Mevlid’den Kutlu Doğum’a
Daha cazip olur diye mi düşünüldü kim bilir?!
Asırlarca sürdürülen “Mevlid” geleneği, birden bire “Kutlu Doğum Etkinlikleri” ismiyle hayatımıza girip yerleşiverdi.
Halbuki, “Mevlid-i Nebi” terkibi, daha asil ve daha masum bir niteleme.
“Kutlu Doğum” da ise, biraz kutsama, aşırılık, ayrıcalık, haddi aşma çağrışımı var.
Şüphesiz “iyi niyet” le organize edilen bu etkinlikler, bazen kontrolden çıkıp arzu edilmeyen mecralara yöneliveriyorlar.
İyi niyetler, başka niyetlerle karışıp farklı bir görüntüye dönüşüveriyor.
***
Bu dönüşümün, “konjonktürel” ortamla da ilgisi var kuşkusuz.
28 Şubat sürecinde bu etkinlikler “irticai faaliyet” kapsamında ele alınıp parti kapatma nedeni sayılıyordu hatırlarsanız.
Şimdi de, bazı kesimler bunu sanki “dini özgürlüğün sembolü” olarak göstermeye çalışıyor.
O günlere bakarak bu günlere “şükür” diyenler, dini hayatın bu günlerde rahatça yaşandığı kanaatine sahipler.
Acaba öyle mi?
Kesinlikle hayır.
Bu görüntüler bizi aldatıp gevşekliğe sevk etmemeli!
Kur’an okumanın hala 12 yaş altı çocuklara resmen yasak olduğu bir ülkede, kimse dini özgürlüklerin var olduğundan bahsetmesin!
Hani, “silah neden ateş almıyor” sorusuna karşı “bunun on sebebi var, birincisi barut yok” şeklinde cevap veren adama “gerisini saymana gerek yok” dendiği gibi, diğer dini yasakları veya engelleri saymaya gerek yok!..
***
Şüphesiz, “Kutlu Doğum” adı altında yapılan programların içinde çok kaliteli olanları, topluma fayda sağlayanları da var.
Ama bunlar devede kulak!
Ne yazık ki, son dönemlerde bu programlar “müzik” ağırlıklı yapılmaya başlandı.
Hatta bunun için, özel korolar, müzik grupları bile teşekkül ettiriliyor!
Fena mı diyeceksiniz.
İyi de, bunların Hz.Peygamber Efendimizi anlatmayla, tanımayla ne ilgisi var?!
Şimdilerde “Kutlu Doğum Etkinlikleri”ne baktığımızda, “Kur’an Ahlakı” ile ahlaklanmış bir Peygamber anlatımı yerine, müzik aletleriyle daha çok ilahi ve kasideler eşliğinde Peygamberi “övme yarışı”na girildiğini görüyoruz.
Allah Teala’nın Kur’an’daki “Peygamber övgüsü” bize yetmiyor mu yoksa?!..
Peygamberimizi öveceğiz diye “sınırı aşma”nın âlemi var mı?
Fatiha’ya “Elhamdülillah” ile başlıyoruz, değil mi?
Yani, bir yandan “Hamd ve Sena’nın, her türlü Medh ve Övgü” nün ancak Allah’a has ve ait olduğunu söylüyoruz.
Diğer yandan, O’nun Elçisi’ni, Allah’ın önüne geçiriyoruz.
Dahası, bu etkinliklerde Allah dururken Elçisi’ne “çağrı” yapıyoruz....
Yine, Allah’a değil de Elçisi’ne “mektuplar” yazarak taleplerimizi iletiyoruz...
Hatta “nerede kaldın gel, hayatımıza gir” nidalarıyla Allah’tan değil, Elçisi’nden “medet” umuyor, “kurtuluş”u yine Elçisi’nden bekliyoruz!..
Oysa, Hz.Peygamber (aleyhissalatü vesselam) efendimiz bizzat kendisi, böyle bir konuma getirilmekten ümmetini şiddetle men ediyor.
Bu aşırılığın, bu ifratın daha nerelere kadar uzanacağını da kestirmek güç!
“Ölçü”yü kaçırmayıp, O’nu kendi koyduğu ilkeler ve yaptığı ikazlarla tanımamız gerekmez mi?!
***
Bir gün, Sahabe’den bir zat Peygamberimize geldi.
O’nu karşısında görünce adam heyecandan titremeye başladı.
Efendimiz: “Korkma, rahat ol! dedi. Ben ancak Kureyş’ten kuru et yiyen bir kadının oğluyum.”
Belli ki, Rasulüllah kendini övmeyi sevmiyordu ve ümmetine de şöyle buyuruyordu:
“Hıristiyan’lar Meryem oğlu İsa’yı (a.s) övmede aşırıya gittikleri gibi, sizler de beni övmede aşırıya gitmeyin. Ben sadece bir kulum. Benim için ‘O, Allah’ın Kulu ve Rasûlü’dür’ deyin, o kadar!”
Görüyorsunuz ölçüyü değil mi?
Rabbimiz, bizi her türlü aşırılıktan korusun!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.