Hızlı yaşa, genç öl!
Öyle derler ya hep: “Hızlı yaşa genç öl, cesedin yakışıklı olsun!”
Ölüm halinde ne işe yarayacaksa, yakışıklılık?
Gerçekten de çok hızlı yaşıyoruz! Günümüzde hayat baş döndürücü bir hıza ulaştı. Her şeyimizi hızlı yapmaya başladık. Her gün “çok işimiz var” ve her gün, yirmi dört saat yetmeyecek kadar yoğunuz!
Bu yüzden arabamızı hızlı sürüyoruz, yemeğimizi hızlı yiyoruz, namazlarımızı hızlı kılıyoruz, görüşmelerimizi hızlı yapıyoruz...
Kısacası, hızlı yaşıyoruz. Hızlı yaşadığımız için de, hayatı ıskalıyoruz!
Zira üç yüz kilometre hızla giden bir trenin penceresinden manzara seyredilmez. O hızla giderken, tabiatın tadını çıkaramazsınız. Manzaranın tadını çıkarmak için, hızınızı düşürmeniz gerekiyor.
Ardından, hedef belirlemeli, yani nereye gitmek istediğinize karar vermeli, bir başka deyişle hayattan ne istediğinizi bilmelisiniz.
Haftanın ilk günlerinde, şöyle bir sual sorabilirsiniz kendinize: “Allah’tan ne istiyorum?”
Bilirsiniz: Hedefi olmayan insanı, hiçbir yol hedefine götürmez!
¥
Osman Gazi’nin hedefi âşiretini devlet yapmaktı. Fakat imkânlar elvermiyordu. Devlet hayalini, imkânlarının artacağı güne ertelemedi, elinde olanı en iyi şekilde değerlendirdi ve aşireti devlet yaptı...
Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa’nın hedefi, Rumeli’yi fethetmekti. Fakat Çanakkale Boğazı’nı geçebileceği gemileri yoktu. “Yoklar”a teslim olup bekleyeceğine, ağaç kütüklerini asmalarla birbirlerine bağladı, yaptığı ilkel sallara kırkar kişilik silâhlı kuvvet bindirip karşı tarafa geçirdi ve o kuvvetlerle Rumeli’yi fethetmeye başladı...
Sultan İkinci Murad’ın hedefi bir “Fatih” yetiştirmekti: Bunun için Ak Şemseddin başta olmak üzere, devrin en kifayetli, en bilge hocalarını saraya çağırdı ve bir “oğul”dan “Fatih” üretti...
Sultan İkinci Mehmed’in hedefi Bizans’tı: Ya alacak ya da uğruna ölecekti. Ölmedi, aldı!
Yavuz Sultan Selim’in hedefi hilafetti: Önce Çaldıran, ardından Trabzon Rum İmparatorluğu, nihayet Anadolu birliği ve Mısır Sefer-i Hümâyûnu...
Kader, Yavuz Padişah’ı bu meşakkatlerin içinde pişirdi, olgunlaştırdı ve hak ettiği zaman “halifelik”le ödüllendirdi. Unutmayın: Ancak şartlara direnirseniz ödüllendirilmeyi hak edersiniz...
Ve ancak ödülü hak ettiğinizde ödüllendirilirsiniz!
¥
Başarılı olmak keyiflidir ama salt bunun için yaşanmaz. Kaldı ki başarılı ama mutsuz bir sürü insan var dünyada...
Öyleyse asıl istediğimiz şey “başarı” değil. Çünkü başarı, mutlu ve huzurlu olmaya yetmiyor.
Öyleyse ne? O neyse bulun ve yüreğinize kaydedin.
Ama bunun için sabır gerekiyor.
Geçenlerde bir Anadolu şehrinde yaptığım sohbetten sonra, yazma heveslisi gençlerden biri, “Roman yazmak için öncelikle ne lâzım?” şeklinde bir sual sordu...
Tek kelimelik bir cevap verdim: “Sabır lâzım!”
Roman her kelimesi sabırla örülen bir sanattır.
“Sabırla koruk helva olur” sözü boşuna söylenmemiş.
Hemen hatırlayalım: Sabretmeselerdi, Hz. Yunus balığın karnından, Hz. Yusuf kuyudan, Hz. İbrahim ateşten, Hz. Musa Firavun’dan, nihayet Hz. Âlişan Efendimiz (s.a.v) Ebucehil’den kurtulabilirler miydi?
“İlmin başı sabır”dır diye boşuna denmemiş...
Osmanlı ceddimiz “Ya sabır” sözcüğünü çerçeveleyip boşuna duvarına asmamış.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.