Bir çiçekle bahar gelmez mi?
Dostum dedi ki: “Bir çiçekle bahar gelmez...” Dedim ki: “Ama her çiçek bir bahar müjdesidir!”
Her insan da öyle...
İşte bu yüzden, “Elden ne gelir” dememek, mazeretlere sığınmamak gerekiyor...
Hele hele, “Bir benim çabamla dünya değişmez” gibi yılgınlıklara kapılmamak lâzım...
Olumsuz şartları abartmadan tüm gayretimiz ve sabrımızla elimizden geleni yaparsak, Allah’ın yardım eli uzanır, rahmeti “tecelli” eder ve değişmez sandığımız olumsuzluklar bir bir değişmeye başlar. Unutmayalım ki, bir top, bir mermi ve bir insan (Koca Seyit) Çanakkale Savaşı’nın gidişatını değiştirmişti...
Gerçek şu ki, hareket bereket, gayret duadır! Duanın kabulüne tek mâni ise tembelliğimizdir. Her şart altında hedefine koşanlar bir gün hedefe ulaşır... Yakınanlar, ağlayanlar, şikâyet edenler, sürekli mazeret üretenler ise yolda kalır.
•
Meşhur fizikçi Albert Einstein, dört yaşına kadar konuşamamış, okumayı yedi yaşına gelene dek sökememişti... O kadar ki hem öğretmenleri, hem de ailesi Einstein’ın “zihinsel özürlü” olduğundan kuşkulanmışlardı.. Çalıştı, çabaladı, inandı, umdu ve çağının gördüğü “en iyi fizikçi” oldu.
•
Koca Mimar Sinan, sıradan bir “acemioğlan” olarak Yeniçeri Ocağı’na girmişti...
Çalıştı, çabaladı, basamakları bir bir çıktı, önüne gelen fırsatları değerlendirdi ve binlerce “acemioğlan” arasından sıyrılıp yükseldi...
Nihayet Koca Mimar Sinan oldu, Selimiye gibi eşsiz bir mâbede imza attı.
•
İçeriden ve dışarıdan bir sürü örnek daha verebiliriz. Sonuçta hepsi aynı kapıya çıkar: Çalışmayanın başardığı görülmemiştir.
İnsan kabiliyetine sınır yoktur. Ama kabiliyetin eğitimle geliştirilmesi ve çaba ile cilalanması gerekir. Ondan sonra sıra “istem”eye gelir: Çok isteyeceksiniz. İnanacaksınız ve başaracaksınız.
Her insan ancak yapabileceğine inandığı şeyleri yapabilir! Yani önce “inanmak” şart!
Ardından emek vermek gelir. “Dünyayı ben mi değiştireceğim?” diye sormadan...
Ankara Savaşı (1402) sonrasında Osmanlı açısından ölüm-kalım devri başlamıştı. Padişah (Yıldırım Bayezid), Timur tarafından yakalanıp Semerkant’ta zindana atılmış, vaktiyle itaat altına alınan Anadolu beylikleri tek tek ortaya çıkarılıp âdeta hortlatılmış, Anadolu paramparça bir hale getirilmişti...
Timur’un niyeti Osmanlı’yı bir daha dirilemeyecek şekilde yerle bir etmekti. Tüm tedbirini buna göre almıştı.
Bir taraftan da şehzadeler arasında amansız bir kavga başlamıştı: Kimin kimi vurduğu, kimin nerede saltanatını ilan ettiği bile belli değildi.
Şehirler neredeyse günübirlik el değiştiriyor, şehzadelerden biri gelip biri gidiyordu...
Kardeş kardeşi vuruyor, Anadolu ve Rumeli’de kan gövdeyi götürüyordu (bu duruma bakanlar “şehzade katli”nin en önemli gerekçesini görebilirler).
Ortada “birlik-bütünlük” diye bir şey kalmamıştı. Töre bozulmuş, kanun hâkimiyeti ortadan kalkmıştı.
Her şehzade başına buyruk yaşıyor, millet kan kusuyordu.
Yani Çelebi Mehmed, Anadolu Birliği’ni yeniden sağlayıp devletini yeniden inşa etmek üzere ortaya çıktığında tüm şartlar aleyhinde görünüyordu.
O kadar ki, akîl adamların bazıları, Çelebi Mehmed’e, bu mücadeleyi kazanmanın ve Osmanlı Devleti’ni derleyip toparlamanın artık imkânsız olduğunu söylüyorlardı.
Bir anlamda haklıydılar, çünkü görüntü buydu.
Çelebi görüntüye kapılıp moralini bozmadı. “Elimden geleni yapacağım” diyerek yola çıktı. Hedefi, kardeşlerini ve Anadolu beyliklerini bertaraf edip Osmanlı’yı toparlamak ve düzeni sağlamaktı.
Olumsuz şartları abartıp tıkanmak yerine, hedefine kilitlendi. Amacı istikametinde yürüdü. Moral bozucu şartlara ve telkinlere kendini kaptırmadan yürüdü ve başarıya ulaştı...
Osmanlı Devleti’ni yeniden inşa edip “İkinci münşi” (kurucu) unvanını aldı.
Kıssadan hisse: Olumsuz şartları abartacağımıza ve mazeret olarak kullanacağımıza, imanımızı ve imkânımızı abartıp olumsuzlukları aşmayı denemek lâzım...
Belki başarırız... Denemeden bilmek mümkün değil...
Nasreddin Hoca bile, gölün maya tutmadığını görmek için Akşehir Gölü’ne maya çalmıştı...
Biz neden aynı şeyi yapmayalım, neden oturduğumuz yerden ahkâm keseceğimize, zahmet edip denemeye çıkmayalım.
Hoca’nın mayası tutmadı, ama Edison’unki tuttu meselâ, ampul yandı...
Başlangıçta o da bir nevi “göle maya çalmak” değil miydi?
Binlerce kişi “O iş olmaz, ampul yanmaz” diyordu...
Edison’a “deli” damgası vurulmuş, toplumdan dışlanmıştı.
Ama günün birinde göl maya tutup ampul yanınca herkes hayranlıkla etrafında toplandı.
Muhalifleri hâlâ var belki, ama ampul de hâlâ yanıyor.
Oysa Edison, mevcut şartlara teslim olsaydı, ampul yanmayacaktı; yansa bile yakanın adı “Edison” olmayacaktı.
Şartlarla hesaplaştı, alışkanlıkları aştı, “olmaz”lara meydan okudu ve başardı.
Sizin ampulünüz da belki yanmak üzeredir, kim bilir belki de gölünüz maya tutmak üzeredir!
Hadi biraz daha çaba, biraz daha emek, biraz daha sabır...
Başaracaksınız!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.