'Dev dalgalar vurdukça binlerce insanı alıyordu'
“Dev dalgalar her vurduğunda binlerce insanı alıp götürüyordu. Geceleri çığlıklar duyuyoruz, belki bu çığlıklar ölenlerin ruhlarıdır. Yüz elli bin insanın yaşadığı bölgeye hala gıda götürülemedi. Binlerce ceset kimsenin ulaşamadığı yerlerde çürüyor. Tamamen sular altında kalan, haritadan silinen bölgelere ne olduğunu bile bilmiyoruz. Beş milyon nüfuslu başkentte su ve gıda kuyrukları var, elektrik yok. Güneydoğu Asya'yı vuran Tsunami felaketinden daha kötü bu. çünkü oralara ulaşılabiliyordu. Felaketin teslim aldığı bölgelere ulaşmak ancak botlarla ve helikopterlerle mümkün. Dar bölgeler olsa da yardım götürülemiyor ve insanlar ölüme terk edilmiş durumda…..”
Myanmar, Burma veya bizim hep bildiğimiz şekliyle Birmanya, Mezopotamya'dan sonra dünyanın ikinci medeniyet havzası olan Indo-China'nın antik kültürlere ev sahipliği yapan ülkelerinden biri, bugün dünya tarihinin en korkunç felaketlerinden birini yaşıyor. Yukarıdaki cümleler, felaket bölgesini anlatan birkaç söz sadece. Budisti, Müslümanı, Hristiyanı ve diğer doğu dinlerine mensup insanlarıyla korkunç bir sömürge geçmişi yaşayan, sömürge sonrası da özgürlüğe ulaşamayan, elli yıldır bir askeri cunta tarafından ezilen ülkenin insanları, felaket günlerinde bile yapayalnız.
Bu fakir ülkenin insanlarına zenginliği, refahı ve özgürlüğü çok gören, ancak kitle imha silahları üretmekten geri durmayan, İsrail'le bile bu alanlarda ortak çalışmalara giren, demokrasiden nefret eden, Batı karşıtlığını kendi insanları için işkenceye dönüştüren, bunları yaparken de Batılı petrol şirketleriyle yatağa giren, fakir insanlarının karşısına bu felaket günlerinde bile gösterişli üniformaları ile çıkan, aptalca gururundan taviz vermeme adına insanlarının çaresizlik içinde ölümünü izleyen cunta, dünyadan gelen yardımlara bile izin vermiyor. Yardım kuruluşlarına vize engelleri çıkarıyor, yardım paralarına el koyuyor.
Arakanlı Müslümanların, Karenlilerin özgürlük mücadelesi verdiği, cuntaya rağmen (!) binlerce kişilik uyuşturucu ordularının bulunduğu, Budist rahiplerin askeri yönetime karşı mücadele verdiği, yüz binlerce kişinin komşu ülkelere kaçıp mülteci olduğu bir ülke burası. Felakette hayatını kaybedenlerin sayısı hakkında bile doğru dürüst bilgi edinilemiyor. En az bir milyon insan şu an yaşam savaşı veriyor. Yardım ekipleri ve malzemeleri sınırda bekliyor.
Nüfusun yüzde on beşini oluşturan, ağır baskılar, dini ve etnik tasfiye yüzünden yüz binlercesi mülteci olan, Burma'nın çok önemli bir bölümünü teşkil eden Arakanlılardan, felaket sonrası IHH uluslararası insani yardım kuruluşuna gelen mektuptaki not şöyle:
“Bugün başkentte yaşayan kardeşlerimizle konuştuk. Yurt dışından yardım için gelenlere vize verilmiyor. Bazı sivil toplum kuruluşları geldi, yardım dağıtmak istediler. Yakalandılar. Getirdikleri paraya el konuldu. Sonra da ülke dışına çıkarıldılar. Yardıma gelenler rahat yardım dağıtımı yapamıyor. Yardımları askeri cuntaya vermek zorundalar. özellikle Müslüman yardım kuruluşlarına çok zorluk çıkarıyorlar…”
Burma halkı, iki türlü felaket yaşıyor. Bir okyanusun gazabını bir de cuntanın gazabını. Bütün engellemelere rağmen, insani yardım kuruluşlarımız bu insanların yanında olmalı. Olacak da. Tsunami sonrası Endonezya'ya, Pakistan'a, Keşmir'e, Sri Lanka'ya büyük bir yardım seferberliği başlatıldı. Bir çok bölge yeniden inşa edildi. Okullar açıldı, yetimhaneler kuruldu, köyler inşa edildi. Bu seferberlik sonrası, dünyada Türkiye'nin yardım kuruluşlarının efsanevi fedakarlıkları anlatılır oldu. çok bilinen uluslararası örgütlerin aciz kaldığı her yerde bizimkiler vardı. Kimsenin ulaşamadığı yerlere onlar ulaştı. Köyler, mezralar, dağ başlarında yaşayanlar bile sağlık taramasından geçirildi. Anadolu'nun gönüllüleri bugün yeryüzünün her yerinde. Nereye giderseniz onları görürsünüz. Türkiye cumhuriyetinin ulaşamadığı yerlere bile onlar ulaştı.
Bu felaketten önce de oralarda çalışıyorlardı. Tsunami'den önce de oralarda çalışıyorlardı. Eminim Burma'ya da bütün engellere rağmen gidecekler. Kimsenin gidemediği yerlerde yine onlar olacak. Nerede bir felaket yaşansa, bakıyoruz ki, orada tarihten kalan, bize ait çok şey oluyor. Tsunami sonrası gittiğimiz her yerde geçmişimizden izler bulduk. Pakistan'da, Enodenzya'da, Açe'de. Afrika'nın derinliklerinde bile geçmişimizden izler bulduk. Şimdi Burma'da, Arakan'da da aynı izleri buluyoruz. I. Dünya Savaşı'nda İngilizlere esir düşen Osmanlı askerlerinden 12 bin tanesinin bu ülkeye götürüldüğünü, orada esir kamplarında kaldıklarını, hatıralar yazdıklarını da bu felaketten sonra öğrendik. Yardıma gidenler, Türkiye'den yedi bin beş yüz kilometre uzakta ömürlerini tüketen şehitlerin aziz hatıraları ile buluşacaklar. Onların mezarlarını görecekler.
Türkiye'nin Kızılay'la göndereceği 1 milyon dolarlık yardım için çabalar sürüyor. Zaten birkaç yıldır bölgede okullar açan, binlerce insana gıda yardımı yapan, yetimhaneler ve kursal açan IHH, bugün bir ekibi bölgeye gönderiyor. Deniz Feneri, Kimse Yok mu Derneği, Gözyaşı Derneği ve daha bir çok yardım kuruluşunun da ben zer girişimleri olacaktır.
Yeryüzünü neresinde felaket varsa; arama/kurtarma görevlilerimizle, yardım ekiplerimizle oradayız. Nerede fakirlik varsa, kuraklık varsa, savaş varsa, iç çatışma varsa, salgın hastalık varsa desteklerimizle oradayız. Nerede bir trajedi yaşanıyorsa acıları biz paylaşıyoruz. Paylaşmaya da devam edeceğiz, etmeliyiz…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.