Bu işlerde Mason parmağı var mı, yok mu?
“çocukluk” dönemleri “köy”lerde geçmiş olan insanlar, gayet iyi bilirler... Bu aylar, “kızıları”ların evlerin veya damların “saçak”larına “petek” yaptığı, “eşekarıları”nın da “kerpiç” veya “briket”ten yapılmış duvarlara “yuva” yaptığı ve artık “yavru”larını beslemeye başladığı dönemlerdir... Bu dönemlerde son derece “hassas” olurlar... “Petek”lerine ve “yuva”larına yönelik en ufak bir saldırıda, kelimenin tam anlamıyla “arı gibi üşüşür”ler!..
“çocukluk” bu ya; işte tam da bu dönemde; biz, onların başına musallat olur ve “rahat”larını bozmaya çalışırdık... Elimize aldığımız bir “kargı” ile peteklerine dokunur veya kargının ucunu deliklerinden içeri sokar, onları kışkırtırdık... Resmen ve alenen “savaşa zorlardık” onları!.. Onlar “saldırı”ya geçtiğinde de, elimizde bulunan bol yapraklı “söğüt” veya “kavak” dalları ile “savunma”ya geçer, denk getirebildiğimiz arıyı da yere sererdik... “Arılara karşı savaş”ta, zaman zaman “arı sokması”na maruz kalırdık...
Bazen, bakla bakla şişerdi vücudumuz... Hemen “sarımsaklı ayran” içer, yine devam ederdik savaşa!..
Evet, “çocuk”tuk o zamanlar... Şimdi olsa yapar mıydık?..
Herhalde yapmazdık.
ARI KOVANINA çOMAK SOKMAK!
Ama, görüyorum ki;
Bizim “çocukluk”ta yaptığımız savaşı, şimdi “koca koca adamlar” yapıyor... Hem de, “kızıları”lar veya “eşekarıları”na karşı değil, “bal arıları”na karşı savaşıyorlar!.. “Siyasî bildiri”ler yayınlayıp, sürekli “arı kovanına çomak sokmak”la meşguller!..
Yargıtay Başkanlar Kurulu da yapıyor bunu, “başkanlarını seçmedikleri” için, henüz “başkansız” oldukları halde “Başkanlar Kurulu” adına bildiri yayınlayan Danıştay da!..
Hem “siyasî bildiri” yayınlıyorlar, hem de “siyasetin susmasını” ve kendilerine cevap vermemesini istiyorlar!..
Hiç olacak şey mi bu?..
Sen “arı kovanına çomak” sokacaksın ama, arılar sana saldırmayacak!.. Mümkün mü böyle bir şey?..
Benim, çocukken “petek”lerine ve “yuva”larına saldırdığım kızılarılar ve eşekarıları nasıl “karşı saldırı”ya geçmişse; sizin “kovan”larına çomak soktuğunuz “bal arı”ları da elbette karşılık verecek!..
çünkü siz;
“Devam eden dâvâ hakkında konuşulmaz” derken ve bu “ilke”ye herkesin uymasını isterken, en önce kendiniz çiğnediniz bu ilkeyi!..
En önce siz başlattınız bu “tartışma”yı... “Bal arıları” kovanlarından çıkıp “çiçek tozu” toplamaya ve dönüp de onları “bal”a dönüştürmeye çalışırken, “kovana çomak sokan” sizlersiniz!..
“Ortalığı kızıştıran” sizsiniz!..
üstelik de, “çocuk” değilsiniz artık...
“Koca koca adamlar”sınız!..
O ZAMANLAR NERELERDEYDİNİZ?
Ama, ne oldu?..
Siz “kovan”lara çomak sokarken, başkaları da sizin “saltanat”ınızı sorgulamaya başladı.
¥ “Yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına o kadar önem veriyorsanız, 28 Şubat’ta Genelkurmay’ın brifinglerini nasıl içinize sindirdiniz?
Yüksek yargı mensuplarının Meclis’e karşı yapılmış gayrimeşru bir müdahalenin faillerinin karşısında ceketlerini ilikleyip saf tutmaları ve darbecilerden brifing almaları hangi bağımsızlık anlayışında yazıyordu?
Neden biriniz çıkıp da; ‘Bir ülkenin halkının bir kısmını “iç düşman” diye niteleyerek hedef almak bölücülük suçudur, halkın bir kesimini kin ve nefrete sürüklemektir, kışkırtıcılıktır’ demediniz?..
