Anonim bir dert
Gençlerin evliliklerine ilişkin öyle çok mektup ve mail alıyorum ki, birkaç ismin problemi gibi yansıtmak doğru olmaz. Bu tam anlamıyla anonim bir dert!..
Yurtdışında yaşayan aileler, genellikle kızlarını Türkiye’deki yakınlarının oğullarıyla zorla evlendirmeye çalışıyorlar (Yurtiçinde sanki çok mu farklı?). Bunun da sebebi, maişet endişesi; çünkü Alman vatandaşı bir kızla evlenen Türkiye vatandaşı oğlan, kolayca Almanya’ya yerleşebiliyor. Bu da mesleksiz gençler için bulunmaz fırsat.
Belirleyici düşünce maddi olunca denklik de aranmıyor. Bazen yurtdışında üniversite eğitimi görmüş kızlar, Türkiye’de yaşayan akrabanın ilkokul bile bitirmemiş mesleksiz oğluna nikâhlanıyor. İtirazlar asla dikkate alınmıyor. Bu konuda analık-babalık hakkı ile “evlâtlıktan red” tehdidi alabildiğine kullanılıyor. Sonuçta yüzlerce genç mutsuz oluyor.
Okuyucularımdan biri, “Burada öyle şeyler yaşanıyor ki, bu çağda mümkün değil zannedilir “ diyor, “Örneğin Avrupa’da doğup büyümüş genç kızları, Türkiye’deki akrabaların çocuklarına zorla nikâhlıyorlar. Gerekçe malum: Akrabadan birini daha yurtdışına alıp istikbalini kurtarmak... Hiç kimseyi dinlemiyorlar. Üstelik de bu tercihi yapan ailelerin çoğu dindar! Ben bu tür bir Müslümanlığı anlayamıyorum Hocam! Söyler misiniz lütfen, iki ateş arasında kalan gencecik yürekler ne yapsın?”
Ne zor, ne yakıcı bir soru bu. Türkiye’deki bazı genç kızlarımızın yüreği inançla devlet arasında tükenirken (başörtüsü yasağı yüzünden) Avrupa’daki bazı genç kızlarımız aileleriyle kendi hayatları arasında tükeniyor.
Devletin mazereti: “Rejimin selameti...” Ailelerin mazereti ise, “Gelenek ve görenekler...”
Sadece gençlere mazeret hakkı tanınmıyor...
Ya yüreklerine taş basıp itaat ederek sevmedikleriyle evlenecekler ya da anne, baba başta olmak üzere tüm çevrenin hışmına uğrayacaklar.
Bir bakıma aileden «aforoz» edilecekler. İki durumda da mutsuzluk var: Ölümlerden ölüm beğenmek gibi...
Yanlış gelenek ve görenekler sevginin, hatta inancın önüne geçebiliyor. Cehaletten beslenen yanlış gelenek ve görenekler ölüme bile yol açabiliyor.
Oysa temelde anne-babalar evlatlarının tırnağına diken batmasını dahi istemezler. En küçük acısına, ağrısına katlanamazlar. Çünkü evlatlarını çok sevmektedirler. Mutlu olmasını istemektedirler. Ama evlilik konusunda, mutsuz olması pahasına, kendi dediklerini yapmasını beklerler. Çünkü mutluluk (tabii onlara göre) sadece kendi tercihlerinin hayata geçmesidir. Çocukların evlilik konusunda da ana-babaya itaat etmeleri, eğitim seviyeleri ne olursa olsun (isterlerse üç fakülte bitirsinler) şahsi tercih haklarını kullanmamalarıdır. Ancak o zaman «hayırlı evlat» olacaklar ve mutlu bir hayat sürecekler.
Dürüst olmam gerekirse küçük bir kuşkum var: Anne babaların, çocukları için akraba evliliği tercih etmelerinde, sezdirilmemeye çalışılan ince bir hesap da olabilir mi acaba? «Damadımız bizden biri olursa yaşlılığımızda bize bakar» hesabı?
Ne olursa olsun, çocuğun hayatını geçireceği kişiyi belirleme konusunda anne-babaların dayatmacı olmasını kabullenemiyorum. Görenler bilir: Avrupa’da yaşayan Türk ailelerin çoğu, doğdukları bölgenin (kasaba ve köylerin) geleneklerini aynen yaşamaya çalışıyorlar. Oysa gençler daha geniş açıdan bakabiliyor hayata; bu da kaçınılmaz çatışmaları beraberinde getiriyor.
Aileler parçalanıyor. Anne ve baba evlatlarına, evlatlar anne-babaya düşman kesiliyor. Huzur bozuluyor, yürekler dağlanıyor. Yürekler arası savaşlar veriliyor.
Savaşmak yerine oturup konuşmak tek çare gibi geliyor bana. Ama buna yanaşmayan anne babalar var. Bunlara karşı gençler ne yapacak?
Sonsuz sevgi ve saygı içinde herkes yüreğinin götürdüğü yere bir gidebilse...
Ama olmuyor ki... Herkes kendi doğrusunu evvela kızına dayatıyor. Çünkü erkek evlatların reddetme ihtimali daha yüksek: Eh, “ne de olsa serde erkeklik var.”
Ve kız çocukların yüreği eziliyor. İstemedikleri evliliklere hayat boyu katlanmak zorunda kalıyorlar.
Anne-babalar biraz daha müsamahakâr, biraz daha anlayışlı olabilseler keşke.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.