Eskiden Kimler Vardı, Neler Vardı?
ESKİDEN Osmanlı terbiyesi görmüş çok değerli, çok vasıflı insanlar vardı. Onlar gittiler ve yerleri dolmadı.
Eskiden Fatih ve Süleymaniye sahn medreseleri mezunu icâzetli ulema, fukaha, dersiâmlar vardı. Şimdi onlar yok.
Eskiden sâlihat-ı nisvan vardı.
Eskiden Osmanlı zamanından kalma icâzetli tekke şeyhleri vardı.
Eskiden beyefendiler, hanımefendiler, büyük beyler, büyük hanımlar, küçük beyler, küçük hanımlar vardı.
Eskiden iffet vardı, kaç-göç vardı, hayâ, mürüvvet, vefa, merhamet vardı.
Eskiden Mahir İz vardı.
Üstad Necip Fazıl vardı.
Profesör Ali Fuat Başgil vardı.
Doçent Nurettin Topçu vardı.
Celal Hoca vardı.
Hasan Basri Çantay vardı.
Sultanahmet imamı Gönenli Mehmed Efendi vardı.
Yine aynı camiin imamı Arvasî Şefik Efendi vardı.
Hüsrev efendi vardı.
Ermenekli Safvet efendi vardı.
Yahya Efendi dergâhı şeyhi ve imamı Abdülhay Efendi vardı.
Yer altı camii imamı hâfız-ı şehîr Ali Efendi vardı.
Yahu hangisini sayayım, var oğlu vardı...
Şeyh Zâhid efendi vardı.
Şeyh Sâmi efendi vardı.
Şeyh Muzaffer efendi vardı.
Ulemadan Erzurumlu Ömer Nasuhi efendi vardı...
Eskiden İstanbul kültürü ve medeniyeti vardı.
İstanbul'da şehrîler vardı.
İstanbul âdâb-ı muaşereti vardı.
Eskiden bu şehirde en fazla kullanılan kelimeler evet efendim, teşekkür ederim efendim, estağfirullah efendim idi.
Aha oha yuha muha gibi böğürtüler hoş görülmezdi.
Eskiden şiir vardı, aruz vardı, ebced hesabıyla tarih düşürmek vardı.
Bir milyonluk İstanbul'da hayli küçük perakende mücellit dükkânı vardı, insanlar kitap ciltletirdi.
Nerde eski İstanbul'un ağır şarkıları, nerde bugünkü hafif musiki.
Eskiden tavuklar daha lezzetliydi. Çünkü eskiden bugün olduğu gibi "fabrika tavuğu" yoktu. Eskiden doğal hakikî yumurta yenirdi.
Eskiden balıklar daha çeşitli, lezzetli ve sağlıklıydı. Çünkü denizler kirli ve zehirli değildi.
Eskiden İstanbul'da nefis ve çok kaliteli memba suları vardı. Bunların kimisi kurudu yok oldu, kimisi karıştı, kirlendi, eski nefasetlerini kayb etti.
Eskiden simitler bile daha lezzetli idi.
Eskiden hormon yoktu, yiyecek ve içeceklere karıştırılan yüzlerce çeşit kimyevî madde, aroma, boya yoktu.
Eskiden portakallı gazozlar, portakal reçelinden yapılırdı.
Bahçekapı'da Arpacılar camii aralığında Arnavut dondurmacı sütlü ve vişneli İstanbul dondurması satardı. Şimdi ara da bul.
Eskiden hırsızlık, yankesicilik, muslukçuluk, sahtekârlık yok muydu? Cinayet işlenmiyor muydu? Vardı, hepsi vardı ama terazinin öbür kefesinde başka şeyler vardı. Başka ve iyi şeyler.
Eskiden Müslümanların çoğu yaşlandıkça güzelleşirler, nurları artardı.
Eskiden sabır vardı, tevekkül vardı, tevâzu vardı, kanaat vardı.
Eskiden ekmeğe çok saygı gösterilirdi. Nân-ı aziz...
Yere düşen ekmek parçası çöpe atılmaz, tozu üflenir, temizlenir yenirdi. Peygamber öyle buyurmuştu.
Eskiden Mekke denmez, Mekke-i Mükerreme, Medine denmez, Medine-i Münevvere, Şam denmez, Şam-ı şerif, Kudüs denmez, Kuds-i şerif, Haleb denmez, Haleb-i Şahba denirdi.
Şimdi Müslümanlar Abdülhamid diyor. Eskiden hilafete, millî tarih ve mefahire bağlı terbiyeli Müslümanlar Sultan Abdülhamid Han derdi.
Eksiden babalar beybaba idi.
Bazen câli de olsa edeb, erkan, terbiye, görgü vardı.
Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardı.
İnsanlar yemek yedikleri çanağa tükürmezdi.
Şerir ve şaki de olsa Müslümanlar cami duvarına tebevvül etmezdi.
İnkâr etmiyorum, eskiden de kötülük ve yolsuzluk, irtikab ve irtişa vardı ama bu kadar değildi.
