Nekrofil (Ölüsevici) Türk ve Kürt Ulusalcılar-1
İşbu yazı başlığının mâna ve muhtevasından, din ü millet, din ü vatan vecibesiyle vazife başında korunmak ve kollamak gereğince öldürmek mecburiyetinde olanları tenzih ederim.
Nekrofili: Fransızca bir psikiyatri terimdir. Kişinin bir ölünün üzerinde cinsî arzularını tatbik etmesi ve bu sapık fiilini ölünün üstünde tekrar tekrar gerçekleştirerek bir fetiş haline getirmesi, bu şenî kötülük etme hastalığını sürdürmeye sürekli istek duymasıdır. Nekrofilinin Osmanlıca’sı: “Duhul-u naaş yahut nebbaşlık, yani cesede ilişmek.”
Nekrofili, yani ölüsevicilik sadece “cinsellikle” ilgili bir davranış değildir. Birçok yazar bu kelimeyi yaşanandan, huzurdan, barıştan nefret edenlerin tavır ve düşünceleri için kullanmışlardır. Türkçe’ye siyasî ve ideolojik bir davranış terimi olarak ölü sevicilik veya ölümseverlik anlamıyla girmiş. Ölüsevicilik, ölüme, çürümeye hayranlıktır ve sürekli öldürmelerin ve öldürülmelerin vukûundan beslenen totaliter düzen hastalığıdır. Ferdî olarak da seri katillerde görülen bir durumdur
Psikiyatrı dışında “nekrofili”, İkinci Dünya Savaşından sonra barış ve demokrasi taraftarlarınca, Avrupa’da savaşı ve saldırganlığı teşvik eden, bu yönde kitle kışkırtıcılığı yapan, ideolojilerinde “ölmek” ve “öldürmek” eylemini “ulusal bir dâva” gibi gösteren siyasî lider ve militanların tavırları için menfî bir sıfat olarak kullanılmış.
Anlaşılan şu ki, nekrofili, yüreğinde insan sevgisi olmayan, kanla, şiddetle, nefretle, düşmanlık paranoyası ile beslenen, bu yönde siyaset yapan, ırkçı, faşist yönetim tarzıyla insanın ferdiyetini yok sayan ve nesneleştirip ideolojik meta hâline getiren bir zihniyettir.
Maksadım, bir psikiyatrı terimi olan “nekrofili” ile Türk ve Kürt ulusalcılarının zihin röntgenini çekmek, Türkiye’ye verdikleri zararın ardındaki paranoyak şiddetin ölüseviciliğe dönüştüğünü göstermektir.
Millete rağmen ideolojilerini ve iktidarlarını militarist usullerle dayatmak, bu uğurda kitlelerin birbirini öldürmesine aldırmadan hâkimiyetlerini sürdürmek isteyen bâzı Türk ulusalcı gruplarla askerî darbecilerin ve Kürt etnikçi siyasîlerle PKK yandaşlarının çizgilerine bakıldığında nekrofilik kıyıcı yüzleri ortaya çıkmaktadır.
“TÜRKİYE, NEKROFİL BAT’ININ YERİNİ ALDI”
Türkiye’nin siyasî ve ideolojik akımlar terminolojisinde bu terimin varlığına rastlanmaz. İlk defa Alev Alatlı, "Viva La Muerte" (Yaşasın Ölüm) adlı romanında kullanıyor. Nekrofili (ölü sevicilik) ve zıddı olan biyofili (hayat sevicilik) kavramlarını Türkiye'nin 60’lı yılları ve 12 Eylül öncesi siyasî ve ideolojik hareketlerinde yer almış prototipler üzerinde isabetli bir şekilde oturtarak romanını yaşanan bir takım gerçekler üzerine kuruyor. Romanında işlediği üç Türk ve Kürt militan nekrofildir. İdeolojilerine âlet ettikleri kitleleri sosyo-kültürel gerçeklerine değil, kendi kurdukları "dâvâ"ları doğrultusunda kışkırtmış ve toplumu birbirine düşman hâline getirmişlerdir. Kucağında yaşadıkları toplumun biyofil, yani yaşatıcı değerlerinin karşısına geçerek ulusalcı ve devrimci “dâva”larını ölüsevicilik cinnetine çevirmişlerdir.