¥ “Sahi, 28 Şubat’ta neredeydiniz?.. Şemdinli Dâvâsı’nda Van Savcısı Ferhat Sarıkaya’ya yargısız infaz uygulanırken nerelerdeydiniz?.. 27 Nisan 2007 gecesi Genelkurmay internet sitesinden e-muhtıra yayınlanırken neredeydiniz?..”
¥ “Şemdinli Savcısı’nı iddianame yazdığı için el birliği ile meslekten men eden bir ülkede hukuk var mıdır ki, olup biteni hukuk açısından değerlendirelim?
Şemdinli Savcısı’nın başına gelenlere aldırmamak ama yüzde 47 oy alan bir partiye karşı açılan kapatma davasının iddianamesine hiperaktif bir şekilde arka çıkmak ne kadar tutarlı, ne kadar inandırıcı, ne kadar hukukîdir?..”
GENELKURMAY’DA GöRüŞME OLDU MU?
Evet; medyadaki “yalaka” ve “salako” takımı, Yargı’nın hâlâ “hukuk çizgisi”nde hareket ettiğini iddia ederken, bu ülkenin aydınları, sormaya ve “Yargı”yı sorgulamaya devam ediyor...
Meselâ, Yasemin çongar gibiler diyor ki;
“Sahi, nasıl oluyor da, Yüksek Yargı, demokratik bir ülkede parlamentonun çalışma hızından şikâyetçi olabiliyor?
Nasıl oluyor da, yasa değişikliklerini “engellemekten” bahsedebiliyor?
Yoksa Yargıtay Daire Başkanları sırtlarındakini bir tür kardinal pelerini mi sanıyor?
Türkiye’yi dini ‘laiklik’ olan bir teokrasi, kendilerini de Meclis’in yasama yetkisine müdahale hakkına sahip bir Kardinaller Konseyi yerine mi koyuyorlar?”
Bunlar, “eleştiri” sınırlarını aşmayan ifadeler... Bir de “iddia” ve “itham”lar var ki; bunlar yenilir-yutulur cinsten değil...
Mesela Nazlı Ilıcak, önceki gün soruyordu:
¥ “Sahi yeri gelmişken sorayım: Ergenekon kapsamındaki telefon dinlemelerinde ortaya çıktığı gibi, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, Genelkurmay’da Harekât Başkanı’yla görüşmüş müydü?
Orhan Tunç’un ümit Sayın’a söylediği, “TSK artık muhtıra vermeden darbe yapacak. Danıştay, Sayıştay, Yargıtay aracılığıyla mesaj verecekler. Demokrasiyi yıkmak üzere, demokrasinin yöntemlerini kullanan herkes yok edilecek” cümleleri gerçeği mi yansıtıyordu?
Acaba; Yargıtay muhtırasıyla şimdi, Genelkurmay’a bir zamanlar verilen sözlerin gereği mi yerine getiriliyor?”
LİONS... ROTARYEN VE MASONLAR!
Valla, ne yalan söyleyeyim; Nazlı Hanım’ın yukarıdaki soruları, benim aklıma bir başka soruyu getirdi... O halde, ben de sorayım: Bu “organize işler”de, acaba “masonların payı” ve “rolü” var mı, varsa ne kadar?!?..
Durun, hemen dudak bükmeyin!..
çünkü efendim; bu işleri “AK Parti hakkında kapatma dâvâsı açılması” ve “Bildiri Savaşı” yaşanması merhalesine getiren süreç; ilk önce “Lions”ların, daha sonra “Rotaryen”lerin ve en sonunda da “mason”ların ilân ve bildiri yayınlamaları ile başladı...
Hele hatırlayın 2 Şubat 2008 gününü.
“Kökleri dışarıda” bir örgüt olan Türkiye Lions Kulüpleri Konfederasyonu tarafından Hürriyet Gazetesi’ne verilen ilânda şöyle denilmişti:
“Biz Türk Lionsları, bir siyasi simge olarak algıladığımız türbanın üniversitelere serbestçe girmesini sağlamaya yönelik çabaları üzüntü ile izliyoruz. Bu tutumu cumhuriyetimizin kuruluş amaçlarına, temel değerlerine ve özellikle laiklik ilkesine karşı bir hakaret olarak değerlendirdiğimizi halkımızla paylaşıyoruz.”
Ve, tarih 3 Şubat 2008... Bu defa da “Rotaryenler”den bir ilan ve yine Hürriyet’e:
“Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin Büyük Millet Meclisi’nde başörtüsü ile ilgili kanun ve anayasa değişikliği yapılmış olmasına inanamıyoruz. Atatürk ilke ve devrimlerine ve modern Türkiye Cumhuriyeti’nin laik kazanımlarına bağlılığımızı tekrarlıyoruz.”
Devam edelim... “Arka bahçe”ler tarafından verilen bu ilânlardan sonra; bu defa onların ağababaları olan “mason”lar girdi devreye... “Başörtüsü yasağının kaldırılması”na yönelik girişimler, Avrupa’nın en eski ve en büyük mason locası olan Büyük Doğu’nun (Grand Orient) Paris’teki toplantısında da gündeme gelmişti.
Toplantılardan konuyla ilgili çıkan ana başlıklar şöyleydi:
1- ünversitelerde başörtüsünün serbest bırakılması geriye gidiştir. Laikliğin yeniden tanımlanması yolunda tehlikeli bir gediktir.
2- Başörtüsü “İslâm” değildir, Kur’an’da yer almaz ve sonradan üretilmiştir. örtü, kadınlığı saklıyor. Bunun için İncil’e bakmanız yeterli.
3- Halk, yasağa karşı olabilir; ama kamuoyunun her zaman haklı olduğunu düşünmüyoruz. Halk yanılabilir, demokrasiye karşı çıkabilir.
‘Avrupa tartışmasında masonlar’ konulu toplanıda konuşan Fransa Büyük üstadı Jean-Michel Quillardet, ilginç değerlendirmelerde bulunmuştu... Başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılması için ‘geriye gidiş’ ifadesini kullanan Quillardet, TBMM’den geçen düzenlemenin ‘Türk laikliğinin yeniden tanımlanması yolunda açılan tehlikeli bir gedik’ olduğunu savunmuştu...
AYNISININ TIPKISI İFADELER!
öyle sanıyorum ki;
Bu ifadeler “son derece tanıdık” gelmiştir size!.. çünkü, “Fransız Büyük üstadı”nın ağzından dökülen bu ifadeler; Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya tarafından açılan kapatma dâvâsının “iddianame”sinde de var!..
Ne tuhaf ki;
Benzeri ifadeler, “Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun bildirisi”nde de geçiyor!..
Buyrun; Yargıtay bildirisindeki “başörtüsünün serbest bırakılmasının aleyhinde” olan ifadeyi birlikte okuyalım:
“Söz konusu taslak, laik Cumhuriyet, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı kavramlarıyla çelişmektedir... Toplumun yoğun ve isabetli refleksi, taslağın yasalaştırılması girişiminde duraksama yaratmıştır... Ancak, Anayasa’nın 10 ve 42’nci maddeleriyle ilgili değişiklik engellenemeyen bir hızla yasalaşmıştır.”
Bu benzeşme ve uyum bir “tesadüf” müdür, yoksa “organize işler”den midir?..
Şimdilik, sadece sormakla yetiniyorum...
Soruyor ve cevap bekliyorum:
Bu işlerde “masonların dahli” var mıdır, varsa ne kadardır?!?..
Görüyorsunuz ya;
“çocukluk” çağlarımda başıma “arılar üşüşür”dü!.. Büyünce de, işte böyle “sorular” üşüşüyor!..
Ne yapayım, elimde değil;
Miskin miskin yerimde oturamıyorum işte!..
-------------------
Bu da laikçi baskı!
Vakit'in dünkü sürmanşetinde yer alan haber, özetle şöyleydi: Her Cuma, namazlarını sokaklara serdikleri kartonlar ve savanlar üzerinde, çöpler ve molozlar arasında kılmak zorunda kalan vatandaşlar, Taksim'e yeni bir cami istiyorlar.
Millet "cami" istiyor ama, takan yok... Her nasıl oluyorsa oluyor; bu ülkede "meyhane"ye ve "kerhane"ye yer bulunuyor ama "ibadethane"ye gelince, bahane hazır: "Yer yok!"
Biliyorsunuz Taksim ve Beyoğlu'nda "Cumhuriyet" meyhanesi var, "İstiklal" meyhanesi var ama "cami" yok!.. "Cami arsası üzerine inşa edilen meyhane"yi yıkıp, "tarih"i canlandırmaya kalksanız, hemen bağırırlar: "Dinci baskı!"
Peki be birader, sizin yaptığınız şu edepsizlik ve saygısızlık da "Sarhoş laikçi baskısı" değil mi?..