Acaba yanılıyor muyum, eski hırsızlar ve eşkıya bugünküler kadar azgın değildi.
Eskiden bazı eşkıya, zengin mütegallibeden aldıklarının bir kısmını fakirlere dağıtırmış.
Merhum Üstad Refi' Cevad Ulunay, Balçıklı Edhem adlı kitabında, eşkıya çetesi reisinin, öz yeğenini, bir köyde evli bir kadınla ilişki kurduğu için kendi elleriyle vurup idam ettiğini yazar. Olmuş vak'a... Nerede şimdi böyle namuslu eşkıya...
Eskiden dindar subaylar vardı. Mesela bendeniz Ankara Siyasal Bilgiler fakültesinde okurken (1952-56), Yüzbaşı doktor Dursun Aksoy ağabeyimiz vardı. Hanımı tesettürlü idi, misafirlere görünmez, çayı kapıyı arkadan tıkırdatarak beyine verir, o alır dağıtırdı. Dursun bey beş vakit namaz kılardı, Ankara'nın kavurucu yaz sıcağında haftada iki gün nafile oruç tutardı. Dursun bey Şeyh Adanalı Sâmi efendiye bağlıydı. Eskiden camilerde üniformalı, namaz takkeli subaylar görülürdü. Askerî okulların mescidleri vardı. Eskiden de ordu vardı.
Bana nostaljik mi diyeceksiniz? Eyvallah!..
* (İkinci yazı)
Kötü din Âlimleri
DÜNYANIN en kötü tâcirleri dinini ve ebedî saadetini fâni dünya menfaatleri için satanlardır. Ne korkunç bir zarara uğramıştır onlar.
Dünya menfaatleri nelerdir?
Paradır, maldır, makam ve mevkidir, riyâsettir (başkanlık), ün ve alkıştır... Lüks meskenlerdir, lüks yemeklerdir, lüks otomobillerdir, lüks giysilerdir.
Vaktiyle Hindistan'da Ekber Şah adında zâlim ve sapık bir sultan varmış. İslam'ı, Hıristiyanlığı ve Mecusîliği karıştırıp Din-i İlahî adında bozuk bir din türetmiş. Başta Müceddid-i Elf-i Sâni İmamı Rabbanî hazretleri olmak üzere hakikî, rabbanî, 'âmil, muttaqi, muhlis alimler ve fakihler bu zâlim ve sapık sultana cephe almışlar; dinini dünya için satan kötü ve rezil âlimler ise onu alkışlayıp desteklemişler.
Ekfer Şah kendisini destekleyen ve alkışlayan kötü ulemaya ihsanlarda bulunurmuş.
Maalesef her devirde zalimleri ve sapıkları alkışlayan ve destekleyen âlim taslakları mevcut olmuştur.
Gerçek İslam âlimi kesinlikle zâlimleri, zulmü, sapıklığı desteklemez. Canını verir ama dininden tâviz (ödün) vermez.
Diliyle, kalemiyle muhalefet edebilirse eder, yoksa susar ama kesinlikle küfrü ve zulmü tasvib etmez (doğru bulmaz).
Gerçek, muttaki, 'âmil, muhlis, sâlih alimler ve fakihler yeryüzünde Allah'ın şâhitleridir.
Onlar bırakın zâlimleri, âdil sultanları bile övmezler, pohpohlamazlar, onlara yağcılık ve yalakalık etmezler.
Gerçek âlimlerin vazifesi doğru şekilde bilgilendirmek, aydınlatmak, yol göstermektir, lisan ve kalemle emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmaktır.
Onlar, bozuk bir inanç, görüş, düşünce ve uygulama görürlerse tenkit edip düzeltmeye çalışırlar.
Dini, İmanı, Kur'anı, Sünneti, Şeriatı, Tasavvufu âlet ederek zenginleşenler, dünya malı yığanlar iyi âlim değil, kötü âlimdir.
İyi âlimler ve fakihler zâhiddir, yâni dünyaya sırt çevirmişlerdir.
Bu bozuk düzende gerçek âlimlerin, fakihlerin bozukluklara muhalif olmaları gerekir.
Bozukluklara, sapıklıklara, nifaka, şirke, küfre taraftar olmaları, onları övmeleri mümkün müdür.
Küfre rıza küfürdür.
Müslümanlar!..
Kalp gözlerinizi iyi açın ve sakın zâlimleri, fâsık ve fâcirleri, fesatçıları destekleyen, öven, alkışlayan kötü din âlimlerine tâbi olmayın.
Arayın, tarayın ve icazetli gerçek âlim ve fakihleri bulun, onları dinleyin, onlara tâbi olun.
Böyle âlimler ve fakihler sizden para istemezler, menfaat talep etmezler.
Onlar İslam'a ve Müslümanlara yaptıkları hizmetlerin ücretini Allah'tan ister ve bekler.
Dünyada istemezler, âhirette isterler.
Gerçek ulema ve fukahaya tâbi olanlar, onların öğütlerini dinleyenler Mevlâyı bulur.
Kötü ulemaya tâbi olan belâsını bulur.