Realist pencere
Öğrencilerime sık sık hatırlattığım bir şey vardır. Hangi konu ve seviyede ders olursa olsun, bütün öğrencilerime, insan kaynaklı her türlü bilgi üretimi projesine uygulanabilirliği olan bir gerçeği tanımak gerektiğini hatırlatırım.
“Doğru hiç bir zaman tek değildir. Tek renk, tek ton, tek ses, her anlamda tekil bir doğrudan bahsetmek mümkün değil. Bakış açınız, perspektifiniz, gözlemlediğiniz ne olursa olsun ona mesafeniz ve bir dizi faktör sizin gerçek olarak tanımladığınız o oluşuma bakışınızı belirleyecektir” derim ve eklerim: “Sınıfın şu köşesinden baktığınızda gördükleriniz, tam karşı köşede, arkada durup da gördüklerinizle aynı olabilir mi hiç?
Uluslararası arenadaki gelişmeleri de aynı mantık silsilesinden açıklayabiliriz. Önce şunu tanımak lazım: Ülkeler insanlar gibidir. Açgözlülük, hırs, kıskançlık gibi zayıflıkları, negatif özellikleri olduğu kadar, yardımseverlik, ahlaklı ve dindar olmak gibi olumlu tarafları da olabilir. Uluslararası arenayı bir yerde birbirleriyle farklı şekillerde iletişim kuran insanlar topluluğu olarak gördüğümüzde, çok kompleksmiş gibi görünen ülkeler arası ilişkileri basite indirgemiş ve gözümüzden kaçabilecek gerçekleri idrak etme imkânına kavuşmuş olabiliriz. Bir çeşit ağaçlara bakmaktan asıl görülmesi gereken ormanı görememe durumuna çözüm getirmek olarak da düşünülebilir yani. Bir başka açıdan da bu kıyaslamada şunu rahatlıkla ifade edebiliriz: insan kompleks bir varlıktır ve insanoğlunun birbiriyle ilişkisi son derece çetrefillidir. Buna karşın ülkeler arası ilişkiler bunun tam tersi bir tablo çizer ve kolayca okunup kodları çıkarılabilir. Uluslararası ilişkilerde ülkelerin tutumlarının bütün çıplaklığıyla gözler önüne serilmesini sağlayan ana unsur benimsedikleri davranış biçimleridir ki biz bunları uluslararası ilişkiler teorileri çerçevesinde okuyoruz.
Bugün içinde yaşadığımız ve hızla küçülen küresel köyün baskın davranış biçimi realizm düşüncesidir. Batı kaynaklı modern bilgi çağının ürünü olan realizm on altıncı yüzyıl düşünürlerinden Venedikli Makyavel’in ürettiği ve dönemin yöneticisi prense verdiği tavsiyelere dayanır. Bir cümle ile ifade etmek gerekirse, güç endeksli davranışı merkeze oturtan bu teori dünyayı gücünüz ne olursa olsun maksimize etme, yani daha da artırmanın yollarını aramayı tavsiye eder. Yani “Elinin altındaki ile yetinme, daha fazlasını iste, hayal et ve gerçekleştirene kadar uğraş ver” der... Realizm nedensellik ilişkisi içerisinde araçlarla ilgilenmez, sadece sonuca kilitlenir ve dünyayı son derece tekdüzeleştirilmiş bir açıdan regüle eder. “Ne kadar gücün varsa o kadar sözün dinlenir, o zaman gücünü en çoğa eriştirmede her yol mübahtır, neden ve nasıllarla ilgilenmek yerine sonuçlara bakmak lazım” der.
Bu duruş ahlaki bir kaygıyı içermez. Yapılan her şey, alınan her tavır son derece pragmatisttir. Normatif bir dünya düzeni kurma derdinde değildir ülkeler, bunun için de karşılık beklemeksizin dayanışma ve yardımlaşma esasına dayanmazlar. Bilakis biraz aba altından sopa göstererek korkutup veya çeşitli belirginleştiricilere yer vererek ödüllendirme teşvikiyle birbirlerini idare ederler. Sonuçta güçlü olan, en çok ihtiyaç duyulan veya ürküp korkulan veya şu veya bu sebeple en ikna edici olmayı başaran kazanır. İşte ABD böyle bir dünya düzeninde realizme dayanan ilişkiler ağının lokomotifi, temel savunucusudur. Peki realizmin bu çirkin yüzüne nasıl olur da dünya katlanır?.. Devam edeceğiz...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.