emanetler ehline verilmez oldu.

Fenalıklar o raddeye geldi ki, nice yüzlerce muhkem ayeti, binlerce sahih hadisi inkar eden, bunların artık hükmü kalmamıştır diyen Fazlurrahmancılık sapık mezhebi bile yayıldı, güçlendi.

Muhadderat-ı islamiyye (Müslüman kadınlar ve kızlar) bunca fitnenin içinde perişan oldu. Tesettür diye bazıları ortaya şeytani ve şehevi bir kıyafet çıkarttı.

Öyle şuursuz fanatikler türedi ki, Peygambere hakaret edilince ses çıkartmıyor, kendi din baronlarına fiske vurulunca yeri göğü ayağa kaldırıyor.

Alevi kardeşlerimiz ve vatandaşlarımız hak ve hürriyet isteriz diye yüksek sesle bağırırken, Sünni kesimden bir inilti bile zuhur etmiyor.

Türkiye Müslümanlarının başını çeken kimselerin bugünkü kötü durum (bu duruma iyi diyene şaşılır) karşısında harekete geçmeleri, bir araya gelip çare ve çözümler aramaları gerekmez mi?


*(İkinci yazı)
Hizmet ve Davette Mekan Estetiğinin Önemi

Yüz metre karelik dikdörtgen bir salon. Çepeçevre eski Osmanlı kumaşlarına benzeyen kumaşlarla kaplı sedirler... İçi kıtık dışı halı harika yastıklar... Yerde kök boyalı, elde eğrilmiş iplikle dokunmuş nefis Osmanlı halıları... Ahşap tavan başlı başına bir sanat eseri... Ortada dillere destan bir tavan göbeği gözleri büyülüyor... Onun tam altında büyük boy kapaklı ve damgalı tunç bir Süleymaniye mangalı... Misafirlerin önünde sedefli çay sehpaları... Duvarlarda her biri diğerinden güzel hüsn-i hatlar, gravürler, yağlı boya cami ve manzara resimleri... Tablolardan biri çok dikkati çekiyor: Cezayirli ressam ve minyatürist merhum Muhammed Rasim'in şahane Barbaros Hayreddin Paşa tablosunun aslından güzel kopyası ... Hava, ruhanileri cezb eden buhurlarla memlu... Perdeler eski Bursa çatmalarına benzeyen bir döşemelikten yapılmış...

Davetliler birer ikişer geliyor. Selamlar, temennalar, tebessümler...

Sohbet iki saat sürüyor. Arada dışarıdan Ezan-ı Muhammedi sesi gelince susuluyor ve akabinde cemaat halinde namaza duruluyor. İmam olacak muhterem zatın önüne nefis bir seccade seriliyor. İmam başına, külah üzerine sarılmış taylasanlı bir imame geçiriyor. Bir de eski Osmanlı işi bir cübbe... Müezzin hoparlörsüz İstanbuli ezan okuyor. Makam Hicaz'dan... Misafirlere kukadan, mercandan, abanoz ağacından tesbihler dağıtılıyor... Duadan sonra imam efendi oradaki hafızlardan birine gözle işaret edip bir aşr-ı şerif okumasını istiyor. Dinleyenler heyecan ve zevk içinde gaşy oluyor...

Sohbet tekrar başlıyor. Bir ara birkaç güzel giyimli ve başları tarikat takkeli terbiyeli gençler çay ve kurabiye getiriyor. Çay bardakları kesme camdan, el ile dekore edilmiş Çin tabakları, kaşıklar damgalı gümüş... Bu çayı yudum yudum ağır ağır içiniz, çünkü bir dahaki sohbete kadar böyle bir çay bulamayacaksınız. Şundan emin olunuz ki, ne Japon imparatoru, ne İngiliz kraliçesi bu nefasette çay içebilir... Kurabiyeler de özel ve çok güzel. Tadı damağınızda kalacak cinsten...

Sohbet esnasında gıybet ve siyaset yapılmıyor, malayani laf edilmiyor. Faydalı, lüzumlu, hayırlı konuşmalar... Din, tasavvuf, nasihat, tarih, sanat, edebiyat, mimarlık, şehircilik, menakib...

