Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Demokrat Parti

Demokrat Parti

Kırklı yılların son günleriydi. Küçücüktüm. Köy içinde okul şiirleri okuyarak dolanan okullu ağabeyleri gıptayla seyrettiğimi hatırlıyorum.
Onlardan biri de Mehmed Emin Birinci abi idi. “İnönü”lü şiirler ezberlemeye çalışırken dikkatle dinler, bazen ondan önce ezberlerdim. Birini hatırlıyorum:
“İnönü’dür yurdun temel taşı/ O ulusumun başı/ O bize can yoldaşı/ Şanlı İsmet İnönü.”
“Atatürk’ün eşidir/ Dünyanın güneşidir/ Türklüğün ateşidir/ Şanlı İsmet İnönü.”
“İnönü” kimdir, “yurt” nedir, “ulus”, “yoldaş”, “Türklük” ne demektir bilmezdim, ama şiiri ezberleyip okullu ağabeyler gibi köy içinde dolanmak müthiş hoşuma giderdi.
Sonraları ortaya “Adnan Menderes” adı çıktı. “Milleti İnönü’nün elinden kurtaracak adam” diyorlardı.
Onun yanı sıra “Demokrat Parti” diye bir şeyden bahsedildiğini duymaya başladım. “D.P.” amblemini ilk gördüğümde dokuz yaşlarındaydım. İlçe meydanında gördüğüm amblemi hafızama nasıl aldım, yağlı boya ile serenderimizin (Karadeniz’e özgü bir yapı) kapısına nasıl çizdim hatırlamıyorum..
Ama 27 Mayıs 1960 askeri darbesini takip eden sıcak günlerde, muhtarın zoruyla o amblemi serenderin kapısından silerken çektiğim maddi-manevi zahmeti çok iyi hatırlıyorum.
çocuktum. Milletin çok sevdiği Adnan Menderes’i, ilçeden gelen memur amcaların neden sevmediğini, neden durmadan “İsmet Paşa” (İsmet İnönü) ve “Cemal Paşa” (27 Mayıs darbesinin göstermelik ismi Orgeneral Cemal Gürsel) isimlerini halka kabul ettirmeye çalıştıklarını kavrayamazdım.
Bunu kavramaya başladığımda bilincimin ufkuna karabasanlar düştü. Meğer millet ısrarla CHP karşısındaki oluşumları destekliyordu…
Mesela, 17 Kasım 1924 tarihinde İstiklâl Savaşı’mızın önemli isimlerinden Kâzım Karabekir (Genel Başkan), Hamidiye Kahramanı ve Atatürk’ün Başbakanlarından Hüseyin Rauf Orbay (İkinci Başkan), yine İstiklâl Savaşı’mızın önder isimlerinden Ali Fuat Cebesoy (Genel Sekreter) tarafından kurulup 3 Haziran 1925 tarihinde, sırf tüzüğünde “Dine saygılıyız” hükmü bulunduğu için “irticaya taviz” verdiği gerekçesiyle temelli kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı ve 12 Ağustos 1930 tarihinde bizzat Atatürk’ün talimatı ve desteğiyle kurulup, kuruluşundan sadece dört ay sonra, 18 Aralık 1930’da yine “irtica” gerekçesiyle kapatılan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı destekledi…
Kısacası bu millet, (şaşırtıldığı darbe dönemleri hariç), hiçbir özgür seçimde CHP’yi seçmedi.
Böylece, kendisine 1950 öncesinde yaşatılan dayatmaların, en başta da ezansızlığın ve her türlü fukaralığın faturasını CHP’ye ödetti, hâlâ da ödetiyor.
Cumhuriyet döneminin ilk siyasi teşekkülü olan Halk Fırkası, Cumhuriyet'in ilânından sadece altı gün evvel, 23 Ekim 1923'te, “yeni devlet”in ilk siyasî partisi olarak kurulmuştu.
Genel Başkanlığını da Mustafa Kemal Atatürk üstlenmişti. Atatürk artık hem Cumhurbaşkanı, hem de Halk Partisi Genel Başkanı’ydı. Zaten Halk Partisi’nin “altı umde”si (meşhur oklar) de “Cumhuriyet'in temel ilkeleri” yapılmıştı. Ayrıca devletin valileri “Halk Partisi İl Başkanı”, devletin kaymakamları “Halk Partisi İlçe Başkanı”, devletin nahiye müdürleri “Halk Partisi Bucak Başkanı” idiler. Yani parti devletten, devlet partiden ayrı değildi: Bu yapı o günlerde, “Parti = Devlet” formülüyle açıklanıyordu.
7 Haziran 1945'de, CHP milletvekillerinden dört isim (Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan) CHP Meclis Grup Başkanlığı'na bir önerge (siyaset tarihinin “Dörtlü Takrir” olarak nitelendirdiği meşhur önerge) verip tüm dünya demokrasiye geçerken, Türkiye'nin kendi içine kapanamayacağını belirttiler ve “açılım” istediler.
Dörtlü Takrir, CHP tarafından şiddetle reddedildi. Bunun üzerine, önerge sahipleri, CHP’den ayrılıp Demokrat Parti’yi kurdular. (7 Ocak 1946 = 62. yıldönümü)
Demokrat Parti, baskıcı “tek adam” rejiminin sürdürüldüğü ülkede akla ziyan bir “açık oy, gizli sayım” yöntemiyle yapılan ve “hileli” olduğu hâlâ tartışılan 1946 seçimleri ile TBMM’ye girdi…
14 Mayıs 1950'de yapılan ilk demokratik seçimler sonucunda ise, Demokrat Parti, 487 milletvekilinin 397'sini kazanarak iktidar oldu. Böylece 24 yıl kesintisiz iktidarda kalan Cumhuriyet Halk Partisi’nin mutlak hâkimiyeti hukuken (ama siyaseten değil; çünkü ele geçirdiği üst düzey bürokrasi, medya ve üniversite sayesinde hep iktidarda kaldı) sona ermiş oldu. Normal yoldan bir daha da iktidara gelemedi.
Demokrat Parti’nin seçim süresince kullandığı en etkili argümanlardan biri, 1932’den beri Türkçe olarak okutulan ezanın aslına döndürüleceği, diğeri bir açık el işareti eşliğinde kullanılan “Yeter! Söz milletindir” sloganı oldu. Millet, 18 sene süren hicranlı bir ayrılıktan sonra ezanına kavuşmuş, ardından “vatandaşlık” payesine ulaşmış, ayrıca özgürlük ve ekonomik anlamda gelişmenin yolu da açılmıştı.
İşte bu yüzden, içinde bazı olumsuz isimler bulundurmasına ve bazı yanlış uygulamalar yapmasına rağmen, Demokrat Parti’yi millet çok sevdi. Demokrat Parti iktidarının Başbakanı Adnan Menderes’i ise adeta bayraklaştırdı.
Bunu hazmedemeyen CHP, medya, üniversite ve bürokrasi 27 Mayıs 1960’da bir darbe gerçekleştirdiler. Demokrat Parti darbe ile düşürüldü. Yöneticileriyle milletvekilleri, darbecilerin keyfine uygun şekilde Yassıada’da olağanüstü yetkilerle donatılmış bir mahkemede sözde yargılandılar. Başbakan Adnan Menderes’le Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan, İmralı Adası’nda asıldı.
Sonra millet, onları İmralı’daki meçhul mezarlarından alıp, kalbine gömercesine, İstanbul / Vatan Caddesi’nde inşaa ettiği türbeye dualarla defnetti.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi