Fitne, Fesat ve Yaygara Medyası
1914 yılındayız. Mevsim sonbahar. Pasifik Okyanusu’nun bir kenarında, ticarî yollardan uzak küçük bir ada. İngiliz sömürgesi. Adada Fransız, Alman, İtalyan, Avusturya kökenli aileler var. Bu beyaz tabaka birbirleriyle iyi görüşüyor. Karşılıklı ziyaretler, ziyafetler, balolar, görüşmeler, konuşmalar. O tarihte adada telgraf ve telefon hattı yok. Telsizler de oraya kadar ulaşamıyor.
Adaya ayda bir kere bir posta vapuru geliyor. Yolcu, mal ve posta getiriyor. Yine yolcu mal, posta alarak ayrılıyor. Vapurun adaya gelmesi oradaki beyazlar için çok mühim bir hadise.
Yine, günlerden bir gün vapur bekleniyor. Nihayet uzakta ufukta önce bir duman görünüyor, sonra geminin yüksek direkleri ve sonra yaklaşıyor yaklaşıyor. Herkes sahilde. Vali üniformasını giymiş. Mösyöler, madamlar, matmazeller...
Vapur sahilden açıkta demirliyor. Sandallardaki kürekçiler vapura doğru hızlı hızlı kürek çekiyor. önce liman reisi çıkıyor. Kaptan sinirli. Liman reisine beni acele valiye götürün diyor. Merdivenleri iniyor, sandala atlıyor, on dakika sonra valiyle karşı karşıyadır. “Sir, sizinle acele ve gizli görüşmem lazım...” diyor. Bir kenara çekiliyorlar. Beş on dakika sonra vali abus bir çehreyle polis müdürünü çağırıyor ve kısa bir zaman zarfında adadaki Almanlar ve Avusturyalılar tutuklanıp enterne ediliyor...
Düne kadar can ciğer yaşamış bu beyazlar şimdi niçin birbirlerine düşman kesilmişlerdir?
çünkü Avrupa’da Dünya savaşı başlamıştır. Bir yanda İngiltere ve Fransa, öbür tarafta Almanya ve Avusturya çatışmaktadır.
Yukarıda anlattığım satırları 1950’li yıllarda yayınlanmış Fransızca “Propaganda” adlı kitabta okumuştum. (Baş tarafında idi...)
1914’ün o sonbahar gününde savaş haberi vapur ile o adaya gitmemiş olsaydı, oradaki İngilizler, Fransızlar, Almanlar, Avusturyalılar kardeşçe, barış içinde, görüşüp konuşarak, arada bir balolar tertipleyerek yaşamaya devam edeceklerdi.
Bugün ülkemizdeki gazeteler ve televizyonlar işte bu anlattığım vapur gibi... Daha açık konuşayım: Fitne ve fesat medyanın başının altından çıkıyor.
Açın gazeteleri, seyr edin televizyonları, haberlerin ve yorumların büyük kısmının barış ve huzur için değil, savaş için, fitne fesat için olduğunu göreceksiniz.
Diyelim ki, önemli bir kurum bir muhtıra yayınladı ve darbe tam tamları çalıyor. Ertesi günü basın ve tv’ler bundan bahs etmeseler ne olur? Balon patlar, tehditler geçersiz olur.
Allah’ın günü toplumu kışkırtıyorlar, kaşıyorlar, kızıştırıyorlar, ortamı geriyorlar.
Bir lisede bir iki öğrenci kalorifer dairesinin bitişiğindeki küçük ve havasız bir odada namaz kılıyormuş. Bizim medya bunu sanki önemli bir habermiş gibi manşetten veya birinci sayfadan verir. Kızıl ve kara bir orkestra da matem marşı çalmaya başlar. Ne günlere kaldık!.. Atatürkçülük elden gidiyor!.. Kalkın en zinde kuvvetler!.. Fidan gibi çocuklarımız namaz kılıyor!..
Türkiye’nin iç barışa, toplumsal uzlaşmaya, huzura ihtiyacı varmış; umurlarında değildir.
Peki bu propagandacılar bu işi niçin yapıyor?
Kimisi ayda 50 bin dolar maaş alıyor.
Kimisi medya kuruluşunun ardında büyük dolaplar çeviriyor.
Kimisi, ülkedeki gizli lobi saltanatını sürdürmeye çalışıyor.
ülke devamlı bir gerginlik içinde olmalıdır.
Halk Türk-Kürt, Sünnî-Alevî, Sağcı-Solcu, Dinci-Laik diye birbirine düşman kamplara ve cephelere ayrılmalıdır.
Böl, parçala ve hükm et...
Türkiye’nin yıllık millî gelirinin yüzde 60’ı iki milyonluk bir Beyaz azınlığın cebine girmelidir.