Sohbetin bitmesine yirmi dakika kaldı. İhvandan işin aşinası beş kişilik bir grup bendirlerin eşliğinde ilahi okumaya başlıyor. Kapıdan bir semazen zuhur ediyor, siyah cübbesini nazikçe yere bırakıp semaya başlıyor... Işıklar loş, ruhları ihtizaza getiren bendir darbeleri... Zakiran "Uyan ey gözlerim uyan" ilahisini ne kadar ruh-efza bir şekilde okuyor...

İlahi ve sema faslı bitiyor, Hu çekiliyor. Bir aşr-i şerif okunuyor ve misafirler tayflar gibi tebessümler, temennalar, selamlar içinde gürültüsüz, şamatasız dağılıyor. Salonda güzel rayihalar, güzel hatıralar, güzel aksisedalar kalıyor...

İşte bendeniz şu yetmiş iki milyonluk Müslüman Türkiye'de böyle mekanlarda yapılan ruhani sohbetler ve meclisler arıyorum. Konuşmak için mi? Haşa ve kella!.. O kadar had-na-şinas değilim. Bir kenara çekilip o mekanın, o sohbetin, o renklerin ve seslerin zevkinden nasibedar olmak için... Bunu bana çok görmezsiniz değil mi?

İtirazcıya cevap: Asr-ı Saadet'te senin bu söylediğin şeyler yoktu diyorsunuz, eyvallah doğrudur ama Asr-ı Saadet'te hoparlör, klima, pilli Çin saati, vantilatör de yoktu. Siz sohbet salonlarına böyle şeyler koyuyorsunuz, benim sanatlı ve medeni isteklerim yerine getirilse bid'at mi olur?

Resul-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya Efendimiz güzelliğin ta kendisiydi. Onun yanında başka güzelliklere lüzum yoktu. Biz ahir zaman Müslümanları, hizmet ve davette İslam medeniyetinin güzelliklerini sergilemeye mecburuz.

Böyle mekanlarımız olmalı ki, insanlar oralara pervaneler gibi cezb edilsin. Sadece dekorasyonla da iş bitmez. Dayadın döşedin, peki o harika mefruşata uygun harika ve şehirli Müslümanları nereden bulacaksın?..

Böyle mekanlarımız ve meclislerimiz olmalı ki, herkes Müslümanların bedevi değil, medeni ve vasıflı olduğunu anlasın.

Öyle mekanlarımız ve meclislerimiz olmalı ki, İngiltere'de bir üniversitede sanat tarihi okutan profesör görünce hayran kalsın, lal ü ebter olsun.

İslam güzellik dinidir. Onun bu güzelliğini mekanlarımızla, dekorasyonumuzla, mimarimizle, konuşmamızla, edebiyatımızla, sohbetimizle, yüksek ve medeni görgümüzle, edep ve ahlakımızla insanlığa göstermeliyiz.

Not: Yukarıda anlattığım sanat ve estetik boyutu yüksek dekorasyon (lüks dekorasyon değil!) çok para istemez. Müslüman ve İslamcı kesimde böyle şeyler yapabilecek para vardır. Bendeniz dekoratör değilim ama bu gibi işlere biraz aklım erer. Güzel, sanatlı, cazibedar, medeni bir mekan döşemek isteyen vakıf dernek, cemaat arzu ederse memnuniyetle ve hiçbir ücret istemeksizin ve almaksızın yardımcı olabilirim. Şartlarım: (1) Taşrada olursa yol parası, konaklama ve yeme içme masrafı almam. Sadece çaylarını içebilirim. (2) Uhdeme böyle bir hizmet ve vazife verilirse işime karışılmasını istemem. Yok duvarlar yeşil olacakmış, yok tavan pembe olacakmış, yok salona beş klima, yedi vantilatör, iki soğuk su cihazı, üç zaltargoç konacakmış, yok kumaşlar bizim perdeci kardeşlerimizden birinin dükkanından satın alınacakmış gibi... Bir de şu hususu hatırlatayım: Bütün Türkiye'de bendenizden daha ucuza iş yaptıracak, mal alabilecek bir kimse yoktur...

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi