Müslümanlara Kurtuluş Reçetesi: Hem İslâm’ı Yakalamak, Hem de Çağı
ESARET zincirlerini kırmanın formülü şudur: Daha fazla Müslüman olacağız, daha fazla modern olacağız...
Böyle bir şey olur mu? Bu temenninizde çelişki yok mudur? çelişki melişki yoktur.
Daha fazla, daha koyu Müslüman olmak için neler yapacağız?
1. Sadece Cuma namazına gidiyorsak, beş vakit namaza başlayacağız.
2. Günlük farz namazları, mümkün olduğu kadar camilerde cemaatle kılacağız.
3. Müslüman hanımlar ve kızlar başlarını örtecekler. önce istedikleri gibi örtsünler, sonra “vakt-i merhunu” gelince dine uygun şekilde örtünürler. Bilmem anlatabildim mi?
4. Değerli, faydalı, kalıcı olmaları şartıyla daha fazla din kitabı okuyacağız ve öğrendiğimiz dinî bilgileri hayata uygulayacağız.
5. Cemaat asabiyetini (taassubunu, fanatizmini, bağnazlığını, militanlığını) bırakacağız ve ümmet şuuruna sahip olacağız.
6. Bireysel ve toplumsal hayatı, mümkün olduğu kadar din kurallarına uydurmak için çalışacağız.
7. Cuma günleri Cuma ezanı okununca işyerimizi, büromuzu kapatacağız.
Ve bunlara benzer şeyler... çağdaşlığı/moderniteyi yakalamaya gelince:
A. çocuklarımızı, imkanımız varsa en vasıflı ve güçlü okullara ve üniversitelere göndereceğiz.
B. Onlara iki, üç, dört, beş yabancı dil öğreteceğiz. Bunun için gerekirse taşınmaz mallarımızın bir kısmını satacağız. Yaz tatillerinde İrlanda’da, Malta’da, başka yerlerde onlara mükemmel İngilizce öğrettireceğiz. Bazılarını Mısır’a gönderip, oradaki dershanelere kayd ettirip iyi Arapça öğrenmelerini sağlayacağız.
C. Evlerimizi, bürolarımızı, yazıhanelerimizi çok güzel, çok estetik, çok üstün bir şekilde döşeyeceğiz. Bunun ölçüsü şudur: Bizim mekanlarımız “onların” mekanlarından daha güzel olacak.
ç. Biz, herkesten daha güzel giyineceğiz.
D. Türkçe’yi en güzel biz konuşup yazacağız.
E. Yeterli sayıda okur-yazarımız dünyanın fikir, sanat, kültür, mimarlık akımlarını öğrenecek, bilecek, takip edecek.
F. ülkenin en kaliteli, en tesirli, en fazla tirajı olan gazetelerini, dergilerini biz yayınlayacağız. Yine en güçlü tv kanalları bizim olacak.
G. Kadın ve erkekler için giyim kuşam, moda müesseseleri kuracağız, bu sahada dünya çapında söz sahibi olacağız.
Tek cümle ile: çağdaş medeniyet, çağdaşlık, modernite konusunda en önde olacağız...
Bu anlattıklarımın zıdları şunlardır:
* Dinî hizmet ve faaliyetleri camilere hoparlör takmak, klima ve kalorifer tesisatı kurmak, şadırvanlardan su akıtmak, din görevlilerine lojman yaptırmak sanmak.
* Gerekenden ve ihtiyaçtan fazla hafız kursu açmak.
* Kırsal kesim ve varoş zihniyet ve kültürüne saplanıp kalmak; medenî/şehirli olamamak.
* Kültürel, sosyal sahalarda hep ikinci ligte oynamak.
Müslümanlar, çok dindarlaşsalar, çok koyu sofu olsalar, lakin çağı ve moderniteyi yakalayamazsalar yine esirlikten, zilletten, sürünmekten kurtulamazlar. İkisinin beraber olması gerekir.
Arap dünyasında El-Cezire televizyonu ve internet sitesi kuruldu. Kısa zamanda BBC’yi bile geçti, dünya çapında başarı kazandı, Haçlıların, Siyonistlerin ağızları açık kaldı. Biz Türkiye Müslümanları da böyle başarılara, böyle terakkilere (ilerlemelere) imza atmalıyız,
Türkiye’nin Müslüman aydınları, edebiyatçıları, romancıları, tarihçileri her yıl en az 100 adet İngilizce, Fransızca, Almanca kitap yayınlamalıdır veya Türkçe yayınladıkları ciddî ve kaliteli kitaplar yabancı dillere çevrilmelidir.
Yukarıda anlattığım bu işler/hizmetler cemaat taassubu ve militanlığı ile Hazret-i Muhterem Efendi çok muhteremdir, en muhteremdir edebiyatı ile ümmet birliği şuurunu yitirip parça huliganlığı ile Müslümanların paralarını toplayıp bildikleri gibi harcamakla; İslâm düşmanlarını dost ve velî (idareci, patron) ittihaz etmekle yapılamaz.
Bazı İslâmcılar vır vırı bıraksınlar ve güçleri varsa el-Cezire gibi bir tv kanalı ve internet sitesi kursunlar...
üretmeden Tüketmenin ve Lüks çılgınlığının Sonu İflastır, Felakettir...
FELAKETLERİMİZİN sebeplerinden biri de üretmeden tüketmek hastalığımızdır. Biz Kızıl çin, Tayvan, Japonya ve benzeri üretici ülkeler gibi olsaydık kalkınmada, zenginlikte, güçte dünya birincisi olabilirdik.
Büyük bir devlet kuruluşunun 100 yeni memur alacağı duyulsun, binlerce kişi müracaat ediyor. Halkımızın bir kısmı çöpçülüğe bile razı. Yeter ki, hazır maaş olsun, sigorta olsun, emeklilik hakkı olsun.
82 milyonluk Almanya dünyanın en büyük ihracatını yapıyor. Bir milyar 300 bin nüfuslu çin’in bile önünde. Almanya üreten bir ülkedir.
çin işçiye ayda 100 dolar veriyor. Almanya 2000 dolar... Buna rağmen ihracatta birinci olabiliyor, ucuz işçi çalıştıranlarla rekabet ediyor. Almanya Mercedes yapıyor, çin Mercedes’in taklidini... Türkiye ise taklidini bile yapamıyor ama lüks ve pahalı Mercedes alımında dünya birincisi...
Halkımızın üç beş milyonluk kısmı korkunç bir lüks, israf, aşırı tüketim, saçıp savurma cehennemine yuvarlanmıştır.
Medya; israfı, lüksü, sefahati teşvik etmektedir.
Yüksek kesimde tevazu, alçak gönüllülük, kanaat, iktisat (tutumluluk) ayıp haline gelmiştir.
İstanbul’un etrafında dev hipermarketler açıldı, yenilerinin inşaatı sürüyor. Parası olan, para bulan, kredi kartına sahip olan bir kısım halk deliler gibi, çılgınlar gibi alış veriş yapıyor.
Akıllı, vicdanlı, olgun, bilge insanlar niçin yemek yer? Yaşamak için, beslenmek için... Bizde birileri gösteriş için yemek yiyor.
Millî servetimizi, kazancımızı, sermayemizi nelere harcıyoruz:
1. Lüks meskenler... 2. Lüks yemekler... 3. Lüks giyim kuşam... 4. Lüks otomobiller... 5. Lüks yazlıklar...
1960’lı yıllarda basınımızda isminden sık sık bahsedilen bir Lüks Nermin vardı... Fahişelik ticaretiyle meşgul olurdu. ülkemizi ziyaret eden bazı devlet başkanlarına bile kadın temin ettiği söylenirdi. Bizim birçok lükslüğümüz, işte bu Lüks Nermin’in lükslüğüne benziyor.
Dinsizlerin lüks tutkusuna şaşmam ama Müslüman geçinen bir kesimin lüksüne, israfına, sefahatine şaşmamak mümkün değildir.
Onlar, dıştan dindar görünseler bile asla gerçek Müslüman değildir. Gerçek Müslüman kanaatkar olur, israf yapmaz.
Tükettiğimiz kadar üretmezsek batmaya mahkumuz.
İlerlemek, kalkınmak istiyorsak içte tükettiğimizden çok üretmemiz ve ihraç etmemiz gerekir.
Şu anda emperyalist/global sermayeden borç alarak, mallarımızı mülklerimizi yabancılara satarak aşırı tüketimi devam ettiriyoruz. Bir gün gelecek bu deniz bitecektir. O zaman iktisadî, siyasî, sosyal depremleri bekleyelim.
Hiçbir toplum, hiçbir ülke üretmeden tüketemez. Bunun sonu iflastır, felakettir, yıkımdır.