“Bu Can Tende Oldukça Gurbetteyiz”
“Dünya bir gurbettir, imtihandır, sûrettir, tecelli yeridir” diyen ehl-i irfanın ve ehl-i tefekkürün gurbet sızılarını çekmeye hazır mı gönlünüz?
Hocaefendi gurbeti üçe ayırıyor: “1-Yararlı ârifan gurbeti. Hak erleri dediğimiz ehlullahın gurbetidir ki ünsbillah’la taçlanmış marifet, muhabbet ve iştiyak televvünlü (hâl değiştirme) bir gurbettir. 2-Yararı olmayan ve sahibinin başını duman duman bir musibet gibi tüttüren, ilhad, inkâr ve dâlaletten kaynaklanan ve kabir yolculuğu sürüp gidecek olan gurbet. 3-Ne yararı, ne zararı olmayan gurbet. Anne karnında başlayıp kabre kadar devam eden dünyevî gurbettir. Bu gurbet niyetin hulusu ile sevaplara vesile olması söz konusu olabilir. Ama her ruhta gerekli olan kıvam korunamadığından dolayı, Allah’a açık olmayan sînelerde sürekli bir vesile-i hicrandır.”
“Kırık Mızrab”da gurbet ve garibi anlatırken, onun gözyaşlarını kelimelerinde hissettim: “Gurbetten sılaya dönüşün öncüleri” diyerek şu mısraları yazıyor: “Gurbet içinde gurbet / Yandım bîhuzur oldum / Hasret içinde hasret / Hem boşaldım, hem soldum.”
Gurbetçiliğin içinden çıkamayanlar, onun “ârifler gurbeti Kafdağı’ndan ağırdır. Zira onlar dünyanın en garibi, ahretin de garibidirler. Ehl-i dünya onları sevmez” sözü üstüne tefekkür edip, yaşadıkları gurbeti mâna terazisine koyup tartsınlar.
Gurbetin katmerlisine, yani ağır gurbete “iğtirab” dendiğini yine onun yazısından öğreniyorum: “İğtirab, sırf cismanî, ya hâli ve kalbî ya da her ikisinin birden duyulup hissedildiği muzaaf (iki kat tesirli) bir yalnızlıktır. Cismanî iğtirab, tıpkı gurbette olduğu gibi, yurttan yuvadan, dosttan ahbaptan uzak kalmaktır. Fesat istilâsına uğramış bir zaman diliminde çağın getirdikleriyle boğuşan salih insan ve cehalet girdabına kapılmış bir toplum içinde hakikatâşina bir âlim, gurbet yaşamaktadır.”
Hocaefendi, her kulun gurbetinin farklı, yani vehbî ve kesbî olabileceğini belirtiyor: “Her garibin gurbeti farklı olabilir: Hâlinden, dilinden anlamayan insanların içindeki hâl ehlinin gurbeti, fâsık ve fâcirlerin arasında sâlihlerin gurbeti, mülhid ve münkirlerin karşısında iman ve i’zân ehlinin gurbeti, câhil ve görgüsüzlerin dünyasında ehl-i ilim ve irfanın gurbeti, sûret ve şekil erbâbının arasında mâna ve hakikat erlerinin gurbeti…”
Bu mâna dolu gurbetin hâllerine işâret ettikten sonra “böyle bir gariplik içinde olan sâlik mutlak yalnızlığa düşmez” diyor.
İmam-ı Rabbani’nin, Mektubat’ında yazdıklarını okumadan kimse gurbetin mânasını öğrendim dememeli. Bir dostuna yazdığı manevî gurbetinin derin sızılarını taşıyan mektubundan hülâsa edilmiş tadımlık birkaç cümle gurbete âşina yüreğinizi sızlatmaya yeter kanaatindeyim:
“İşte gece vakti şu garibâne dağlarda kendimi birbiri içinde muhtelif renkli gurbetlerde gördüm. Birincisi: İhtiyarlık sırrıyla akran ve ahbabımdan yalnız ve garip kaldım. Onlar beni bırakıp âlem-i berzaha gittiklerinden neşet eden hazin bir gurbeti hissettim. İşte şu gurbet içinde ayrı bir daire-i gurbet açıldı. Ekser mevcudat (dostlar) beni bırakıp gittiklerinden hâsıl olan şu gurbetten dahi, ruhumu fevkalâde bir gurbette gördüm. Birden fesübhanallah dedim. Bu gurbetlere ve karanlıklara nasıl dayanılır düşündüm. Kalbim feryâtla inledi: ‘Ya Rab. Garibim, kimsesizim, zayıfım, âlilim, âcizim, ihtiyarım…’ Birden nur-u iman, feyz-i Kar’an, lutf-u Rahman imdadıma yetiştiler. O karanlık gurbetleri nuranî ünsiyet dairelerine çevirdiler.”
Aranızda var mı böyle bir gurbeti idrâk edip nura koşan?
Muhyiddin Arabî’ye göre, Hakkel Yakîn olanlar için gurbet söz konusu değildir. Çünkü tasavvufta ruhların esas vatanı bu dünya değil, ruhlar âlemidir: “Asıl Vatan’dan ayrılan ruhlar, dünyada iken gariptirler ve oraya dönmenin hasreti içinde yaşarlar. Ruh, sırrının yolunu takip etmeye koyulunca, nefsi de zorlar ve nefis gurbete düşer. Bu sebeple Hakk’ı arayış gurbet diye isimlendirilmiştir. Hazret-i Peygamberimiz: ‘Hakk’ı talep gurbettir’ buyuruyor. Gurbet veliliğin bir derecesidir. Sahibi de yaratıklardan uzak olan kimsedir. Çünkü o bedence halk içinde olsa da mâna ve sırrıyla onlardan ayrıdır.”
Tasavvufa göre, marifet ve hâl’den uzak kalındığında “Allah’tan gurbet” vücuda gelir. Bu mertebede hissedilen “dehşet ve hayrettir.” Bunun anlamı bir hadis de şöyle açıklanır: “Allah’ım, yalnızlıkta duyulan ızdırabımı gider, gurbetimi artır” buyrulmaktadır.
Ehl-i tasavvuf âlimlerine göre “her türlü gurbetin iksiri, Allah’a kurbettir (yakînliktir.” Bir hadis-i şerif’de “Cenab-ı Hakk nezdinde kulların en sevimlisi gariplerdir. Onlar dini adına halktan uzaklaşabilenlerdir ki, Meryem oğlu İsa ile haşrolunacaktır” buyruluyor.
Dervişlerin hayat tasavvurları bir baştan bir başa gurbet üstüne kurulmuş: “Melâmî derler bize / Gurbet gurbet gider yolumuz bizim / Gurbet gurbet sızar yaşımız bizim / Hasret hırkasını melâmet takmışız / Gurbet gurbet kaynar aşımız.”
Ahmet Yesevi’nin “Hikmetler”inde Hz. Peygamberimizin “garip” sıfatı anlatılır ki, “bu dünyada garibim” diye şikâyet eden ham ervahlar o mübarek kişinin şu mısralarından “garip” olmak neymiş öğrenmelidir: “Medine’ye Resûl varıp oldu garip / Gariplikte mihnet çekip oldu habib / Cefa çekip Yaradan’a oldu karip / Garip olup engellerden aştım işte.”
Hz. Peygamber, Medine’yi Allah’ın Resulü olarak teşrif ettiğinde kainatın en mücerret ve ilâhî gariplik sıfatını da kazanmıştır. Gurbetin çilelerine dayanamayıp asıl mânasına eremeyenlerin Yesevi’nin mısralarıyla çok tâlim etmeleri gerek: “Gurbet değdi Mustafa gibi erenlere / Otuz üç bin sahabe ve yâranlara / Ebu Bekir, Ömer, Osman, Murtaza’ya / Gurbet değdi onlara hem dedim işte / Gurbet değse pişkin kılar çok hamları.”
Bundan böyle bu hikmetlerin sırrına erip “gurbet değen” gariplerden olmaktır muradım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.