İç barış ve toplumsal uzlaşma havası içinde bunlar olmaz. öyleyse fitne ve fesada devam.
Bu anlattıklarım yeni değildir. Yakın tarihimiz hep kışkırtma, hep kaşıma, hep habbeyi kubbe pireyi deve etme hadiseleri ile doludur. Bundan yıllarca önce, Arapça gerçek Ezan okuma yasağı sırasında Müslümanın birinin canına tak etmiş, Bursa’da Ulu Camii minarelerinden birine çıkıp yanık bir ezan okumuş. O tarihte televizyon yok. Ertesi günü İstanbul gazeteleri manşetten, sürmanşetten korkunç bir yaygara kopartmışlar. Eyvah eyvah!.. Bursa’da gericilik başkaldırdı. Bir mürteci minareden Arapça Ezan okudu...
Memleket allak bulak... Toplu tutuklamalar. Ezan okuyan gerici apar topar yakalanıp feci şartlar altında sorgulanıyor.
Kışkırtma ve fitne fesada gerekçe olacak bir hadise olmazsa, fitneciler onu bizzat tertipler, sahneye koyarlar.
Maalesef de halk yığınlarımız şartlı refleksli hale gelmiş olup bütün bu tezgahlara gelmekte, tuzaklara düşmektedir.
ülkemizde bin yıl boyunca böyle tezgahlar binlerce defa kurulmaktadır.
Büyük bir orta Anadolu şehrinde iki başörtülü doktor, bir gencin testislerini muayene etmemişler... Aman ne büyük cinayet!.. Günlerce yayın yapıldı, yaygara kopartıldı. Meğerse aslı esası yokmuş. İki kadın doktor tesettürlü değilmiş ve zaten böyle bir vak’a da olmamış... Olmasın, ortalık karışsın, fitne fesat çıksın, huzur bozulsun yeter...
1960’lara kadar devam etti... Dünyanın en ciddî ve ünlü gazetesi The Times, birinci sayfasında ne basardı biliyor musunuz? Bilmiyorsanız tahmin ve tahayyül edemezsiniz. The Times birinci sayfasında “Küçük İlanlar” basardı!..
Gazete dediğin böyle olur. Sansasyon yok, yaygara yok, şamata yok, soytarılık yok...
Bir din görevlisi herhangi bir suç işlemiş... Hemen mal bulmuş mağribî gibi bunu birinci sayfadan verirler.
Bir şehrin belediyesi kız öğrenciler rahatsız edilmesin, sarkıntılığa maruz kalmasın diye kızlara mahsus bir otobüs seferi yapıyormuş. Hemen irtica tam tamları çalınır. Peki, Kudüs’ün ortodoks ve sofu Yahudi mahallelerinde de böyle bir uygulama var, ona niçin kızıp yaygara kopartmıyorsunuz? Aaaa onlar Yahudi, bizden. Hiç Yahudi ile Müslüman bir olur mu?
Kutlu Doğum haftasında birkaç kız çocuğu başları örtülü olarak bir toplantıda ilahî okumuşlar. Aman ne büyük cinayet! Laik Türkiye’de böyle şey olur mu?
Vatandaşın biri resmî nikahtan önce dinî nikah kıydırtmış. Bizim medya feryadı basar. Peki, bazı beş yıldızlı otellerdeki Sabataycı düğünlerinde, gelin ile damat bir odaya alınarak Sazanlar (Sabataycı din adamları) tarafından Sabatay nikahı kıyarken nerelerdesiniz... O nikah laikliğe aykırı olmuyor mu?
Filan profesör Nakşibendî imiş... Size ne!.. Falan profesör veya kodaman Mason, ondan niçin böyle bahs etmiyorsunuz?..
Filan Müslüman, başına fese benzer bir serpuş geçirmiş, gericilik yapmış, inkılaplara aykırı bir iş etmiş... öyle mi? Şapka devrimine asıl ihanet edenler bizzat Atatürkçülerdir. çünkü şapka kanununa göre, her Türk vatandaşı, üniversite profesöründen hademeye kadar şapka giymeye mecburdur. Günümüzün militan, fanatik, su katılmadık devrimcileri niçin şapkalı değil? Silindir şapka, melon şapka, fötr şapka, kolonyal şapka... Onlara en çok kolonyal şapka yakışır...
Tevhide isimli bir kızcağız başında bir eşarp olduğu halde kürsüde bir şeyler okurken önden “in aşşaaa!..” diye bağırtılar duyulmuş. Kız korkmuş ve inmiş... Böylece irtica önlenmiş. Sevsinler...
Bizim fitneci büyük medya bu gibi haberlere bayılır.
Halkın yüzde yetmişi lanet okur. Küçük bir azınlık alkışlar... Fitne fesat sürer durur... Ne zamana kadar?