Ulusalcılık, liberalizm ve İslamcılık
12 Eylül sonrasında Alparslan Türkeş hapistedir ve bilahare o günlere ait olarak kendisinden şu sözler nakledilir: Biz hapisteyiz ama fikirlerimiz iktidarda! Herhalde 2003 ile 2011 arasını değerlendiren tarihçiler şöyle diyecektir: İslamcılar kadro veya asabiyet olarak iktidarda lakin fikirleri muhalefette idi. Hatta fikirlerinin muhalefette olduğunu söylemek bile zordur. 2003 ile 2011 arasında İslami muhalefet yapmaya bile mecal kalmamıştır. Tam anlamıyla İslami düşünceyi kurutmuştur. AKP rüzgarı öyle sert ve güçlü esmiştir ki, İslami muhalefete yer ve imkan bırakmamıştır. Peki, AKP gömleğini çıkartarak İslami fikirleri terk etti ise hangi fikirlerle iktidarı kuşandı ve yürüttü? 2000 yılında Davos'a çağrılan üç lider vardı. Davos Forumu o yıl ABD'de yapılmıştı. Asil kadroda İsmail Cem ve Kemal Derviş vardı ve yedekten de Recep Tayyip Erdoğan dahil olmuştu. Lakin halkın teveccühü yedeği asil hale getirdi. 28 Şubat sürecinde 12 Eylül'ün tam tersi oldu. 12 Eylül'de hapistekilerin düşünceleri iktidar olurken 28 Şubat sürecinde iktidardakilerin düşünceleri hapis olmuştur. Belki muhalefetin de gerisine düşmüştür. Esamisi okunmaz hale gelmiştir. Bu defa düşüncesini veya ruhunu bırakan İslami asabiyet ise ödünç fikirlerle yoluna devam etmiştir. Acaba ödünç fikirler nedir ve kimindir? Maalesef İslami camia ulusalcı kıskaç ile liberal kıskaç arasında kalmıştır. Ödünç fikirlere bakmak için Türkiye'deki hakim cereyanlara bakmak gerekir. Önce bunun bir analizini yapalım.
Yusuf Akçura, Osmanlı Devletinin temel devlet politikası olarak Osmanlıcılık, Pan İslamizm, Türkçülük olmak üzere üç siyaseti kıyaslayarak incelemiş ve Türkçülüğün kabul edilmesi gerektiğini savunmuştur. Ziya Gökalp da yaklaşık olarak bu tasnifi yapmıştır. Esasında, Akçura burada Türkçülüğe İslamiyetten bağımsız bir değer yargısı biçmiştir. Kendisi İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girerken Kur'an ve Osmanlılık üzerine yemin etmekten imtina etmesi üzerine Cemiyetle ilişkisi kesilmiştir. Dolayısıyla Akçura Türk ulusçularının atasıdır. Günümüzde ulusçuluk dinden bağımsız milliyetçilik anlayışına tekabül etmektedir. Şimdi onun damarı Şu Çılgın Türkler kitabının yazarı Turgut Özakman gibilerle yoluna devam etmekte ve temsil edilmektedir.
Bediüzzaman ise bu vatanda şimdilik dört parti var diyerekten bunları şöyle ayırmış ve saymıştır: Biri Halk Partisi, biri Demokrat, biri Millet, diğeri İttihad-ı İslâmdır. Yusuf Akçura'nın Türkçülük cereyanı olarak nitelediği damarı Bediüzzaman Millet Partisi namıyla anar ve Bediüzzaman'ın andığı Millet Partisi ve temsil ettiği Türkçülük anlayışı İslam içinde mündemiçtir. Bundan dolayı Bediüzzaman Millet Partisi'nin müstakil hareket etmek yerine daima Müslümanların ve ülkenin esenliğini ve dirliğini dikkate alarak çoğunluğa ve Ahrar'lara müzahir olmasını istemiştir. Millet Partisini işlevsel olarak görmüş ve ona müstakil değil, müzahir/destekçi bir pozisyon atfetmiştir. Lakin Bediüzzaman'ın destek verilmesini istediği Ahrar dediği liberaller ise dine taraftardır. Bugünkü liberaller değildir. Ya dindar ya da dine hürmetkar ve taraftardırlar. Bu manada Bediüzzaman Ahrar fırkası olarak Celal Bayar kliği ve anlayışını değil tam dindar olmasa bile dine taraftar ve hürmetkar olan Adnan Menderes çizgisini esas alır. Dolayısıyla Bediüzzaman hem Ahrar hem de Millet Partisi'ni dine barışık olarak görür. Veya olması gerektiğini belirtir. Bundan dolayı 1970'li yıllarda Milliyetçiler tek başlarına anılmaz ve genellikle 'milliyetçi-mukaddesatçı' olarak bilinirlerdi. Türkçülük İslamcılıktan uzaklaştıkça CHP'nin çekim alanına girmiştir. Ahrar veya liberaller de keza İslam'dan uzaklaştıkça küreselciliğin çekim alanına girmiş ve bu topraklara yabancılaşmışlardır.
Günümüzde hem Ahrar anlamında liberaller hem de Ulusalcı olarak anılan Türkçüler dine yabancıdır. Bugün eski İslamcılarla Ahrarlar koalisyona gitmiştir. Asabiyet İslamcılarda ruh ve fikir ise Ahrarlarda kalmış ve temsil edilmektedir. Lakin bugünkü tabloda Ahrarlar da Bediüzzaman'ın tasvir ettiği gibi dindar değil batıcı ve küreselcidir. Yani Halide Edip Adıvar gibi mandacı çizgiyi temsil etmektedir. Cengiz Çandar'ın TESEV adına kaleme almış olduğu son Kürt raporu 90 yıl önce Halide Edip Adıvar ve benzerlerince kaleme alınabilirdi. Tek farkla ki o günkü Kürt raporu Ermeni raporu olurdu. Sonra Siyon damarı taşıyan Halide Edip Adıvar, Yahya Kemal'in ifadesiyle müthiş bir softa düşmanı kesilmiştir. Mamafih Mustafa Erdoğan gibi Bediüzzaman'ın tanımına uygun ve mazhar liberaller de az da olsa hepten yok değil. Bugün dine yabancı ulusalcı damar Türk ve Kürt olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Kürtçü ve İslam'a uzak hatta düşman ulusalcı damar da bu topraklara yabancılaşmış ve küreselci güçlerin kontrolü altına girmiştir. Veya onlarla temas zemini içindedir. Bu bağlamda dinden uzak Ahrarların yani küreselci liberallerin; Cengiz Çandar'ın raporunda olduğu gibi ayrılıkçı ve İslam'a yabancı Kürt ulusalcılarına destek verdikleri görülmektedir! Dolayısıyla liberallerin fikri kılavuzluğu yeniden ülkeyi bir çatallaşma noktasına getirmiştir. İslamcılık düşünce olarak 28 Şubat süreciyle birlikte durdurulmuş ve bunu müteakiben liberaller İslamcı kesimlerin fikri kılavuzları haline gelmiş ve bu da ülkeyi yeniden bir çıkmaz sokağa taşımıştır. 12 Haziran seçimlerinin anlamı budur. Çözüm, durdurulan İslami düşüncenin yeniden harekete geçmesinde ve çift hörgüçlü ulusalcı ve liberal kuşatmayı yarmasındadır. Elbette artık bunu AKP yapamaz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.