Türkiye dostlarına ihanet mi ediyor?
Türkiye'nin İsrail ile Suriye heyetlerini İstanbul'da bir araya getirmesi İslam dünyasına yönelik bir ihanet mi? ABD/İsrail cephesinin yakın bölgemizdeki yıkıcı tasarruflarını yaşayan bizler, bunu nasıl yorumlayacağız? Hamas'ın ve Hizbullah'ın yüzüstü bırakılması, İran'ın tecrit edilmesi sürecinde Ankara “Truva Atı” rolünü mü üstlendi?
öncelikle sağlıklı ve ileriye dönük yorumlar için daha çok erken. Ortadoğu'da, dünya kamuoyunun ağır baskılarıyla başlatılan barış görüşmeleri bile çoğunlukla başarısızlıkla sonuçlandı. Filistin'de, Lübnan'da bunun sayısız örneklerini gördük. “Barış”ın mimarları Nobel ödülleri aldı ama o barış hiçbir zaman uygulanamadı. Yıllarca emek verilen diyalog süreçleri bir gecede yerle bir olabildi. Barış görüşmeleri yapılırken katliamlar işlendi. Tehdit hisseden devletler sınırlarının uzağında savaşlar çıkardı. Barış girişimleri acımasız saldırganlıklar için istismar edildi, kullanıldı. Bu bölgede barışın tarihi hiç olmadı. çatışmaların, savaşların, insanlık suçlarının tarih yaptığı bir bölgenin insanlarıyız biz.
Ama bir gerçek hep varoldu: üçüncü bir yol hiçbir zaman olmayacaktı, olmadı da. Barış yoksa savaş vardı. Diyalog olmayacaksa silahlar konuşacaktı. Barış ve diyalog yolları kapatıldığı, sürekli sabote edildiği için krizlerin, savaşın tarihi yazıldı, yazılmaya devam ediyor.
Irak işgal edilmeden önce, Anglo-Amerikan/İsrail ittifakı Irak'ı işgal etmeye hazırlanırken, savaşı engellemek isteyen ülke Türkiye oldu. Iraklı liderleri ikna etmeye çalıştı. Onları Türkiye'ye bile getirdi. Başaramadı. Ama savaşa iştirak etmedi. İşgal sonrası Türkiye'nin oluşturduğu bir platform Irak meselelerinin konuşulduğu tek ortam olarak kaldı.
Yarın Suriye'ye benzer bir tehdit olsa Türkiye aynısını yapacak. Savaşı engellemeye çalışacak. Birkaç yıl önce, Şam sokaklarında alarm vardı, dayanışma çadırları kurulmuştu, insanlar sokaklarda yürüyüşler yapıyordu, “Suriye'nin koruyucusu Allah'tır” afişleri asılmıştı. ABD cephesi, bir an önce bu ülkeyi dağıtmak istiyordu. Türkiye ise, Suriye'nin temkinli dönüşümü için çaba harcadı, işbirliği yaptı, destek oldu. ABD Büyükelçisi, Şam'a gitti diye Türkiye'nin cumhurbaşkanını tehdit ediyordu. Şimdi Türkiye'nin dediği, amaçladığı yere geldik.
Ankara'nın bu girişimlerini bu yüzden önemsiyorum. Belki barış olmayacak, bu süreç bir yere gitmeyecek ama en azından bu sürecin çatışmayı önleyici bir gücü olacak. Irak'tan sonra bir komşumuzun, birlikte yaşadığımız insanların ülkesinin işgali ve iç savaşı yaşamasını, paramparça olmasını, birbirlerini boğazlamalarını istemediğim için, Türkiye'nin “önleyici misyon”unu önemsiyorum. Bağdat'tan sonra Şam'ın da bombalanmasını istemediğim için… Bu bir yenilgi, korku, acziyet değil.
