Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Yeminlerimiz, andlarımız

Yeminlerimiz, andlarımız

Milletvekili yemini tartışılırken, aklıma, meşhur ayyaşlardan Bekri Mustafa düştü... “Ne ilgisi var” demeden, okuyun bakalım, ilgisi var mı yok mu?
Devir Sultan Dördüncü Murad devri. O zamanın zamanında içki içmek şiddetle yasak...
Bir gün, Bostancılar, meşhur ayyaşlardan Bekri Mustafa’yı sarhoş yakalamışlar. Alıp Bostancıbaşı’nın huzuruna çıkarmışlar.
Bostancıbaşı bir süre Bekri Mustafa’yı azarladıktan sonra, bir şartla serbest bırakacağını söylemiş. Demiş ki, “Ağzına bir daha içki koymayacağına dair and içersen, seni bırakırım.”
Bekri Mustafa tereddütsüz içmiş andı. Derken, bir süre sonra yine sarhoş halde yakalanıp aynı Bostancıbaşı’nın huzuruna çıkarılmış. Bostancıbaşı köpür köpür köpürerek bağırmış:
“Utanmıyor musun? Üstelik bir de ağzına içki koymayacağına dair and içmiştin?”
Bekri Mustafa boynunu büküp şu cevabı vermiş:
“Fukaralıktan efendim; ne bulursak onu içiyoruz!”
Neredeyse bu hikâye yaşanıyor Türkiye’de, çünkü bol miktarda yeminimiz, sürü ile andımız var.
Meselâ ilkokula başladığımız ilk gün “Varlığım Türk varlığına armağan olsun!” diye biten bir and içeriz (Bu “sabah andı” oluyor).
Sonra memuriyete başlarken, and içeriz....
Askerlik yaparken and içeriz....
Milletvekili, bakan, başbakan yahut cumhurbaşkanı olunca and içeriz...
Bu kadar yeminden, and’dan sonra işlerin yoluna girmesi, milletin maküs talihinin değişmesi beklenir ya, asla böyle olmaz. Hiçbir şey değişmez.
Çünkü kendimizi içtiğimiz and, yaptığımız yeminle bağlı saymayız. Bu yüzden çarpılan filan da olmaz. Herkes Bekri Mustafa fıkrasındaki gibi, “Ne bulursam içerim” havası içinde bildiği yolda yürümeye devam eder...
Çünkü sistem laiklik, yani inançlar arasında tarafsızlık ve tercihsizlik üzerine yemin ettiriyor. Herkesin bir inancı olduğu için de kimse kendisini yeminiyle bağlı saymıyor.
Şimdi rahmetli olmuş bir hâkim anlatmıştı...
Anadolu’nun bilmem neresinde hâkimlik yaparken, yalancı şahitliğin çok yaygın olduğunu görmüş. Bir süre araştırma ve soruşturmadan sonra, yalancı şahitliğin yeminin şeklinden kaynaklandığını tespit etmiş. Meğer halk “yemin ederim” demeyi yeminden saymıyormuş.
Bizim hâkim bu problemi nasıl çözmüş biliyor musunuz? Kalın bir kitabı Mushaf kabına koymuş. Birisinin yalancı şahitlik ettiğinden şüphelendiğinde mübaşiri çağırır, “Getir bakalım Kur’an-ı Kerim’i, Kur’an’a el basıp yemin etsin de öyle konuşsun” dermiş. O zaman yalancı şahitte şafak atar, titremeye başlar ve doğruyu söylermiş.
Yani “and” içmek, “yemin” etmek ya da “söz” vermek bizi bağlamaz! İlle de çarpılmaktan korkmamız lâzım!
Kimse o zaman “ne bulursa içeriz” havasında Bekri Mustafa yöntemine yaslanamaz!
İnsan inandığı kitaba el basınca, kolay kolay yalan söyleyemez. Ama o zaman da “irtica” hortlar değil mi?
Oysa ABD, Yunanistan gibi ülkelerde bakanlar, başkanlar ve başbakanlar göreve başlamadan, papazlar gözetiminde İncil’e el basıp yemin ediyorlar, ama “irtica” filan hortlamıyor!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi