Din Hocaları, Şeyhler, İmamlar...
Yıl 1980 veya 81, bir sabah namazında Aksaray Pertevniyal Valide Sultan camiine gitmiştim. Mabette dört beş saf cemaat vardı. Bendeniz üçüncü saftayım. Farzdan sonra selam verilirken arka safta Cerrahi tarikati postnişini merhum Muzaffer Efendi hazretlerini gördüm. Onu görmek bendenizi çok sevindirdi. Tesbihattan sonra musafaha ettik, cami civarında o zamanlar salaş dükkanlar vardı, bir yerde çay içtik, birkaç kişiyle sohbet ettik. Efendi, civardaki evinden tek başına gelmişti.
Din alimleri, fakihler, müftüler, mürşidler, tarikat şeyhleri, ilim ve irfan sahipleri cemaatin, halkın içinde olmalıdır. Halk ve gençlik onları görmeli, müşküllerini arz etmeli, bilgilenmeli ve aydınlanmalı, sohbetlerinden yararlanmalıdır.
Eskiden inzivaya çekilmiş olan şeyhler bile vakit namazlarını cemaatle kılarlardı. İmamı Gazali hazretleri Şam'da Emeviye camiinin minarelerinden birindeki bir hücreye kapanmıştı ama ezan okununca çıkıp camiye gidiyor, farz namazları cemaatle kılıyordu.
Şeyh efendi çok yaşlı ve hasta olabilir. Bu takdirde şer'i özrü vardır, cemaate katılmayabilir.
Yahut ülkede çok zulüm ve baskı vardır...
Din-i Mübin-i İslam'da Japon imparatoru Mikado gibi şeyhlik olmaz.
Ulema, fukaha, şeyhler, mürşidler her mezhepten ve meşrebten Müslümanlara ışık saçarlar, onları bilgilendirir ve aydınlatırlar. İskenderpaşa camii imam ve hatibi merhum Şeyh Muhammed Zahid Kotku hazretlerini isteyen herkes camiye gelip görebilirdi. Namazdan sonra Şeyh Efendi bazen bitişikteki meşrutasında özel olarak da görüşürdü.
1970'li yılların sonundaydı, bir gece yatsıdan sonra Alparslan Türkeş Şeyh efendiyi ziyaret etmiş, görüşmüş diye duymuştum.
Gerçek müftülerin kapısı halka kapalı olmamalıdır. Müftiü'l-enam Zembilli Ali efendi hazretleri üst kattaki penceresinden aşağıya iple bir sepet sarkıtırmış. Soru sahipleri o sepete kağıda yazar bırakırmış, efendi bir müddet sonra fetvasını yazılı olarak sepetle indirirmiş.
Osmanlı sarayında haftada birkaç gün Divan toplanır, halk buraya gelir, derdini ve ihtiyacını arz ederdi.
Muzaffer Efendi 1984'te (85'te miydi?) vefat etti. Bendeniz o zaman hapishanedeydim. Serbest olduğum zamanlar haftada bir iki gün efendinin Sahaflar Çarşısı'ndaki dükkanına gider, sohbetini dinlerdim.
Mehmed Zahid efendinin sağlığında sık sık İskenderpaşa camiine giderdim. Efendinin bendenize iltifatı çoktu. Bazen birkaç kişiyle beraber içerdeki dairesine buyur ederdi. Avludan geçerken, bazı radikal gençlerin "Bu münafığın burada ne işi var?.." diye arkamdan homurdandıklarını hatırlıyorum. İstikamet üzere kaldılarsa, mücahitliği terk edip müteahhit olmadılarsa ve namazlarını kılıyorlarsa hakkım onlara helal olsun.
1976'da haftalık Büyük Gazete'yi çıkartacağım zaman üniversiteli gençlerden birine yazı işleri müdürlüğünü teklif etmiştim. Zahid efendiye bağlıymış, gitmiş ona sormuş, şeyh efendi "Bizim Şevket mi, keşke bu müdürlüğü bana teklif etmiş olsaydı?.." diyerek muvafakat etmiş.
Şeyh olmayan değerli cami imamları da vardı. Beyazıt camii imamı Hendekli Abdurrahman Gürses hoca gerçek imamdı.
Sultanahmet camii imamı Gönenli Mehmed Efendi şeyhti, gizli bir hazineydi. Onun mazanne-i kiramdan olduğuna inanırım.
Eskiden muallim (öğretmen) Mahir İz gibi İslam büyükleri de vardı. Kendisiyle 1952'te tanışmıştım. 1969'da yurt dışına çıkıncaya kadar 17 sene sık sık ziyaretine gittim, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde okuduğum yıllarda lütf edip bana nice mektuplar göndermiştir. Defalarca evine gittim, yemeğini yedim, sohbetinde bulundum. Kendisi hem ana, ham baba tarafından seyyidmiş, bu müddet zarfında bir kere bile ben seyyidim, Ehl-i Beyttenim dememiştir. O bir heykel-i mücesseme-i mürüvvet idi. Nur içinde yatsın.
(Anlatılacak örnek hocalar, şeyhler çok. İnşaallah mütebakisi başka bir yazıya...)