Hamas'ı davet ederek içeride ve dışarıda ağır tepkileri göze alan bir ülke Türkiye. Yarın aynı tutumunu devam ettirecektir. Dahası, yarın bölgede bir başka ülkeye yönelecek saldırı tehditlerine de karşı duracaktır, durmalıdır. çünkü bu bölgede bir ülkenin daha parçalanmasının kendi parçalanması olacağını biliyordur, bilmelidir. Bu, İsrail'le barış değil, savaşın önlenmesi girişimidir. Aksi takdirde, bu konjonktürde küçük bir kıvılcımın bölgesel bir savaşa neden olacağını hepimiz biliyoruz.
Şimdi detaylar verelim;
Kahire'de, Mısır'ın arabuluculuğunda devam eden İsrail-Hizbullah görüşmesinden ateşkes kararı haberleri geliyor. Katar'daki Lübnan anlaşması Hizbullah'ın gücünü daha da artırdı ve İsrail bundan oldukça rahatsız. İsrailli yetkililer, İstanbul sürecinden pek de umutlu değiller. Sadece böyle bir sürecin başlayabilmesini bir başarı olarak görüyorlar. Ancak “Golan'ı verirsek kısa bir süre içinde İran'ı orada, karşımızda bulacağız. İran bizim için birinci derecede stratejik tehdittir” diyorlar. İsrail iç politikası açısından Golan'ın iadesinin zor olduğunu söylüyorlar. İsrail Başbakanlığı da, Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim'in açıklamasını yalanladı. Muallim, “İsrail Golan'ı vermeyi tahahhüt etti” demişti. Yine Suriye'nin hava savunma sisteminden endişe ettiklerini söylüyorlar.
Golan karşılığında İsrail'in talepleri şöyle: Şam yönetimi, İran, Hizbullah ve Hamas'tan uzak duracak. Halid Meşal'i sınır dışı edecek… Bu ne kadar mümkün olabilir? Bu kadar ağır kararlar verebilecek yöneticilerin sonu ne olur, onu da düşünmek gerekiyor.
Şüphesiz bu oldukça uzun vadeli ve son derece zor işleyecek bir süreç. Başarı şansı çok yüksek değil. Ancak krizin etkisini zayıflatmak, krizi erteleme konusunda etkili olabilir.
Bütün bunlardan sonra ön önemli konu İran. İran'ın nükleer çabaları sadece ABD ve İsrail'i rahatsız etmiyor, bölge ülkeleri de tedirgin. Bugün itibariyle Ortadoğu'nun 13 ülkesi nükleer teknoloji elde etmeye doğru yol alıyor. Gerekçe İran… Bunu da bilmek lazım. Suriye-İran ekseni kırılırsa, İran yalnız bırakılırsa, bu başarılabilirse ne olur? İran'a açık bir saldırı gündeme gelebilir mi? ABD ve İsrailli bazı çevreler saldırı için oldukça sabırsız. Ama buna güçleri yeter mi emin değiliz. Daha şimdiden İsrail, “İran'a deniz ambargosu uygulayalım, Basra Körfezin'de İran'ın ticari gemilerini durduralım, havaalanlarına İran devlet adamlarını ve işadamlarını almayalım” türü öneri-ler yapmaya başladı. Ancak, petrol fiyatlarının 135 dolarlara fırladığı bir dönemde bu pek mümkün görülmüyor.
Şuna da emin olmak gerekiyor: Bütün siyasi, diplomatik süreçler sonrasında İran veya bir başka bölge ülkesine yapılacak bir saldırı, hesapları tamamen bozacak, barış arayışlarını sona erdirecek, yapılan anlaşmaları yok edecek, bölgesel direnç saldırıya uğrayan ülkenin yanında olacaktır. Barış ve diyalog sürece, savaş veya saldırı olmadığı zaman anlamlı olacak, aksi takdirde hiçbir işe yaramayacaktır.
Türkiye'nin uzlaşma arayışlarını bir “Truva Atı” rolü çerçevesinde tartışmak elbette mümkün. Ama bölgede barış önerecek tek ülke Türkiye kaldığını bilelim ve bu ülkenin bölgemize yönelik tehditlerinde önünde duracağını umalım…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.