Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Komutan sopası

Komutan sopası

Aziz abi (Aziz Üstel), Kemal Tahir’in kitaplarını yayınlayan yayınevinin (Bilgi Yayınları’nın) yöneticisi olduğu için bilmem kaç kez içeri alınıp falakaya yatırılmış.

Böyledir...

Bugün anlatıldığında “inandırıcı” bulunmayan ve irrasyonel bir iklimin sür reel olayları gibi algılanan olaylar “aynen” yaşanmıştır.

Bu arada...

Kendisinde “ötekini falakaya yıkma hakkı” gören komutanı da acayip keklemişler... Herhalde, rahmetli Kemal Tahir’in “yıkıcı-bölücü” bir rol ifa ettiğini düşünüyordu.

Hani, “Bunlar komünistti. Bunlar satılmıştı. Türkiye’ye komünizmi getirip vatanı satacaklardı” ya... Aziz abi de bu klişenin narına yandı herhalde...

Devlet adına kalkışan komutan bilmiyor ki, Kemal Tahir’i Kemal Tahir yapan, “kerim devlet” fikriyatıdır.

Bilmiyor ki, bölücü-yıkıcı faaliyetlere karşı, hep “bütünlüğümüzü” savunmuştur.

Bilmiyor ki, Türkçeye harika romanlar armağan etmiştir.

Bilmiyor ki, “görünen”in arka yüzünü kurcalama alışkanlığını kazandırmıştır.

İlle falakaya yıkacaksa, Burgess ne güne duruyor?

Evet, Aziz Üstel, Kemal Tahir’in kitaplarının yayınlayan bir yayınevinde çalışıyordu, falakayı fazlasıyla hak etmişti ama boş kaldığında da “laik ve ulusal bünyemizi” tahrip edecek zararlı kitaplar çeviriyordu.

Mesela, Anthony Burgess’i, “tezek ve motorin edebiyatının” revaçta olduğu yıllarda Aziz Üstel bulup (keşfedip) çevirmiştir.

Dayaklık bir yazardır Burgess de.

Hele, “Otomatik Portakal”ı tam işkenceliktir.

Filmi de yapılmıştır ama kulak asmayın... “Yazı”nın lezzeti daha başka... Bulursanız mutlaka okuyun. Aziz Üstel’e de, bu satırların yazarına da dua edeceksiniz.

Haa, “eş okumalar ve izlemeler” de yapabilirsiniz.

Mesela, önce “Otomatik Portakal”ı, ardından Capote’nin “Soğukkanlılıkla” romanını okursunuz. Sonra da, Seymour Hoffman’ın oynadığı “Capote” filmini izlersiniz.

Hepsi de “komutan”ın dişine göredir. Dayaklıktır yani...

Söylemesi ayıptır, ben de dayak yedim.

Hem de, Kemal Tahir ve Enis Batur yüzünden.

Sene 1981...

Aylardan Şubat.

Darbenin (12 Eylül darbesinin) üzerinden “salimen” beş ay geçmiş.

Bir yerden bir yere gidiyorum.

Daha doğrusu, Elazığ’dan Malatya’ya dönüyorum.

Çantamda Nuri ağabeyin (Nuri Pakdil’in) çıkardığı “Edebiyat” dergisinin nüshaları var... İki adet de kitap: Kemal Tahir’in “Esir Şehrin Mahpusu”, Enis Batur’un o yıl TDK Deneme Ödülü almış ve darbenin lideri Kenan Evren’in övgülerine mazhar olmuş kitabı “Şiir ve İdeoloji...”

Kent girişinde “güvenlik uygulamasına” yakalandım.

Edebiyat dergileri “bildiri”, kitaplar da “yasak yayın” muamelesi gördü.

Ne oluyor demeye kalmadan alıp götürdüler.

İki gün içeride (İkinci Şube’de) tuttular.

İki gün boyunca, “Her Türk bir gün falakayı tadacaktır, her Türk mutlaka Komutan dayağı yiyecektir” sözünü haklı çıkarmak için uğraştılar ve muvaffak oldular.

Soru şu:

Bazı komutanlar ve “Emniyet mensupları”, insanları falakaya yıkma hakkını nerden alıyor?

Neyse ki bunları dile getirebiliyoruz.

Eskiden bu kadarını bile soramazdık.

Bazen çocukları karşıma alıp, “Türkiye’de büyük bir devrim oldu. Çok mesafe kat ettik” diyorum, tuhaf tuhaf yüzüme bakıyorlar.

Onlar anlamıyor ama gerçekten de çok mesafe kat ettik...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi