Kendi suladıkları bataklığa doğru
Siyasetin çözüm üretme sanatı olduğu sıkça söylenir. Bu idealist tanımın gerçekliğe farklı bir yansıması da var: Siyaset, siyasi aktörlerin çözülme alanıdır.
Çünkü siyaseti yönetmek bazen bıçaksırtı bir nitelik taşır ve böyle kritik dönemlerde siyaseti yönetemeyenler siyaset tarafından yönetilerek çözülmeye doğru giderler. Daha birkaç gün önce bu köşede AKP'nin siyaseti yönetme zorunluluğundan söz etmiştik. Ama iktidar partisinin muhalefetten yana gerçekten olağanüstü bir kısmeti var. Nitekim CHP'nin yarım boykot kararı, siyaseti yönetme açısından öylesine büyük bir zaafa işaret ediyor ki, şu anda seçim olsa herhalde AKP oyu rahatlıkla 55'i bulur. Bu durum iktidarın sorumluluğunu ortadan kaldırmıyor, ama onları büyük ölçüde rahatlatıyor. Dahası söz konusu 'boykot' devam ettiği ölçüde siyasetin konusu CHP olacak ve bu partinin içerden dinamitlenmesine doğru gidilecek. Böylece AKP'yi devirmek üzere rejimin bel bağladığı parti, herkesin gözü önünde kendi intiharına doğru ilerleyecek ve belki de bunu artık kimse yadırgamayacak.
Oysa CHP'nin çıkış noktası muhakkak ki kendilerince belirli bir sağlamlık taşıyordu. Gerçi işin mantığında daha baştan bir gariplik vardı: Geçmişte Erdoğan'ın siyasete taşınması ile bugün Haberal ve Balbay'ın milletvekili olabilmeleri arasında paralellik kuran Kılıçdaroğlu, bunun Meclis'te olabildiğini unutmuş gözüküyordu. Öte yandan herhalde ideolojik açıdan güçlü bir muhalif söylem geliştirdiklerini düşünmüşlerdi. Buna göre 'arkadaşların' yemin etme hakkı gasp edilmişti ve bunu yapan da "iktidar mensuplarının çıkar ve isteklerine göre" karar veren yargıçlardı. Yürütme ile yargıyı özdeşleştiren CHP söylemi, demokratik tepkisini ise yasamaya katılmayarak veriyordu. Diğer bir deyişle yasama da yürütme ile özdeşleşmiş, bir tek parti tahakkümüne ulaşılmıştı. Bunun 'demokrasi' olmadığı açık olduğuna göre CHP'nin boykotu da ancak bir demokrasi ve özgürlük mücadelesi olarak adlandırılabilirdi.
Fazlasıyla yüzeysel ve demagojik olmakla birlikte, bunun birçoklarına işe yarayacak bir siyasi söylem gibi gözüktüğünü anlıyoruz. Ne var ki alınacak sonuç tamamen AKP'nin ne yapacağına bağlı. CHP'yi kurtaracak tek yol, iktidarın gerçekten de herkesi hiçe sayarak başına buyruk gitmesi, önüne konan 'sivil vesayet' imkânını kullanmaya kalkması. Ama AKP yönetiminin 'akılsız' olduğuna dair bugüne dek herhangi bir işaret olduğu söylenemez. Hükümet işbirliği ve konsensüs arayışının kendi hanesine yazılan puanlar olduğunu biliyor. Eğer örneğin anayasa ve Kürt meselesinde AKP uzlaşmaya açık bir tutum ortaya koyarsa, buna icabet etmeyenlerin seçmen nezdinde anlamsızlaşacakları ve siyaset üretimi açısından gayri meşru hale gelecekleri açık.
Dolayısıyla CHP aslında kendi kaderinin dizginlerini AKP'nin eline vermiş gözüküyor. Anamuhalefetin bile kaderinin hükümetin elinde olması ise herhalde tarihsel bir ironi olarak okunmalı. Çünkü bu durum, rejimin sahiplerinin halkın temsilcileri karşısında teslim olmasını, yenilgiyi kabul etmesini ifade ediyor. Görünüşte bir savunma ve mücadele var... Yüzeysel bir bakışla, CHP direniyor... Oysa bu mücadele ve direnmenin niteliği, CHP'yi siyaseten paralize ederken, bu konumunu siyasallaştırarak ayakta kalmaktan başka çaresi olmayan bir partiye dönüştüğünü de kanıtlıyor. Cumhuriyet'i kuran, Meclis'i hayata geçiren partinin bugün Meclis'e girmeyerek 'siyaset' yaptığını sanma noktasına gelmesi, kendi başarısızlığının tescilidir. Eski rejimin taşıyıcı aktörü, demokratik siyasetin kendisine göre olmadığını itiraf ederek, kendince bir 'büyük çatışma' ortamı yaratmaya çalışıyor.
Ne var ki toplum CHP'nin bıraktığı yerde değil... Belki farklı bir ortamda partinin bu gerçeği idrak etmesi ve kendi içinde yüzleşerek dönüşmesi mümkün olabilirdi. Ama ulusalcılıkla zehirlenen bir CHP'nin bu adımı atması son derece güç. Çünkü ulusalcılık onlara Kemalist kökenlerinin ihya edilmesi gibi geliyor, içi boşalmış olan kimliklerine bu sayede özsuyu verildiğini hissediyorlar. İdeolojik boşluk içinde savrulmaları, AKP karşısındaki eziklikle de birleşince, önlerindeki ulusalcı 'davete' kaymalarını doğallaştırıyor.
O nedenle CHP'liler topluma zaaf mesajı veren ve birçoklarının ancak 'gülünç' kelimesiyle adlandırabilecekleri tutumlarının bir tür kahramanlık ve dirayet örneği olduğunu sanıyorlar. Şimdi her geçen gün bu 'gülünçlüğü' kendilerinin de hissedecekleri bir sürece giriyoruz. Bu utancın üzerini örtmek üzere, daha da keskinleşmek zorunda kalacaklar ve toplumun hüzünle gülümseyen gözlerinin önünde, kendi suladıkları bataklığın içine doğru yürüyüşlerine başlayacaklar...