Dindar ailelerin çocukları da dindar mı?
Dindar ailelerin çocuklarında dine karşı erken doyum oluyor. Bazı dindar ailelerin çocuklarının ailelerinin beklentileri ölçüsünde dindar olmamaları üzerine kafa yoruluyor. Çocuklar, ait olduğu yaş grubunun çok üstünde beklentilerle karşılaşıyor. Fatiha'nın, İhlas'ın yeteceği yerde Yasin'ler, Mülk sureleri ezberletiliyor. Manasını anlayamayacağı şiirlerle süreç devam ediyor. Evlerinde yapılan sohbetlerin değişmez figürü oluyor. 'Hadi oğlum şunu da oku, bunu da oku kızım!' deniyor; sırtları sıvazlanıyor, alkışlar, paralar, hediyeler veriliyor, medh u senalar yapılıyor, her arzu ve istekleri yerine getiriliyor. “Mahrumiyet” ten habersiz yetiştiriliyor. Geçici bir hoşnutluk uğruna kalıcı olması gerekenler de kaybolup gidiyor. Farkında olmadan şımartılıyor çocuklar. Belki de en önemlisi çocukluklarını yaşayamıyor. Sonra gerçekten bunları yapacağı yaşa gelince de, çok önceden bunları yaşadığı için ülfet ve ünsiyetin ürünü olan 'ben zaten biliyorum' havasıyla bıkkınlık ya da tatminsizlikler devreye giriyor." Çoluk-çocuk sahibi olan dindar aileler, çocuklarını istediği gibi yetiştiremeyince (her türlü ihtimama rağmen) “Nerede hata yaptık?” demeye başlıyorlar. O zaman da iş işten geçiyor. Olması gereken dini hassasiyet gösterilmiyor, şuurlu bir dindarlık da elde edilemiyor. Ailelerde aynı yakınma! Sohbete gelmiyor, Kur’an okumuyor, namaz tembeli, bizi dinlemiyor, dini kitap okumuyor, vs. "Neden dindar ailelerin çocukları dine karşı mesafeli oluyor?" dertleri özetleyen özet soru bu. Cevabı belki de erken doyum. Anne-babanın çocuğundan kendi inandığı doğruları kabullenmesi ve uygulamasını istemesi gayet doğal. Ama bunun bir yolu ve yöntemi olmalı. O yol ve yöntem, ilmin ve tecrübenin ulaştığı bütün sonuçları içinde bulundurmalı. Örf ağırlıklı dindarlığın yerini ilmî dindarlık almalı, her şey şifahi kültüre bırakılmamalı. Dinî boşluğu doldurmaya çalışan “Gönüllü Kuruluş”lar bütün iyi niyetlerine rağmen mutlaka nefs muhasebesi yapıp “dinin sabiteleri ile değişkenleri” meselesine kafa yorup kendilerini yenilemeli. Çocuklarına zaman ayıramayan ailelerin kendilerine teslim ettiği yavruların “en büyük emanet” olduğu düşüncesini hiç unutmamalı. "Ben hocamdan böyle gördüm" mantığı, bahsini ettiğimiz bilgi ve tecrübî verilerle çatışıyorsa, terk edilmeli. Çocuk yetiştirme gibi çeşitli ilmi disiplinlerle birlikte ele alınması gereken alabildiğine kompleks bir mesele, doğruluğu alınan sonuçlarla ispatlanan metotlarla yer değiştirilmeli.
Geleneksel aile yapımız ele alındığında bu mevzu özelinde yapılan en büyük hatalardan bir diğeri ebeveynin baskıcı tutumudur. Baskı, er veya geç sonuçları menfi olarak ortaya çıkan yanlış bir tavırdır. Baskı ile bir yere varıldığı, varılsa bile varılan yerde uzun müddet kalındığı görülmemiştir. Aynı şey insan için, insan terbiyesi, insan eğitim ve öğretimi için de geçerlidir. Öyleyse dinî eğitim adına ebeveynin yapacağı ilk şey, kendileri anne-babalarında öyle görmüş bile olsalar, baskıcı tavır ve tutumlara son vermek.
Bu mevzuda yapılan bir başka hata; "ben yapamadım, okuyamadım, ezberleyemedim; bari oğlum-kızım yapsın, okusun, ezberlesin" yaklaşımı. Kendi hasretlerini çocuğunda giderme hali. Bu da diğerleri kadar tehlikeli bir metottur din eğitiminde. Şahsi tatmin adına (şuuraltımızda kalanları gerçekleştirme adına) ölçü ve dengenin kaçırıldığı, muhatabın hissiyat, kabiliyet, yaş ve psikolojisinin ve düşüncelerinin kaale alınmadığı hatalı bir usül bu. Bıktıran, soğutan, kabiliyetleri ortaya çıkaran serbest ortamı yok eden bir usül!
İbadet Eğitiminde de hatalı davrandığımız kanaatindeyim. Çocuğa ibadetin hazzını tattırmak zorla değil sevdirerek olmalıydı. Bu da sorumluluk bilinci taşımaya başladığı temyiz çağından (iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırabildiği yaştan) sonra başlar. Çocukların ibadet eğitiminde a)Bilgilendirme b)Sevdirme-İnandırma c)Bilinçlendirme d)Uygulama sıralaması takip edilemez miydi? Bu sıralamayı tersine çevirip de çocuğa sevdirmeden, bilgilendirmeden ve hepsinden önemlisi şuurlandırmadan meselâ namaz kılmaya zorlarsanız, sadece akıl-baliğ oluncaya kadar kıldırabilirsiniz. Oysaki namaz, akıl-baliğ olunca farz olur. Çocuğa namazın pratiğinden önce şuurunu kazandırmalıydık. Namaz şuuru; “nasıl kılmalı?” sorusundan önce “niçin kılmalı” sorusunun sorulması demektir. Niçin kılması gerektiğine yüreği yatarsa çocuk bulup-buluşturup nasıl kılınacağını öğrenecektir.
Kız çocuklarının tesettürü için de aynı süreç izlenmelidir. İzlenmezse “içi boşaltılmış dindarlık” alır başını yürür.
Din Eğitiminde ibadetlerin pratiği çocuğa kazandırılırken, mutlaka çocuğun özel yapısı dikkate alınmalı ona göre bir “ibadet terbiyesi” stratejisi izlenmelidir. Çünkü her çocuk ayrı bir dünyadır, her insan orijinaldir. İbadet eğitiminde, aşırı aceleci ve erkenci davranmak çocuğun tepkisine, hatta tiksinti ve nefret duymasına yol açabilir. Bunun yaşını, yöntemini, sürecini tesbit etmek anne-babaya düşen bir görevdir. Bu süreci doğru tesbit için de, anne-babanın çok iyi bir gözlemci olmaları şarttır. Bu husustaki hiçbir mazeret geçerli değildir.
Eğitimde disiplinin de, cezanın da belli bir oranda (yemekteki tuz gibi) belli ölçüde bir yeri vardır. Ama ceza, muhataba göre mekân, zaman ve sınır ayarlamasına tâbi tutulmalıdır.
Yaparken yıkmayalım, düzeltirken bozmayalım ve "elinizdeki tek alet çekiç ise bütün sorunlar çivi gibi gözükür" sözünün işaret ettiği yerde durmayalım. Disiplini sevgi ve saygı hamuruyla yoğuralım.
Modern dünyanın çocukları “ana kuzusu” değil, “okul sürüsü” yahut, “ders sürüsü” oldular. Okul ve dersin dışında “başarı” aranmadı. Testler, teknikler, puanlar, notlar, sınavlar, vs. Değerlendirmeler hep bunun üzerinden yapıldı. “Hayırlı evlat” diye bir kavram gündemden düştü. Ya dünyayı kovan bir yapı, yahut ahireti unutan bir başka yapı. Ebeveynler kurdukları ifrat-tefrit salıncağına oturttukları yavrularını sallayıp durdular. Uyuttukları yavrular, uyandıklarında her şey çok geçti artık. “Çocuğun istikbali” hep dünyevî anlayışa kurban edildi. Halbuki bizler çift dünyalı değil miyiz? Çocuklarımızı da çift dünyalı yetiştirmez miydik? Onların hissî, zihnî, fizikî ihtiyaçlarını uygun usul, üslup ile uygun zaman ve zeminde bunları veremez miydik? Yavrularımızın yeteneklerini ortaya koyacağı serbest bir ortam hazırlayarak rehberlikte bulunamaz mıydık? Ehemmi mühime tercih edemez miydik? Yerine göre takdim tehir yapamaz mıydık? İşimizle, gücümüzle, başkalarıyla alakadar olacağımız kadar kendi yavrularımıza vakit ayırarak onlara gereken ilgiyi gösteremez miydik? Yavrularımız, özgüvenli-merhametli-şefkatli yetiştirilerek, varlıkta ve yoklukta infak düşünce ve niyetiyle, paylaşmayı, sabrı-kanaati-şükrü, iç ve zihin dünyalarına yerleştiremez miydik? Yabancı dilden önce kendi diliyle, vahyin dilini öğrettiğimiz, iradesini kullanmayı bilen, sürü değil; şahsiyet olarak onları yarınlara hazırlayamaz mıydık?
Ebeveynler olarak iç dünyamı, yürek yangınımı paylaşmaya çalıştığım şu satırları kafa yorarak, aynı ızdırabı ve aynı sancıları çeken bizler ciddiyetle okuyup hep beraber çareler üretelim. Unutmayalım: Ya çaresiziz, ya da çareBİZiz!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.