Aklım başıma yeni mi geldi?
Arkadaşlar sor(gul)uyorlar: "Yıllarca Türkiye-Suriye birliğinden dem vurup Şam yönetiminin bu yöndeki adımlarını alkışladın. Son aylarda ise durmadan Beşşar Esed ve Baas rejimine yükleniyorsun. Baas rejimi yeni kurulmuş, Beşşar Esed yeni başkan olmuş gibi davranıyorsun. Madem onlara bu kadar garezin vardı, yüklenmek için şimdiye kadar niye bekledin? Aklın başına yeni mi geldi?"
Geçmişte de Baas rejimini ve Beşşar Esed'i eleştirdim. Suriye zindanlarına düşenlerin hal-i perişanına dikkat çektim, Beşşar Esed'in yeşerttiği ümidin hayal kırıklığına dönüştüğünü ifade ettim, muhalefet üzerindeki Baasçı baskıların hiçbir kayıt ve şart altında mazur görülemeyeceğini söyledim, Suriye Eğitim Bakanlığı'nın üniversitelerde peçeyi yasaklamasını ayıpladım vs, vs, vs...
2009 senesinde yazdığım bir yazıdaki şu satırlar yüzünden Suriye'nin Ankara Büyükelçiliği beni Şam'a şikâyet etti:
"1970'li ve 80'li yıllarda İhvan-ı Müslimin teşkilatının Suriye kolu ile Hafız Esed liderliğindeki Baas rejimi arasında şiddetli çatışmalar yaşandı. İhvancıların kökünü kazımaya ahdeden Baasçılar, onların kalesi olan Hama şehrini yerle bir ettiler. Humus ve Halep de korkunç kıyımlara sahne oldu. Binlerce insan öldü. Canını zor kurtaran 100 bin civarında İhvan mensubu Suriye'den kaçıp Yemen, Suudi Arabistan gibi ülkelere sığındı. 40 bin civarında İhvan mensubu ise Suriye zindanlarında 'kayboldu'. Baas rejiminin Suriye İhvanı'nı madde planında ağır bir yenilgiye uğrattığı, hatta darmadağın ettiği kesin. Ne var ki bu zafer kaşınmaya müsait bir yara üzerinde yükselmiştir ve hiç garantili değildir. İhvan çizgisini gönüllerinde yaşatmaya devam eden sayısız Suriyeli'nin Baas rejimiyle 'bir gün mutlaka' hesaplaşma arzusu; bilhassa yakınlarını bombardımanlarda kaybeden, zindanlarındaki yakınlarından 30 yıldır haber alamayan, sürgündeki yakınlarına kavuşmak için yanıp tutuşan Suriyelilerin Baas rejimine duyduğu kin, kuvveden fiile çıkıp Suriye'nin altını üstüne getirmek için bir işaret fişeği bekliyor olabilir. Suriye'nin selameti için bu yara kapanmalı. Cumhurbaşkanı Beşşar Esed, İhvan-ı Müslimin teşkilatına üye olan herkesin idamına hükmeden 49 sayılı yasayı tarihin çöp kutusuna atmaktan başlayarak, Suriye tarihinde yeni bir sayfa açmalı. Cezayir'de devlet kuvvetleri ile İslamcı milisler arasındaki çatışmalarda –ve ilgili derin devlet provokasyonlarında- 200 bin kişi hayatını kaybetti; Cezayir, Suriye'den çok daha büyük acılar çekti; Cezayir devletinin İslamcılarla savaşta uğradığı kayıplar da Suriye devletinin kayıplarından büyük; buna rağmen Cezayir Cumhurbaşkanı Abdulaziz Buteflika devletin hıncını bastırarak İslamcılarla masaya oturabilmiş ve onlarla anlaşarak bir 'toplumsal uzlaşma süreci' başlatabilmiştir. Köklü değişim vaatleriyle geçen ilk iktidar yıllarında sağduyunun adı olarak anılan ve Suriye'yi "Hama" travmasından kurtararak toplumsal barışı teminat altına alması beklenen Beşşar Esed ise bu basiret ve feraseti bir türlü gösteremedi."
Bunlar arşivlerde duruyor, merak eden arayıp bulabilir.
Yine de, evet, genel olarak 'ılımlı' baktım Beşşar Esed'e. Çünkü Baas diktatörlüğünü tasfiye edeceğini, Suriye'deki umumi manzarayı değiştireceğini, bunun için uygun zamanı beklediğini zannediyordum. Uygun zaman "Arap Baharı" ile geldi ve fakat Beşşar Esed devleti ıslah etmek yerine oligarşik diktatörlüğün bekçiliğini tercih etti. Hürriyet ve adalet isteyen halkına alenen ve resmen savaş açtı. Böyle olunca ben de Beşşar Esed'e savaş açtım. Hadise bundan ibaret. Bu kadar basit.
Türkiye-Suriye birliğine gelince: Evet, yıllarca bu davayı savundum; Türkiye ile Suriye ve Türkler ile Araplar arasındaki fiziki / psikolojik duvarların yıkılmasına katkıda bulunmaya çalıştım. Beşşar Esed'in bu davaya yarayan söz ve davranışlarını alkışlamaktan da geri durmadım. Allah'a şükürler olsun ki birlik yönünde bir hayli yol aldık. Yol almaya devam edeceğiz inşaallah.
Suriye Beşşar Esed ile kaim değildir, dolayısıyla Beşşar Esed'e karşı tavrımın değişmesi bu davadan vazgeçtiğim anlamına gelmez. Türkiye hükümetinin Beşşar Esed'e tavır koyması da Türkiye-Suriye bütünleşmesinin bittiği, bu konuda yapılan her şeyin boşa gittiği anlamına gelmez.
Beşşar Esed yönetiminin artık Türkiye'ye güvenmediği ve hatta diş bilediği muhakkak. Baas rejimine başkaldıran Suriyeliler ise Türkiye'yi her zamankinden daha çok seviyorlar. Kanlı diktatörlüğe karşı Türkiye'yi yardıma çağırıyorlar. 'Dış müdahaleye zemin hazırlanmasın' diyen birçok muhalif lider bile 'Türkiye müdahale etsin, bizi bu Baasçı canilerden kurtarsın' diyor. Demek ki Türkiye'yi yabancı bir ülke gibi değil de kendi ülkeleri gibi görüyorlar. Demek ki 10 sene boşa gitmemiş. Demek ki AK Parti hükümetinin Suriye ile "tam entegrasyon" siyaseti damardan girip iliklere işlemiş.
Bu noktadan geriye dönüş ancak Türkiye'nin Suriye Devrimi'ne ihanet etmesiyle mümkün olabilir. Zira devrimciler er veya geç kazanacaktır inşaallah. Baas diktatörlüğü geçici bir sorundur. 'Baasçıları küstürürsek ipler kopar' endişesi yersizdir. Daha evvel de Mısır'daki Hüsnü Mübarek yönetimiyle ilgili olarak yazdım: İnceldiği yerden kopsun, zamanı gelince yeniden bağlanır. Halkı temsil eden yeni bir hükümetle!