Alatlı’ya göre, “Türkiye, nekrofil Batı’nın yerini aldı, nekrofil ideoloji ve eylemcilerin münbit yatağı haline geldi. Haz duydukları ölüm orada gizlidir. Yani egemen ve iktidar olma arzularında ve ideolojilerinde en önemli bir unsurdur ölüm ve ölüler...”
Doç. Dr. Zühtü Aslan’a göre, “savaş uçakları, füzeler, uzaktan kumandalı uçaklar, her türlü silah ve savaş teknolojisine duyulan hayranlık, canlı olmayanla canlı olanları imha edici gücün yüceltilmesi nekrofilik kişiliğin bir yansımasıdır. Ayrıca insan kontrol edilemeyen aşırı narsizm ve mazoşizm duygusu da bir süre sonra nekrofiliye dönüşebilir. Nekrofilik devlet adamı ve krallar kendilerine ve iktidarlarına tapınırlar. Bu gücün sürekliliği için de insanların ölmesi gerekir. Ulusal menfaatlerde de insanların fert olarak önemi yoktur. Önemli ve hayran olunan, tapınılan ulusalcılık iktidarı yahut oligarşisidir; gerisi birer vasıtadır. Hayatı, yaşanılanı sevmek ve korumak yoktur.”
“ÖLÜMSEVERLİK ZEHRİYLE RUHU KİRLENENLER”
Erich Fromm’a göre, “ölümseverlik eğilimi olan insan yaşamayan, ölü olan, her şeye, cesetlere, çürümüş şeylere, pisliğe kendini kaptıran kişidir. Ölümseverler hastalıktan, cenazeden, ölümden söz etmekten hoşlanırlar. Katıksız bir ölümsever tipine en açık örnek Hitler’dir. Yok etmek, Hitler’i büyülüyordu, ölüm kokusu ona hoş geliyordu. O, en büyük doyumu yalnızca düşmanlarını, Alman halkını, çevresindekileri ve kendini yok etmekten aldığını göstermiştir.
“Ölümseverlik tam bir sapıklık olarak ortaya çıkmaz. Daha az baskın olarak çoğu insanda farkında olmasalar bile vardır. Ölümseverlik ayrıca hâtıralara ve sahip oldukları şeylere şimdiki zamandan ve insan ilişkilerinden daha çok değer verirler. Canlı bir şeyi görmek yerine onu cansız bir forma sokup, onun üstünde hâkimiyet kurmak, saklamak, biriktirmek isterler. Böyle insanlar soğuk insanlardır, sürekli kötü koku alıyormuş gibi bir yüz ifadeleri vardır. Bu tiplerin bir başka adı da ‘Nekromantik’tir; ölümseverlik ve savaş zehriyle ruhu kirlenmiş olanlardır. Psikolojide de ölümseverlik vardır. Bunun adı hem ferdî, hem de sosyal bir şuur altı hâli olarak, felaketi, yangını, savaşı, kitleler hâlinde ölümlerin sürekli olmasını arzu etme duygusudur.
“Bu târife Hitler tamamen uyar. Karıncayı bile öldürmemiş bir insan nasıl oluyor da savaşta onlarca insanı kendi canı pahasına öldürmeyi göze alabiliyor. Hitler ve Stalin tek başına öldürmedi, yok etmedi. Onlar adına öldüren, işkence eden binlerce adamlar vardı. Hitler gibi kurt diye tabir edilen insan figürleri insanların çoğuna kurt gibi davranmaya itmek için dâvanın soyluluğunun ve çiğnenen onurunun intikamının alınması gerek. Hitler, çürümüş bir cesedin başında dikilip kaldığını kendinden geçmiş bir halde bakakaldığını ve oradan ayrılmak istemediğini söylemiştir. Ölümseverler daima kendi büyük ülküleri için öülmseverliği kullanmak ve bu yönde hedef kitlesini kışkırtmak tutkusu içindedirler.”
“ERGENEKONCU ULUSALCILARLA KANDİL’DEKİ ULUSALCILAR NEKROFİL RUH İKİZİDİRLER”
Türkiye’de nokrofilik şiddete ve düşünceye övgü düzen Türk ve Kürt ulusalcılar, birbirine düşman olmaktan menfaat elde eden ruh ikizleridir. Nekrofiliyi yaygınlaştıranlar, metodlarının en başına oturtanlar ve ölenlerin üzerinden iktidar savaşı verenler Türk ve Kürt ulusalcılar değil midir? Türk ve Kürt şovenistlerin, ölümseverliği rantı yüksek bir ulusalcı iktidar aracı olarak görmelerindeki benzerliğin mânası ne olabilir?
Nekrofil Türk ve Kürt ulusalcıların en tehlikeli özellikleri, ölümlerin ve çatışmaların durmasından, taşıdıkları ölüsevicilik hastalığından dolayı rahatsız olmalarıdır. Türk ve Kürt nokrofil güçler ölümlerden hiç rahatsız olmazlar. Onların nezdinde ölmek “örgütün” ya da “devletin itibarlı bir üyesi olmaktır.”
Ergenekoncu darbecilerle Kandil’deki Kürtçü ulusalcılar aynı nisbette nekrofilik kişiliklere sahiptir. İki taraf da gayeleri için ölümlerden menfaat elde ederek ulusalcı şiddetten haz duyan sadistlerdir. Türk ve Kürt ulusalcının en belirgin özelliği öldürme ve ölümlerde “hegemonik” menfaati olduğuna bir ideoloji olarak inanmasıdır.
Türk ulusalcılarının Ergenekoncu, Jitem ve benzeri kollarının, emelleri uğruna câmi bombalamak, kitlelere ateş açmak ve kışkırtmak gibi plânları nekrofilik tavrın en şedidir. Mehmetçiklerin mayına basmasından, PKK’lılarca pusuya düşürülmesinden bencil ve ulusalcı iktidar menfaati sağlamak, bir nekrofilin en bâriz özelliğidir.
Bir nekrofil komutanın, bir Kürt ulusalcı elebaşının en haz duyduğu anlar naklen ölümleri seyretmektir. Şuur altlarına sıkışıp kalan şu hezeyanı çok kusarlar: “Ölüleri çok seviyorum.” Çatışmalarda ölenlerin çoğalması, öldürenlerin artması nekrofil Türk ve Kürt ulusalcının iktidar tutkusu ve benliğinin en kabardığı anlardır.
PKK, ölülerle ve öldürmekle beslenen nekrofil bir örgüttür. Ulusalcı Türk nekrofillerde olduğu gibi, PKK’lı nekrofiller de devamlı başsağlığı dileyecek ortamların oluşmasının varlıklarına güç katacağını düşünürler. Her gün onlarca ölüm vakasının duyulması ulusalcı iktidar ve ideolojilerinin güçlenmesi anlamına gelir. Ölüm oruçları, ölümüne intiharlar, intihar bombacılarının eylemleri iki tarafın da en şenî derecede haz duydukları durumlardır.
TÜRK VE KÜRT ULUSALCILAR ÖLENLERİN TÜKENMESİNDEN KORKARLAR
“Dâvaları” için ölenlerin tükenmesinden hep korkarlar. Ölüme ve öldürmeye tapan Türk ve Kürt ulusalcı nekrofiller, toplumun yaşama sevincini, hayat ve huzur haklarını gasp etmektedirler. İki tarafın da gizli ve açık teşkilâtları ölümseverliği ilâhî buyruk gibi “kutsallaştırarak”, “birkaç arkadaş kendini yaksın, intihar bombacısı olsun” demeyi ideolojilerinin bir vecibesi olarak görürler. A. Turan Alkan’ın ifadesiyle “…hangi örgüte mensup oldukları artık belli değil; hepsinden önemli ve ürkütücü olanı Marksist eylem literatürüne ‘nekrofil’, yani ‘ölümperest’ bir boyut kazandırmış olmalarıdır.”
Ölümü yücelten Türk ve Kürt nekrofiller, yani ölümseverliği ağır psikopatlık derecesine çıkarmış olanlar, eylem ve düşüncelerinde ölenlerin sayısal varlıklarını hedeflerine ulaşmakta en önemli vasıta kabul ederler. Dolayısıyla iktidar olmak düşüncesi Türk ve Kürt ulusalcılarında nekrofiliyle birleşir ve patolojik bir şiddete dönüşür. İki tarafta da ulusalcı iktidar ve ideolojilerinin varlığı için ölmeyi doktrinleştirirler. “Öl ve öldür” gibi nekrofilik sloganları “Türk ve Kürt ulusal dâvası” olarak takdim ederek Türkiye’yi “ölüm tarlalarına” dönüştürmektedirler.
Hasan Sabbah’ın Alamut Kalesi’nde yetiştirdiği ölümperest haşhaşîyyunları gibi Kandil’in nekrofilik laboratuvarlarında üretilen ölüsevici PKK’lıların “dâvan için öldür ve öl” emriyle her türlü katliamları yapmasının ardında zihnî ve ideolojik nekrofil afyonu yatmaktadır.
“EN İYİ TÜRK, ÖLÜ TÜRK’TÜR; EN İYİ KÜRT, ÖLÜ KÜRT’TÜR”
Nekrofil Türk ve Kürt ulusalcılarına göre “en iyi Türk, ölü Türk’tür; en iyi Kürt, ölü Kürt’tür.” Daima “bugün yeni bir cenaze yok mu, ölü yok mu?” bekleyişi içindedirler. Ölenler azaldıkça “hegemonik” varlıkları krize girer. Çünkü dostluğa, barışa, huzura ve medenî olana düşmandırlar.
Türkiye’nin bu hâle gelmesinin tek müsebbibi Türk ve Kürt nekrofillerdir. Askerî ve siyasî darbeciler, “her ne pahasına olursa olsun kan dökülsün, insanlar ölsün, fakat iktidar mutlaka bizde olsun” uğruna sokakları bir anda ölüsevicilerin ve ölenlerin çatıştığı bir arenaya çevirmekten çekinmezler.
Türkiye’de bir kısım siyasî, askerî ve adlî üst sınıf mensubu ulusalcı oligarşi, “hegemonya” kavgasında bir baskı ve iktidar aracı olarak ölüsevicilikten ve şiddet yoluyla ölenlerin çoğalmasından sinsî bir haz duyarlar. Sözde Türk ve Kürt ulusalcı dâvanın yolunda ne kadar çok ölen olursa iktidarlarına gün doğar ve varlıkları öne çıkar.
Ergenekoncu ve PKK’cı nekrofillerin düşünce ve eylemlerinde “kanla arınıp kanla kirlenmenin” fetişizmini yaşarlar. Ölümseverliği kışkırtarak, ölenleri gayelerine vasıta yapmalarında sosyal darvinist yaklaşım vardır. Bu iki nekrofil harekete göre dökülen kan, ulusalcı dâva ve iktidar için dökülen kandır.
Hegemonyaları için ölenler ve öldürenler çoğaldıkça neşelenir, iktidar şehvetleri genişler, nekrofilik hazları artar. Öldürmekten sürekli ideolojik haz duymaya başlarlar ki bu, insanlığın çürümeye başlamasıdır. Kitle ölümlerinin sürekliliğinden aynı şekilde haz duymaları varlıklarını ölümseverlik üstüne kurmalarındandır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.