Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Magazin imparatorluğu

Magazin imparatorluğu

Bir memlekette mankenin yeni sevgilisi ülkenin Avrupa Birliği’ne girip girmemesinden daha çok önemseniyorsa...
Bir şarkıcının boşanması tüm “ciddi” haberlerin önüne geçiyorsa...
Liderlerin küfürleşmesi, gazetelerde ve televizyonlarda, projelerinden daha geniş yer buluyorsa..
Bir futbol maçı ülkenin demokratikleşmesinden daha çok konuşuluyorsa hayat, “magazin” ve “fuzuliyat” üzerine oturmuş demektir...
Böyle bir ülkede başta iman olmak üzere ilim, ahlâk, sanat gibi “özgür” kavramlar gelişemez...
Önce bir gerçeğin altını çizelim: Hayat magazinleştikçe iman, ilim, sanat ve ahlâk tehdit altına girer...
“Fuzuliyat” zemin bulduğu ölçüde de, “hakikat” nihan olur!
Türkiye’de uzun zamandan beri hayat magazin kokuyor. En “ciddi gibi” duran gazeteler bile, kışkırtıcı magazine birinci sayfalarında, hattâ sürmanşetlerinde yer veriyorlar...
Dolayısıyla çoktan beridir iman, ilim, sanat, ahlâk gibi özgür ve kutsal kavramlar magazinin tehdidi altında, tazyik altında bulunuyor...
İlmin ve gerçeğin yerini git gide kurgu, hayal, spekülâsyon ve komplo teorileri alıyor: Artık gerçeği arama cehdi bitmiş, hayat “zevk” ve “eğlence”den ibaret bir kavrama dönüşmüştür!
Elbette hayatın içinde zevk ve eğlence de vardır, ancak hayatın tümü bunlardan ibaret değildir. Hayatı bunlardan ibaret hale getirmek, tekdüzeliğe indirgeyip renksizleştirmek anlamına gelir ki, tekdüzeliğin sonu bıkkınlık, bıkkınlığın neticesi ise intihardır: “Zevk”in ve “eğlence”nin bittiği yerde hayat da biter...
Toplumu magazine kışkırtanlar, bu noktalardan da sorgulanmalıdırlar.

Türkiye uzun süreden bu yana futbol, siyaset, “sanatçı” eyaletlerinden oluşan bir “Magazin İmparatorluğu”dur!
O kadar ki, ilim bile magazine dönüşmüştür...
Tabiatıyla da branşsız profesörler, sanatsız “sanatçı”lar, kitapsız “yazar”lar, mesleksiz “uzman”lar türemiştir...
Her gün her kanalda karşımıza çıkıp ahkâm kesiyorlar...
“Şu ottan şu kadar, bu kökten bu kadar, biiznillah şifa!”
İnancı işe karıştırmasalar olmaz, çünkü en çabuk kanan ve kapılan dindarlardır.
Bir tarihte kanserle boğuşurken, her gün birkaç kişi arıyor ve “kanser ilâcı” yaptığını, ilâcını kullananların “biiznillâh” şifa bulduğunu söylüyordu.
Hiç unutmam, bunlardan birine doktor olup olmadığını sormuş, otobüs şoförü olduğunu söyleyince de, “Ne ilgisi var?” diye tepki göstermiştim.
Cevap: “Rahmetli babam eczacı kalfasıydı, bu işleri biliriz!”
Sosyetesi “cinci”lerin, “medyum”ların, “falcı”ların istilâsına uğramış bir ülkede, bu tür saçma sapanlıkların kaçınılmaz olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum.
O günden bu yana pek bir şey değişmedi: Radyo ve TV kanallarını “taşçı”lar, “otçu”lar götürüyor!
“Biiznillah, şu ot şuna, bu taş buna şifalı!”
Evliliklerin bile ekranlara düşmesini bu çerçevede anlamak lâzım.
“Aile” gibi toplumun temel taşı olan son derece ciddi bir müessese artık ekranlar aracılığıyla kuruluyor!
Ne kanalın zerre miktar sorumluluğu var (yasal olarak yani) ne de sunucunun... Onlar da bu sınırsız “sorumsuzluk” içinde, “uygun” olup olmadığına bakmadan, “İşin ucu nereye varır?” düşünmeden insanları baş-göz ediyorlar.
Demokrasi güzel de, istismarı çok iğrenç!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi