Yüzyılın değil yedi yüz yılın iyiliği
Deniz Feneri’nin; “Yüzyılın iyilik hareketi” olarak anılan güzel bir sloganı var. Bu slogan fenere gerçekten çok yakışıyor, ben de severek yeri geldiğinde kullanıyorum.
İçindeki hayırsever duygusunu yardım ederek yaşayanlar, yaptıkları yardımlar yerine ulaştığında, o insanların yüzündeki mutlulukları, gözlerindeki pırıltıları, sözlerindeki umutları göremedikleri için ne kadar büyük bir hayır yaptıklarını göremiyorlar.
Onların yerine; görenler, duyanlar ve bilenler yaşıyor ve anlatmaya çalışıyor. Burada asıl övülmesi gerekenler, teşekkür edilmesi gerekenler, minnet ve vefa borcu ödenmesi gerekenler, Deniz Feneri aracılığıyla muhtaç insanlara elini uzatan hayırseverlerimizdir.
İşte olup bitenleri onların gözüyle izlemeye, anlamaya ve anlatmaya çalışıyorum. Bu sebeple bir kuruş yardımdan, milyonlarca lira yardım yapan herkese eşit bakıyorum ve asıl maddi yardımlarından ziyade, içlerindeki o insani vasfın kaybolmadığına ve yaşadığına şükrederek, geleceğe daha umutla bakabiliyorum.
Bu duygular aklımın etrafında dolaşıp dururken, henüz 14 okuldan üçüncüsünün açılışını yapıyorduk ki, artık öğrencilerin gözlerine ve yüzlerine bakamaz olmuştum. Duygu seli öyle yükselmişti ki, o acındıran ve yardım bekleyen göz ifadeleri, beni gökyüzünde uçurtmasını kaybetmiş ve arayan çocuğa döndürmüştü.
çünkü ilk defa duvarları boyalı bir okulları oluyordu. İlk defa gıcırdamayan masaları vardı, bir ayağının altına taş, diğerininkine tahta koyarak denge sağlayamadıkları sandalyeleri vardı ve daha da önemlisi, eşya kartonlarını duvara çivileyerek yazı tahtası yerine, siyah ders tahtaları vardı. Bu manzara onlar için 21. yüzyılın en büyük gelişmesi ve modernliği idi.
Uzaydan yaratıklar gelmiş gibi, her yeni şeye hayretle bakan gözleri gördükçe, gözlerin bedenlerine yansıyan ifadelerini okudukça, artık çocukları ve öğretmenleri izleyemez olmuştum. Hele öğretmenlerin hali daha vahimdi. Onları anlatmaya dilim varmıyor. Yalvaran gözlerle; “Biz de öğretmeniz ama imkanımız yok” diyen halleri, sözü sükut ettiriyordu.
Duygusal karmaşaya bir türlü son veremediğim bir sırada, tercüman kulağımın dibinde bitti ve “Şu ihtiyar bir şeyler söylemek istiyor dinlemek ister misiniz” dedi. “Hayır” deme şansım yoktu, çünkü her şey öyle birbirine karışmıştı ki, ne söylense dinlerdim. “Olur” dedim ve tercümanımız ihtiyardan anlayabildiklerini aktardı.
İhtiyar, açılış konuşmalarını dinlerken, Deniz Feneri ile ilgili olarak “Yüzyılın iyilik hareketi” sözünü duymuş ve konuşma bittikten sonra bizim tercümanı bularak şunları söylemiş:
“Bu iyilik hareketi, yüzyıllık değil, yedi yüz yıllık bir iyilik hareketidir. Türkler Osmanlıların devamı bir millettir. Dedelerinin dedeleri ve daha öteki dedeleri, dünyaya adaletle hükmetmeye başladıklarında, bu iyilik hareketini de adaletlerinin gölgesinde yapıyorlardı. Yönetimleri altında bulunmayan mazlumlara bile gidiyorlar, ekmek aş götürüyorlardı, huzur isteyene huzur, iş isteyen iş veriyorlardı. Bu hareket, yedi yüz yıllık bir harekettir.”
Evet, doğrusu da buydu. Hakikaten yüzyılın iyilik hareketi ifadesi yerinde olmakla birlikte bu iyilikten beslenen niyete, düşünceye, ikbale, kanaate, samimiyete, inanç ve imana baktığımızda, elbette değil yedi yüz yıllık bir geçmişi değil, 14 asırlık bir geçmişi olacaktır.
Osmanlı Devleti, idaresi altında olan veya olmayan toplumlara hizmet götürürken, 14 asır ötesinden gelen ilahi mesaj doğrultusunda hareket etmiş ve gücü nispetinde altı yüz yıl dünyaya adaletle hükmetmiştir.
Bugün yüzyılın iyilik hareketine katılan hayırseverler de bu gaye ve amaçla hareket etmekte ve karınca kaderince muhtaç insanlara elini uzatmakta. Yeri gelmişken halkımızın ferasetine de vurgu yapmak isterim. Pakistan’ın en büyük derdinin; “eğitimsizlik ve fakirlik” olduğu ortada ama bunu Pakistanlılardan önce bizim milletimizin bilmesi ve yardımlarını ona göre yapması da önemli bir ayrıntı değil mi? İşte Osmanlı ruhu böyle bir şey olsa gerek. Bu ferasete ve ruha şapka çıkarılmaz da ne yapılır?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.