M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Hesabı Sorulacaktır

Hesabı Sorulacaktır

Hazret-i Ömer "Dicle kenarında bir kurt bir kuzuyu kapsa, ilahî adaletin bunu Ömer'den soracağından korkuyorum" diyerek ağlarmış.

Bu memleketteki bütün haksız, yanlış, adaletsiz işlerden devlet ve hükümet büyükleri birinci derecede sorumludur.

İtilip kakılan, ezilen, hakları yenen yetimlerin...

Kimsesiz âciz ihtiyarların...

Haksız ve lüzumsuz yere birilerine menfaat temini için kesilen ağaçların, ormanların, çalılıkların...

Kirletilen göllerin, ırmakların, nehirlerin...

Düzeni ve dengesi bozulan doğanın...

Gaddarca nesilleri kurutulan, zevk için vahşice avlanan hayvanların...

Tahrip edilen sahillerin...

İşsizlerin...

Ezilenlerin...

Eşitsizlik kurbanı olanların...

Daha nice şeylerin hesabı devlet ve hükümet büyüklerine aittir.

Ben ne yapayım?.. Ben her şeyi kontrol edemem ki... Hangi biriyle uğraşacağım... gibi bahaneler onları sorumluluktan kurtarmaz.

Bir mevkie, makama, memuriyete, başkanlığa, işe ehliyetsiz ve liyakatsiz birinin tâyini vatanın, devletin, halkın sırtına saplanmış bir hançerdir.

İşler ehil ve layık olanlara verilmezse toplum çürür, devlet sarsılır ve çöker, halk perişan olur.

Valilerin, kaymakamların, emniyet müdürlerinin, bürokratların ahlakı, ehliyeti, liyakati Hz. Ömer'inkine yeteri kadar benzemelidir.

Birkaç ay önce öğrendim: Büyük vilâyetlerimizden birinin vâlisi vazife sorumluluğu dolayısıyla tir tir titriyor, yakınlarına ve dostlarına ben bu yükün altından nasıl kalkacağım diye ağlıyormuş. Allah onun işlerini rast getirsin, hayırlı başarılar versin.

Yakın tarihte bu memlekette bazı ehliyetsiz ve canavar bürokratlar görüldü.

Başına geçtikleri kurumları babalarının çiftliği sandılar, yemedikleri halt kalmadı.

Yakın tarihimizde korkunç bir akraba, yâran, dost, hemşehri saltanatı yaşandı.

İçinde saçı bitmedik yetimlerin hakları olan bütçeler ve tahsisatlar (ödenekler) har vurup harman savruldu, bir kısmı zimmetlere geçirildi.

Bütün bu kötülüklerden, o tarihte devletin ve hükümetin başında bulunan zevat sorumludur.

O ekselanslara dünya adaleti diş geçiremez ama ilahî adaletin pençesinden kurtulamazlar.

Dalgın vatandaş parktan geçerken küçük bir ağacın bir yaprağını lüzumsuz yere kopartıyor. Farkında bile değil, parmaklarının arasında ezip biraz sonra yere atıyor... İlâhî adalet işte bu yaprakçığın bile hesabını sorar.

Yolda giderken dikkat etmeyip ezdiğin minik bir karıncanın bile hesabını vereceksin.

Doğru dürüst terbiye etmediğin, küçük canavar çocuğun yazlıkta bir kuş yuvasını tahrip etti. Onun hesabı da senden sorulur.

Yemek yedin, tabakta tam 12 adet pirinç bıraktın, onlar çöpe veya lavabodan lağıma gidecek. Sen bir müsrifsin (savurgansın), sen küfran-ı nimette bulundun, sen hain bir nankörsün, şeytanın arkadaşısın ve israf ettiğin bu pirinçlerin hesabı senden sorulacaktır.

Ah o eski zalim devlet ve hükümet büyükleri!.. Kiminiz öldü, dâr-ı cezayı boyladı, kiminiz ihtiyarladı ateh getirdi. Dünya adaletinden kurtuldunuz ama âhirette Mahkeme-i Kübra'da işiniz yamandır.

O koca kurumun başına ehliyetli birini geçirmemiş; ehliyetsiz, liyakatsiz, hırsız, soyguncu, mürtekib, mürteşi birini getirmiştiniz. Siz bunun hesabını vermeyeceğinizi mi sanıyorsunuz?

Yakın tarihimizde öyle soyguncu nâzırlar görülmüştür ki, makam odalarında bavulla rüşvet ve komisyon parası almışlardır.

Şimdi dâr-ı cezaya intikal etmiş biri vardı, namuslu geçinirdi. Lakin maiyetindeki bazıları deveyi hamuduyla yutmuşlardı.

Ah Selahaddin Eyyubî!.. Allah sana gani gani rahmet etsin. On ülkenin sultanıydın ama öldüğünde şahsî kasanda bir altın dinarın ile birkaç gümüş dirhemin çıkmıştı ve bu para cenaze masraflarına yetişmediği için geri kalanını dostların ve yakınların ödemişti. Sen dünya imtihanını inşaallah başarıyla vermiştin. Ah Ömer ibn Abdilaziz!.. Koskoca bir devletin başındaydın, bir gün zevce-i muhteremene gömleğinin kirli ve eski olduğunu söylemişlerdi. O da yedeği yok ki, yıkayayım demişti.

Ah genç yaşında vefat eden Sultan Ahmed-i Evvel!.. Sultan Ahmed camiinin açılışında, tenkitlerini esirgemeyen bir mürşid yanınıza yaklaşmış, kulağınıza "Sultanım kaftanınız pek ihtişamlı" demişti de siz onu bir kenara çekmiş, kaftanın altındaki çuvaldan dikilme derviş elbisesini göstermiştiniz.

Allah şair Mehmed Âkif'e rahmet eylesin. Birinci Büyük Millet Meclisinde mebus iken İstiklal marşını yazmış, telif ücreti istememişti. Deftere yazıldı deyince mecburen almış ve fakirlere dağıtmıştın. Halbuki onun, o dehşetli Ankara kışında sırtında paltosu yoktu. Evet Dicle kenarında kurdun kaptığı kuzunun, Sakarya nehrinde kütle halinde ölen balıkların, yerleşime açılan çalılıkların, siyanürle zehirlenen arazinin, Samsun'da feci işkencelerle öldürülen köpeğin, zehirlenen kedilerin, içindeki hayvanlarla yakılan ormanların hesabı birilerinden sorulacaktır.

Cenab-ı Hak cümlemizi, verilemeyecek hesapların vebalinden korusun...

* (İkinci yazı)
Edep Yâhu!

Edep Yâhu!.. Tepkinâmeni okudum ve senin namına utandım. İsim vermeden, kimliğini bildirmeden âdice küfür ve hakaret ediyorsun. Böyle bir şey ne Müslümanlığa yakışır, ne insanlığa.

Benim inanç, fikir ve görüşlerimi paylaşmayabilirsin, beni tenkit edebilirsin, bu senin elbette hakkın. Lakin küfür etmeye hakkın yok.

Müslümanlığın kurallarından biri "Büyüklere hürmet etmek, küçüklere şefkat ve merhametle muamelede bulunmaktır."

Ben senden ilim, irfan, ahlak, fazilet bakımından büyük değilim ama yaşça büyüğüm ve sen, beni tenkit ederken edeple, terbiyeyle hareket etmek zorundasın.

İsmini verme, kimliğini gizle ve sonra söv ve say... Bu yaptığın yükseklik midir, alçaklık mı?

Filanca zat senin şeyhin/mürşidin imiş. Vah vah, sana edeb, erkân, terbiye öğretememiş.

Terbiyeli Müslümanlar isim ve kimlik vererek yazarlar. Hele tenkitlerde bu, temel şarttır.

İsim vermenin, kimlik belirtmenin en büyük faydası şudur:

Yazanı daha terbiyeli, daha ölçülü, daha insaflı ve adaletli, kibar olmaya sevk eder.

Özetle şunu diyorsun:

"Benim büyüğüm çok muhterem, çok büyük, çok saygın bir kişidir. Sen kim oluyorsun da onu tenkit ediyorsun!"

Mantıksızın birisin... Ben senin büyüğünün ismini zikr ettim mi? Onu tenkit ettiğimi nereden çıkartıyorsun? Yarası olan gocunur öyle mi?

Senin büyüğün ismet sıfatıyla mı sıfatlıdır, mâsum mudur, günahsız ve hatâsız mıdır?

Aşırı terbiyesizliğin dolayısıyla sana hakkımı helâl etmiyorum.

Bir daha yazarsan, adını ve soyadını ver, kimliğini belirt, hattâ mümkünse telefon numaranı da ilâve et. Terbiyeli, edepli, kibar, nazik, efendi bir Müslüman olduğun anlaşılsın.

Cemaat büyüğünü de göklere çıkartma, sonra bakarsın taş olur başına düşer...

Selamlarımla...

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi