'Yok, mu Allah aşkına yardım edecek?'

'Yok, mu Allah aşkına yardım edecek?'


Ortadoğu'yu sarsan, Tunus'ta başlayıp Mısır'la devam eden halk hareketlerinin son durağı Suriye. Suriye'de neler olup bittiği ne yazık ki, özellikle Türkiye'de pek görülmek istenmiyor. Bunda son dönemde yoğunlaşan iki ülke arasındaki siyasi ilişkilerin etkisi var ama medyanın tutumu da gerçeği gölgeliyor.
Bu yüzden orada neler olup bittiğine objektif bakılamıyor. Suriye halkının yıllardır bir azınlık diktatörlüğü altında nasıl bir cendere içine alındığı bilindiği halde, görmezden geliniyor. Birkaç yıl önce Şam'a gittiğimde Suriye'nin dünyadaki küresel değişimin dışında kalamayacağını, halkın köklü bir değişim istediğini açıkça görmüştüm.
Sonra MÜSİAD'ın Suriye raporu üzerine 30 Ocak 2010'da bu değişimin gerekliliğini yazdım:
"Irak'taki Baasçı rejimin yıkılması, bedeli ağır da olsa Ortadoğu'da statükoyu sarstı. Birbirini besleyen statükocu devletler değişmeye başladı. Suriye, bu statükocu devletlerin başında geliyor. Şimdi asıl merak edilen ise içeride bir değişim olup olmayacağı."
Ne yazık ki bu beklenti gerçekleşmedi. Gerçekleşmeyeceği de belliydi.
Çünkü bir diktatörlüğün kendiliğinden demokratik rejime dönüşme ihtimali yoktu.
Hele Suriye'deki rejimin hiç yoktu.
Şam'da konuştuğum insanların anlattığı şu çarpıcı gerçek hiç aklımdan çıkmadı:
"Suriye'de cezaevine girmek demek ölüm demektir. Giren bir daha çıkmadı..."
İşte Suriye'de halk günlerdir bu nedenle sokaklarda... Hafta başında da Suriye'nin muhalif kesimleri İstanbul'da bir araya geldi. O toplantıya bir dış gezi nedeniyle katılamadım ama Suriyeli muhaliflerin nasıl bir siyasal öngörüye sahip olduklarını yakından izledim.
İstanbul Platformu tarafından Şişli Cevahir Otel'de düzenlenen "Suriye için İstanbul Buluşması Sempozyumu"nda konuşan Suriyeli Kürt, Arap, Sünni, Alevi ve Türkmen muhalifler kırk yıldır yaşadıkları zulmü anlattılar. Tüm Arap ve Batı medyası sempozyuma büyük ilgi gösterirken, Türkiye'deki medyanın ilgisizliği dikkat çekiciydi.
Belki de bu yüzden Türkiye medyası Ortadoğu halklarının diktatörlere nasıl başkaldırabildiğini, ne istediğini doğru dürüst görüp, anlatamıyor.
"Ayaklandılar da ne olacak?" sorusunun nedeni de bu...
İstanbul Buluşması'nın sonuç bildirgesinde Suriyeli muhalifler, açık açık dış müdahale, bölünme ve silahlanmaya karşı olduklarını açıkladılar.
Ancak Ortadoğu'daki zalim diktatörlerin zulmüyle baş etmekte de çaresizler. Sivil direnişi kanla bastıran diktatörlerle mücadele için dünya kamuoyunun vicdanına seslenmekten başka ne yapabilirler?
Tıpkı Libya halkının yaptığı gibi... Libya halkı direnirken her türlü yardım çağrısını da yaptı. Ama ne yazık ki, başlarına "Müslüman Kaddafi"nin bombaları yağdı.
Balkanlar'a yaşananlara benzeyen bu durumu, bölgeyi yakından izleyen İHH Yönetim kurulu üyesi Osman Atalay değerlendirdi:
"Bizler daha dün Saraybosna, daha fazla bombalanmasın, Kosova'da daha fazla çocuk ölmesin demedik mi? Gazze'de İsmail Haniye'nin 'Yok mu Allah aşkına bize yardım edecek?' çığlıkları karşısında, Batı'dan vicdan sahibi kurumlara muhtaç kalmamızı kabul etmedik mi? Şimdi Libya'da tepelerine Müslüman Kaddafi'nin bombaları düşerken önce Arap Birliği'ne, sonra İKÖ ve BM'ye 'durdurun şu zalimi' diye yakaran Libya halkına neredeyse sövme noktasına gelmemiz çok acı verici bir durum değil mi?"
Dış güçlerin gelecek korkutması, Suriye'de sivil halkın üzerine kurşun yağdıran diktatörlüğe destek olmaktan öte bir anlam taşımıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi