Tahran'da Bir Tek Sünni Camii Yok!..
Siyonistler, İsrail, ABD ve Haçlı dünyası, Ortadoğu'daki şeytani projelerini (BOP) gerçekleştirmek için Türkiye ile İran'ı savaştırmak istiyor. Böyle bir şey hem Türkiye, hem İran, hem de İslam için büyük bir facia ve felaket olur.
Bundan önce defalarca yazdım, Türkiye ve İran emperyalist ve sömürgeci zalim güçlerin oyunlarına gelmemelidir.
İki devlet, savaşmayacaklarına dair bir saldırmazlık anlaşması imzalamalıdır. Türkiye laik bir rejime sahiptir. İran'da ise bir Şii Cumhuriyeti vardır. Türkiye ile İran arasında mezhep çatışması, mezhep propagandası, Türkiye'yi Şiileştirmek, İranı Sünnileştirmek gibi ihtilaflar olmamalıdır.
İran, Türkiye Alevilerini Şiileştirmek projesinden vaz geçmelidir. İran anayasasında devletin dini Şii mezhebidir, devlet başkanı bu mezhebe bağlı olacaktır denilmekte, kağıt üzerinde Sünnilere de din hürriyeti sağlanmaktadır ama gerçekte Sünniler büyük sıkıntı ve baskı altındadır.
İran'da 20 milyon Sünni vardır, Tahran'daki Sünni nüfus bir milyondur. Buna rağmen başkentte Sünnilerin Cuma namazı kılacak bir tek camileri yoktur, yapılmasına izin verilmemektedir. İran'daki durum hakkında bilgi edinmek isteyenler /irananaliz.wordpress.com/ sitesini kayd-ı ihtiyat ile okuyabilirler. Cenab-ı Hak, bu iki İslam ülkesinin savaşması felaketinden bizleri korusun.
Vaktiyle Siyonistlerin ve ABD'nin desiseleriyle İran ve Irak sekiz sene boyunca savaştılar da ne oldu? Milyonlarca ölü, milyonlarca yaralı, seller gibi akan gözyaşı ve kan, harabeler, lisan ile tarifi imkansız acılar... İki Müslüman ülkenin yaptığı aptalca savaşın parsasını da emperyalistler topladı, yüz milyarlarca dolar kar etti. Allah Müslümanları beyinsizliklerden, fanatizmden, mezhep taassubundan, birbirlerini boğazlamaktan muhafaza buyursun.
*(İkinci yazı)
Doğu ve Güneydoğu Niçin Boşal(tıl)ıyor?
Şu gerçeği kimse inkar edemez: 1980'lerden bu yana doğu ve güneydoğu Anadolu boşalmaktadır. Milyonlarca vatandaşımız evlerini, köylerini, bağ ve bahçelerini terk edip Batı'ya göç etmektedir. Diyarbakır, Adana, Tarsus gibi şehirlerde milyonlarca güneydoğulu vatandaşımız zor ve kötü şartlar altında yaşamaktadır.
Şimdi keskin bir soru yönelteceğim: Doğu ve güneydoğu Anadolu boşalıyor mu, boşaltılıyor mu?
İkinci dehşetli bir gerçek: Doğu bölgemizde üç ile beş bin arasında köy boşaltılmış, milyonlarca vatandaşımız mağdur edilmiştir. Bu kütlevi (yığınsal) boşatma işi sadece güvenlik sebebiyle midir, yoksa bu meselenin ardında gizli ve derin sebepler mi vardır? Varsa bunlar nelerdir?
Bir diğer keskin ve yakıcı sorum şudur: Birtakım dış mihraklı güçler ve onların içimizdeki işbirlikçileri, doğu ve güneydoğuda boşalan yerlere ileride başka nüfuslar ithal edilmesini mi planlıyor ve düşünüyor?
Üçüncü bir gerçek: Bir kısım Ermenilerin Türkiye'den toprak ve arazi istekleri vardır. Geçenlerde bir Ermeni politikacı "Ermenistan'ın başkenti Kars olmalıdır" mealinde bir beyanda bulundu. İnternetten ararsanız Ermenilerin ülkemizin bir kısmını istediklerine dair binlerce site, makale, beyanat, bilgi ve belge bulursunuz.
Evet sorularımdan birini tekrarlıyorum: Doğu ve güneydoğu bölgemiz kasıtlı ve planlı bir şekilde boşaltılıyor mu?
Sakın kimse, yukarıdaki sorularıma uçuk ve paranoyak sorular demeye kalkmasın... PKK terörü yangınının kasıtlı ve planlı bir şekilde sürdürüldüğü artık inkar edilemez bir gerçektir... Bu terörün gölgesinde şimdiye kadar yüz milyarlarca dolarlık uyuşturucu ticareti, kaçakçılığı yapılmıştır. Bir ara uyuşturucu helikopterlerle taşınmıştır. Birileri bu işten efsanevi servetler vurmuştur... Bazı devletler, şahıslar, mafyalar silah, mühimmat ve savaş malzemesi kaçakçılığından yine yüz milyarlarca dolar vurmuştur...
Büyük Ermenistan hayalleri besleyen emperyalist Ermenilerin ümidi PKK teröründedir.
Megali İdea'nın gerçekleşmesini isteyen Elen milliyetçilerinin ümidi PKK teröründedir.
Anadolu'yu tekrar bir Hıristiyan yurdu yapmak isteyen emperyalist, agresif, fanatik ve sömürgeci misyonerlerin ümidi PKK savaşındadır.
Şu meşhur BOP'un gizli protokollerinde Türkiye'nin parçalanmasına dair maddeler bulunduğu iddia edilmektedir.
Kürt nüfusunu yoğun olduğu bölgelerden, bütün Anadolu yüzeyine yaymak isteyen "iyi niyetliler" de bulunmaktadır. Nüfus yayılacak; Türk, Kürt, diğer unsurlar içiçe yaşayacak ve Türkiye'nin parçalanması böylece önlenecek...
Eskiden Kürt kardeşlerimizin ve vatandaşlarımızın en yoğun olduğu şehir Diyarbakır'dı.
Şu anda İstanbul'daki Kürt nüfusu oradakini geçmiştir. Mersin'de, İzmir'de, Bursa'da ve diğer büyük Batı ve orta Anadolu şehirlerinde büyük Kürt nüfusu yaşamaktadır.
Bendeniz bir Müslüman olarak bundan rahatsız olmam ama bu göçün, bu sürgünün, bu göç ettirilmenin planlı ve kasıtlı olup olmadığını da bilmek isterim.
Evet soruyorum: Beş bin Kürt köyü niçin boşaltılmıştır?
Milyonlarca Kürt kökenli vatandaşımız niçin perişan edilmiştir?
Türkiye'nin Müslüman nüfusu niçin batıya sürülmektedir?
Doğu ve güneydoğudaki boşluğu doldurmak isteyen güçler var mıdır?
Bu boşatmanın, bu sürgünlerin ardında gizli Kripto Yahudi, Kripto Ermeni, Siyonist, Haçlı, emperyalist, sömürgeci güçler var mıdır?
Türkiye'nin boşalan, boşaltılan yerlerine ileride dışarıdan nüfus mu ithal edilecektir?
*(Üçüncü yazı)
ACIMASIZ AVCILAR
Atlas Dergisinin Şubat 2011 sayısında hacmi küçük verdiği üzüntü büyük bir yazı okudum. Dikkatinize sunuyorum:
"ERZİNCAN: KAÇAK AV ÇIĞRINDAN ÇIKTI. Doğa Derneği kampanya koordinatörü Dicle Tuba Kılıç, Erzincan'da giderek artan av baskısına dikkat çeken çok sayıda ihbar aldıklarını söylüyor. Kılıç, dağkeçisi ve kekliklerin yoğun olarak avlandığını, durumun artık katliam boyutlarına ulaştığını belirtiyor. Kaçak ava tepki duyanlar arasında yerel avcılar da var, hatta kimileri ilin artık tamamen avcılığa kapatılması gerektiğini savunuyor. Bu amaçla geçtiğimiz günlerde bir imza kampanyası da başlatıldı. Kaçak avı önlemek için kontrolleri sıkılaştırmak gerekiyor ama ilin dağlık yapısı bunu zorlaştırıyor."
Çocukluğumda Türkiye'nin ormanları, dağları, bayırları, kırsal kesimi, dereleri, sahilleri yüzlerce çeşit vahşî hayvanla doluydu. Hatta ıssız dağların sarp bölgelerinde Anadolu'ya mahsus panter bile yaşardı. Dere boylarında kunduzlar vardı, sahillerde foklar... Denizlerimizde yüzlerce çeşit balık bulunurdu. İstanbul'da Beykoz koyunda dünyanın en lezzetli kalkan balığı tutulurdu. 12 sene boyunca Galatasaray Mektebinde yatılı okudum. Ayda bir kere kılıç balığı şişi yerdik. Eminönü'nde Yemiş İskelesi civarında büyük bir balıkhane vardı, tezgâhlardaki balıklar ne kadar çeşitliydi.
Karada vahşî hayvanların, denizde balıkların kökünü kuruttuk. Kırsal kesimde tavşan bırakmadık. Yüzlerce kuş çeşidinin canına okuduk.
Bendeniz avcılığı sevmem. Zevk için öldürmekten nefret ederim. Kanunlar avcılığa, bazı sınırlar ve ölçüler içinde izin veriyor. Ahlâk vermez... İnsan geçimini, nafakasını avcılıkla çıkartıyorsa ona bir şey demem.
Birkaç ay önce devletimiz bin zahmet ve masrafla Kandıra civarındaki ormanların içine bir çift geyik bıraktı. Maalesef iki merhametsiz avcı korunma altında olmalarına rağmen bu hayvancağızların dişisini vurup öldürdü. Düşünebiliyor musunuz, devlet çoğalsınlar, üresinler diye ormana iki geyik koyuyor ve acımasız vatandaşlar bunların birini vuruyor. Vuranlar bunların koruma altında olduğunu bilmiyor mu? Hem kanunları çiğniyorlar, hem ahlâkı ve merhameti ayaklar altına alıyorlar.
Bazı Avrupa ülkelerinde yol kenarlarında "Dikkat geyik çıkabilir" levhaları görürsünüz. Bizde göremezsiniz.
Kaç yıl oluyor, devletimiz ormanlara binlerce sülün bıraktı, birkaç ay içinde avcılar bunların hepsini vurdu, öldürdü. Bırakın ormanlardaki vahşi hayvanları, biz evcil kedileri ve köpekleri bile bazen merhametsizce öldürüyoruz. Hatırlayacaksınız geçen sene bir üniversite öğrencisi, zavallı bir sokak kedisini tekmeleyerek öldürmüştü. İster misiniz, ileride bu delikanlı hâkim, savcı veya öğretmen olsun.
Epeydir Alemdağ'daki Taşdelen suyuna gitmiyorum. 15 sene kadar önce bir yaz günü oraya pikniğe gitmiştim. Etraf bir yığın sevimli kediyle doluydu. Yemek yiyen merhametliler onlara da bir iki lokma veriyorlardı. Vakıf Su Tesislerinde çalışan dostumuza sormuştum, "Bu kadar çok kedi nereden geliyor?" Acı bir tebessümle şu cevabı vermişti: "Bunlar gelmiyor, bazı aileler pikniğe gelirken getiriyorlar, dönerken burada bırakıyorlar. Yaz aylarında biraz yiyecek buluyorlar, kışın ölüyorlar..."
Buharî ve Müslim'de geçen bir Hadis-i şerifte Efendimiz "Bir kadın bir kediyi hapsetti, kedi yiyecek ve içecek bulamadı, öldü. Allah bu kadını cehenneme koydu" buyuruyor.
Okullarda çocuklarımıza hayvan sevgisi, ağaç ve yeşillik sevgisi, tabiat sevgisi aşılanmalıdır.
Ülkemizde son 30 sene içinde korkunç bir ağaç ve yeşillik katliamı olmuştur.
Bazı şehirlerimizde yollardaki ağaçlar yamyamca, barbarca, vahşice budanıyor. Aaa, bakıyorsunuz, koca ağacı telgraf direği gibi budamışlar. Yeşerecek dal mal bırakmamışlar. Ağaç tabii kuruyor.
Sultanahmet Parkında Turizm Bürosunun arkasındaki ulu bir çınarda yere paralel iki dal vardı, şiir gibiydiler, onları da kestiler. Sultanahmet Camii medreselerinin önündeki yeşillik içinde İstanbul'un en güzel salkımsöğüdü vardı, onu da yamyamca budayıp kuruttular, sonra kütüğünü kesip götürdüler.
Belediyeler, özel şahıs veya kurumlar, büyük saksılar içinde ağaç getiriyorlar, sonra sulayıp bakmıyorlar, onlar da kuruyor.
Dinsizler böyle şeylere inanmaz: Bitkiler de birer canlı türüdür ve yaşadıkları müddetçe bizim duyularımızın fark edemeyeceği şekilde zikrederler. Bir Müslüman kabrinin üzerinde yeşillik olursa ölü onun zikrinden yararlanır.
Evlerimizdeki, bürolarımızdaki, pencere kenarlarındaki bitkilere iyi bakalım, onların zikri bize hayır ve bereket getirir.
Yaman avcı Tuncer beye:
Dürbünlü tüfeğinle zavallı hayvancağızı vurup öldürdün, yerde ölüm sarsıntıları içinde debelenirken sen keyfinden gevrek gevrek gülüyordun. Sana hatırlatıyorum, dokuz sene sonra dümdüz bir yolda kenardaki bir ağaca veya bariyerlere toslayabilirsin. Arabanın rotu mu çıktı? Hayır, hayvanın ahı tuttu...