Darü'lharb'te Müslüman
İmam Şafii hazretlerinin ictihadına göre, darü'l-İslam olan bir ülke küffarın eline geçse ve orası realitede bir darü'l-küfr olsa bile onun darü'l-İslamlığı hükmen devam eder.
Bir ülke darü'l-harb de olsa orada yaşayan Müslümanların vazifeleri devam eder. Darü'l-harbte yaşayan Müslümanlar günde beş vakit namaz kılmak, Ramazan'da oruç tutmak, zekatlarını öncelikle miskin ve fakir Müslümanlara vermek, hac yolu kesinlikle kapatılmamışsa hacca gitmek gibi dini emirleri yerine getireceklerdir.
Zaten, bir İslam ülkesi darü'l-harb şekline dönüşünce Müslümanların oradan hicret etmeleri gerekir.
Aklı başında bir Müslüman, "Ülke darü'l-harb oldu, öyleyse zina edebilirim, içki içebilirim, hırsızlık yapabilirim, Şeriata aykırı olarak adam öldürebilirim, haram yiyebilirim" diyemez.
Kur'ana, Sünnete, cemaate bağlı Müslümanlar genel taqiyye yapamaz.
Darü'l-harbin dereceleri, kategorileri vardır:
1. En kötüsü, 1966'dan yıkılıncaya kadar diktatör Enver Hoca'nın Arnavutluğu idi. Orada din, iman kesinlikle yasak edilmişti. Ezan okumak, namaz kılmak, zekat vermek, oruç tutmak yasaktı. Camilerin çoğu yıkılmış, birkaç tarihi cami de kapatılmıştı. Erkek çocuklar sünnet edilemiyordu. Ölen Müslümanların cenazeleri yıkanıp kefenlenemiyor, cenaze namazları kılınamıyordu. Ramazan geceleri istihbarat ışık yanan evleri tespit ediyordu. Namaz kılmanın cezası idama kadar varabiliyordu. Ben Müslümanım demek ağır suçtu.
2. Mao Çin'i de Cehennem gibi bir darü'l-harbti.
3. Ezan okunan, namaz kılınan, oruç tutulan, hacca gidilen darü'l-harbler de vardır.
Enver Hoca Arnavutluğu ile nispeten din hürriyeti olan darü'l-harbleri aynı kefeye koymamak gerekir.
Ülke darü'l-harb oldu diye Kur'ana, Sünnete, Şeriata, ahlaka aykırı işler yapılamaz.
Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) insanlığa ve özellikle Müslümanlara en güzel örnek ve model olarak gönderilmiştir. Müslümanlar onu darü'l-İslam'da da, darü'l-harb'te de örnek almaya, yolundan gitmeye, ahlakı ile ahlaklanmaya mecburdur.
Türkiye Müslümanları ahlak, fazilet ve doğrulukları ile dinsizleri ve İslam düşmanlarını bile hayran bırakmalıdır.
Savaş hilesi ve hud'ası dışında Müslüman yalan söylemez ve aldatmaz.
Müslüman içki içmez, zina yapmaz, haram yemez.
Müslüman adil ve insaflıdır.
Müslümanın gıyabında dinsizler "Bu adam gerici, tutucu ama direk gibi doğrudur" demelidir.
Arkasından "Şu sözde dindara bakınız, deveyi hamuduyla yutuyor" denilen kimse iyi Müslüman değildir.
(İkinci yazı)
Cehennemi Trafik
Günün bazı saatlerinde İstanbul'un çok yerinde trafik artık tam bir işkence haline geldi. Geçenlerde bir dostum akşam yemeği için "Şehremininde iyi bir lokanta varmış, gidelim orada karnımızı doyuralım" dedi. Sultanahmet'ten sahil yoluna çıktık. Trafiği sormayın, otomobil seli adım adım yürüyor. Baktık ki olmayacak, Kadırga'da tanıdığımız bir lokantaya gittik.
Sabah ve akşam özel otomobillerin çoğunda bir tek sürücü var, başka yolcu yok. Bizim halkımız toplu taşıma vasıtalarını sevmez. Ben, benim otomobilimde, ben olarak, bence gidip gelmeliyim... Ben, benim otomobilim...
Herkes için söylemiyorum ama birine "A mubarek, senin evine kadar metrobüs var, niçin ona binip daha çabuk gitmiyorsun?.." deseniz, şu cevabı verebilir: Ben insan değil miyim, ben niçin benim otomobilime binip gidemeyecekmişim, ben otobüse binecek adam mıyım?.. Ben ben ben..." cevabını alabilirsiniz.
Böylelerine "Sen bu kafayla trafikte çok sürünürsün..." demek gerekir.
Şehrin çok göç alan bazı bölgelerinde "Yeni İstanbullu" yayalar da trafik kurallarına hiç uymuyor. Bakıyorsunuz iki üç vatandaş yolun ortasından, arkalarına hiç bakmadan aheste beste yürüyor. Korkmuyorlar da... Maalesef böyleleri "mal" gibi vatandaşlardır. Boynuzlu mallar da arkalarından gelen vasıtalara hiç aldırmadan yolun ortasında yürürler...
İstanbul'da her sabah ve akşam korkunç, çekilmez, tahammül edilmez, çıldırtıcı bir trafik sıkışıklığı, kargaşası yaşanıyor. Gönül arzu eder ki, o saatlerde gereken her yerde polis ve belediye elemanları olsun. Devlet büyüklerine, sorumlu belediyecilere ve bürokratlara trafik raporları yazılsın... Böyle bir şey de yok.
İstanbul'u çoktan terk etmek istiyorum, edemiyorum.
Bundan birkaç ay önce bir buçuk iki saat arasında gidilebilen iki ilçeye gezmeye gittim. Belediye başkanlarına da uğradım. Bana buralarda küçük bir bahçesi olan eski bir Türk evi bulursanız bir dostuma onu satın aldırayım, zaman zaman gelip ben de orada oturayım dedim. İlgileniriz, en kısa zamanda cevap veririz dediler ama aylar geçti cevap mevap çıkmadı.
Kesinlikle apartman dairesinde oturmam. Bağımsız olacak, bahçesi olacak. Olmasa da olur ama olursa daha iyi olur, alt kattaki taşlıktan üst kata çıkarken merdivenin yedinci basamağı Yunus Emre'nin dolabı gibi gıcırdayacak. Küçük bahçesinde bir kuyu, bir erik, bir de ayva ağacı; tırmanan bir gül, mor salkım, yasemin olmalı. Bahçeye bendeniz şebboy da dikerim. Geceleri nefis kokular saçar. Kim bilir belki de Mayıs aylarında bir bülbül gelip öter.
Şu dehşetli çılgın proje gerçekleşirse İstanbul'un yaşanmazlık katsayısı birkaç misli artacak.
Çocukluğumda İstanbul surlarından çıkınca bağlar, bahçeler, bostanlar hatta tek tük buğday tarlaları görülürdü. Şimdi piknik yapacak bir yer bulmak için yüz kilometre gitmek gerekiyor. Çılgın projeden sonra oralar da haritadan silinecek.
Çılgın mılgın, bu projede 300 milyar dolar rant varmış diyorlar.
(Üçüncü yazı)
Nijerya'da Neler Oluyor?
1960'lı yıllarda Nijerya'da Ahmedu Bello ve Ebu Bekir Tafeva, iki ünlü Müslüman lider vardı. Bunlar İslami kıyafetle gezer, namaz kılar, açıkça dine hizmet ederdi. Ahmedu Bello yarım milyon animistin Müslüman olmasına vesile olmuştu. Her iki İslam lideri de kanlı şekilde öldürüldü ve Müslümanların durumu bozula bozula bu günlere geldi.
Nijerya'nın yüzölçümü bir milyon km kareye yakın, nüfusu 152 milyon, sistem federasyon. Büyük bir petrol üreticisi olmasına rağmen devletin maliyesi ve halkın durumu iyi değil, çünkü genel ve yoğun kokuşma var. Ülkedeki Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında sürtüşmelerin ardı arkası kesilmiyor. Son başkanlık seçimlerinde hile yapıldığı ve Hıristiyan adayın seçimleri şaibeli şekilde kazandığı iddiası ile çatışmalar oldu, yüzlerce insan öldü.
Müslümanlar Nijerya'nın kuzeyinde yoğun. O bölgede Şeriat hukuku uygulanıyor.
Hıristiyanları çeşitli kiliselere mensup misyonerler okutuyor, yetiştiriyor, Batılı devletler onları manen ve maddeten teşvik ediyor.
Müslümanlar Nijerya'da çoğunluk ama emperyalistler onların sayısını az gösteriyor.
Emperyalistler Nijerya'yı birkaç devlete bölmek, petrol çıkan zengin kısmını Hıristiyanlara vermek istiyor.
Emperyalistler Nijerya Müslümanlarını "Böl, parçala ve hükm et" şeytani düsturu ile güçsüz hale getirmek istiyor.
Biz Türkiye Müslümanları onlara yardım edemez miyiz?.. Etmeliyiz, edebiliriz ama bugünkü kafa ve kültür ile edemeyiz. Biz de parçalanmışız. Biz de birbirimizle uğraşıyoruz. Bizde, İslami hizmet ve faaliyetler için her yıl milyarlarca dolar toplanıyor ama bunlar Kur'ana, Sünnete, Şeriata, İslam ahlakına uygun şekilde planlı ve programlı olarak harcanmıyor.