Hukukçunun ağzından çıkan her söz hukuk mudur?

Hukukçunun ağzından çıkan her söz hukuk mudur?

27 Nisan 2007 gecesi belki de herkesin zihnindeki en temel soru, muhtıraya nasıl cevap verileceği idi. Acaba hükümet geçmişteki örnekleri çağrıştıran bir duruşla, o Türkçe özürlü ve ‘sürpriz’ metne cevap vermeden , hiçbir şey yokmuş gibi mi davranacaktı?

Yoksa oturup doğru dürüst bir cevap mı verecekti.

28 Nisan günü beklenen cevap geldi. Hükümet, e-muhtıraya düzgün, ne dediği gayet net anlaşılan bir metinle karşılık verdi.

önemli bir gelişmeydi. Aradan geçen uzun zaman dilimini tekrar aktarmaya gerek yok. Yaşanan gerginliğin sonuçları sandığa doğrudan yansıdı.

Ancak 22 Temmuz sonrasında ortaya çıkan tablo beraberinde şu soruyu da getirdi. Acaba ‘sistem’ kendisini hangi araçlarla savunacaktı?

Doğrusu daha 22 Temmuz öncesinden de ‘yargı’yı işaret edenler vardı. çünkü 367 kararı, yeri geldiğinde ‘yargı’dan bu yönde gelebilecek savunma hattını işaret eden önemli bir gelişmeydi. Ama doğrusu Refah Partisi ve Fazilet Partisi tecrübelerinin ardından en azından ‘kapatma davası’ düzeyinde bir tepkiyi bekleyenlerin sayısı fazla değildi.

önceki gün Yargıtay Başkanlar Kurulu tarafından yapılan açıklama, meselenin hangi boyutlara taşındığını göstermesi açısından kaygı verici. Başka bir deyişle bazı çevrelerin neleri göze aldığını göstermesi açısından ürkütücü.

Kuşku yok ki hükümetten gelen cevap, sözünü eğip bükmeden ortaya koyması ve gösterdiği duruş açısından son derece anlamlı.

Bu cevaptan ‘gemileri yakmak’ ya da ‘iplerin kopması’ gibi anlamlar çıkarmak haksızlık. çünkü bu noktada önce ‘yargı’ üzerinde kurulan baskıyı doğru tanımlamak gerekiyor.

Türkiye’de yargıya yönelik ciddi bir baskı var. üstelik bu baskı kapatma davasıyla birlikte iyiden iyiye de artmış durumda.

Ancak bu baskı, birilerinin anladığından çok farklı.

Kendisini ‘sistem’in sahibi görenler, bir bakıma yargıyı son kale olarak değerlendiriyor. İşler öyle bir noktaya getiriliyor ki, AK Parti’yi kapatmak, adeta ‘ülkeyi kurtarma’ misyonu olarak dayatılıyor. Meseleye bu gözle bakmayanlar, hukukun üstünlüğünü vurgulamak isteyenler, tıpkı son yayınlanan bildiride olduğu gibi ‘cumhuriyetin temel ilkelerini zedelemek’ ya da laikliğe saldırmakla suçlanıyor.

Yargı üzerindeki asıl baskı budur.

Kendisini bu ülkenin sahibi kabul edenler, hukukun ayaklar altına alındığı bir yerde cumhuriyeti nasıl korumayı düşünüyorlar, bilemiyorum.

Ama Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun bildirisi, bugüne kadar yargı üzerinde oluşturulan en ağır baskıyı ve yönlendirmeyi ortaya çıkarıyor. Böyle bir ortamda Anayasa Mahkemesi’nin sağlıklı karar vermesi gerçekten kolay değil.

üzerinizde yargıya dair bir sıfat taşıyor olmanız, sizin her söylediğinizi doğru ve hukuka uygun kılmaz.

Aksine hukuku en derinden yargılayan, onun ruhuna uygun davranmayan hukukçulardır.

Yargıtay Başkanlar kurulu metninde şu ifadeler yer alıyor:

‘Tarih, güdümlü bir yargı ile varlığını sürdürebilen, bireyini güvenli ve mutlu edebilen hiçbir millete ve devlete tanıklık etmemiştir.’

Doğru. Yargının güdümlü olması büyük tehlikedir.

Hele bunu hukuk adına birilerin yapmaya kalkışması, hukukun en temel ilkelerini yok sayıp, ardından ‘ülke elden gidiyor’ kılıfıyla ortaya koyması en büyük tehlikedir.

Hukukçunun ağzından her sözü hukuk kabul etmek nasıl bir anlayıştır.

çözebilene aşk olsun.


Baykal bu işte


CHP Genel Sekreteri önder Sav’ın sözleri çok konuşuldu.

Ancak toplumda infial uyandıran bu sözlerle ilgili CHP Genel Başkanı Deniz Baykal kılını bile kıpırdatmadı.

öyle ‘gün bizim, güneş bizim’ havalarıyla söylenen ‘din bizim, devlet bizim’ sözlerinin ne kadar boş olduğıunu da bir kez daha görmüş olduk.

Yeri geldiğinde İmam Ebu Yusuf fetvaları veren Baykal, bu çirkinlik üzerine doğru dürüst iki laf edemedi.

En azından nezakete aykırıdır, geleneğimizde böyle bir saygısızlık kabul edilemez, diyebilirdi.

Demedi ya da diyemedi.

Sustu, kabullendi ve kendisinin gerçek yerini bir kez daha bize gösterdi.


Kırbaç merakı!


Evet, Ertuğrul özkök.

Indiana Jones filmi üzerinden pek bir maharetle verdiğin mesajı aldık.

‘Bize eli kırbaçlı bir adam lazım.’

üstelik bu yazıyı ABD’den yazıyormuş.

İş daha da manidar hale geliyor.

Her neyse.

Dileriz ki bu ‘eli kırbaçlı adamlar’ kaçak yalıların, iskelelerin, antetli ‘torpil talepleri’nin hesabını sormaz.

Eli kırbaçlı adamların nasıl ufuk açacağı gerçekten belli olmaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi