Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Harfler, kelimeler ve mûsıki

Harfler, kelimeler ve mûsıki

Harfler, kelimeler ve notalar, toplumsal karakteristik ögelerdir...
Başka bir deyişle, dil, alfabe ve mûsıki bir milletin toplumsal karakterinin dışa vurumudur...
Bunlar aynı zamanda mimariyle, edebiyatla ve sair sanatlarla bütünlenip bir “estetik anlayış” oluştururlar.
Meselâ Lâtin Alfabesi’ndeki harflerin yapısı, sivri ve köşeli kuleler serpiştiren Batı mimarisine uygundur...
Osmanlı’nın estetik anlayışı da tabiatıyla bir bütündür: Mimarisini yazısından, müziğini minyatüründen, ebrusunu çeşmibülbülünden ayıramazsınız.
Itri’nin bestesi (özellikle de tekbir), Süleymani’yenin kubbesine, ikisi birden sülus yazısına, üçü birden Fikret’in “Su Kasidesi”ne (edebiyata), dördü birden ecdadın resim sanatına (minyatürde perspektif yok diyenler, uzağı da yakın gören yüreklerin perspektifini kavrayamayanlardır), minyatürdeki “tüm öncelikçi”lik anlayışı, Hammâmîzade İsmail Dede Efendi’nin sultaniyegâh bestesine ve hepsi birden Kur’an’ın insanı merkez alıp hayatı onun etrafında örgütleyen estetik anlayışına ne kadar da yakışıyor.
Tanzimat öncesinden başlayarak gelen Batılılaşma süreci içinde, tümün parçaları olan alfabemizden, mimarimizden, musikimizden, kısacası geleneksel sanatımızdan vazgeçmekle, sadece birkaç şeyden vazgeçmiş olmadık, muhteşem bir bütünlüğü de bozduk...
Ya da görkemli bir bütünlükten koptuk! O günden bu yana savruluyor oluşumuzda bu kopuşun rolü yok mu sanıyorsunuz?
Bal gibi de var...
Savruluşlardan kurtulmanın yolu ise geleneksel kimliğimizi özümsemekten geçer.
Geleneksel yapımıza en azından yabancılaşmamız lâzım. Bu ise, o yapıyı oluşturan temel taşları tanımayı gerektirir.
Onlardan biri de Hammâmîzade İsmail Dede Efendi’dir...
Kendisini çok iyi tanımasak bile, bazı besteleri, efkârlı zamanlarımızda dilimize takılı verir:
Ey gül-î bâğ-î edâ
Sana oldum mübtelâ
Gel bana eyle vefâ
Sana oldum mübtelâ
Sevdiğim saydığım
Sana oldum mübtelâ.
Zaman zaman radyolardan, televizyonlardan yüreğimize takılıp bazen dilimizin ucuna kadar çıkan bu ve bundan daha muhteşem bestelerin bestekârıdır, Hammâmîzade İsmail Dede Efendi...
Mûsıki kültürümüzün öncelikli isimlerinden biridir...
Onu bir köşe yazısına kıstıracak kadar saygısız, ya da bir çırpıda anlatmayı deneyecek kadar bilgisiz değilim...
Sadece, onu ve millî karakteristiğimizin önemli öğelerinden sayılması gereken geleneksel musikimize yaptığı katkıları hatırlayıp hatırlatmak istiyorum.
Çünkü bu isimler “sanat” sarayımızın temelleridir. Temelleri ellerimizle yıktığımız için ne doğru düzgün bir musikimiz olabilmiştir, ne mimarimiz, ne de evrensel ölçekte sanatımız...
O gün bugündür sanat ve estetikten yoksun yaşıyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi