Akşam’a sis çöktü
Görülen o ki, üst düzey ordu mensuplarının üniformalarını çıkartmaları, militarist kesimin zihinlerindeki üniformaları çıkartmalarından daha kolaymış! Zihinlere yapışmış üniformaları kazımak ise bundan çok daha zormuş meğer! Hatta imkânsızmış!
Bizim diyarlarda bu durumu, “ağanın malı gider, hizmetkârın canı gider” şeklinde özetlerler. Hakikaten de tuhaf ama varlıklarını efendilerinin varlıkları üzerine ikame eden bu maraba zihniyetler, “ağanın güç ve iktidarını” ağadan çok daha fazla önemserler. Ordu mensuplarının istifaları sonucu ekranları ve gazete sayfalarını kışlalara dönüştürenler de bu tamamen duygusal(!) nedenlerle, ordunun siyaset üzerindeki güç ve iktidarının eksileceği endişesiyle kafayı yemekteler!
Çünkü gerçekte, bu zihinsel olarak sivilleşme engelliler, aynen şu “ağa-hizmetkâr” ilişkisinde olduğu gibi, ordunun siyaset üzerindeki egemenliği sayesinde kazandıkları imtiyazları kaybetmekten endişe etmekteler! Yani orduya sadakatten ziyade çıkarlarını güvence altına alma derdindeler!
Bu yüzden de askeri vesayetin, siyaset üzerindeki etkisinin biraz olsun hafiflemesi karşısında bile çılgına dönüp, sonsuza dek çevrimdışı kalacakları korkusuyla kendilerinden farklı düşünen insanları postallarıyla ezmeye girişecek kadar, kitlesel bir cinnet geçirmekteler!
Ordu ile kurdukları yakınlıklarını meslektaşları üzerinde tehdit ve baskı unsuru olarak kullanmaları, bunun apaçık göstergesidir.
Bu ordu siyaset ilişkisi açısından tarihi gelişme, ordunun kışlalardan tâ gazete sayfalarına kadar taştığının kanıtı olarak kabul edilebilir. Postalcı zihniyetin, kendini sivil topluma karşı neredeyse tanrı gibi hissettiğinin kanıtı...
NAGEHAN ALÇI’YI KİM KORKUTTU?
Akşam Gazetesi’nin üzerine çöken bu Ergenekon aromalı sis, insanın kanını donduracak cinsten! Hakikaten basın ahlakının çivisi çıktı!
Bakın ne diyor Nagehan Alçı: “Bazı ‘rütbeli kalemler’ kendi dönemleri sona erdiği için panikleyip açık açık saldırıya hatta tehdide giriştiler. Hele içlerinden bir tanesi var ki... Beni kendi gazetemden kovmaya kalktı!”
“Bu gazeteyi, temsil ettiği postalcı zihniyetin kalesi gibi görerek ve göstererek beni kimse korkutamaz.”
Şimdi sormak gerekmez mi peki, “Nagehan Alçı’yı kim tehdit etti? Ne ile tehdit etti? Kim korkuttu? Ne ile korkuttu?”
Adaletin, bu tehditkâr şahsa mutlaka hesap sorması gerekmez midir?
İktidarın ise sadece sivil toplumu “halka karşı ordu” boyunduruğundan kurtarması yetmez! Basındaki postalcıların tehditlerine karşı güvence altına alması, koruması da gerekir! Suçluları açığa çıkarmak ve cezalandırmak ise kamu vicdanının mutlak görevidir!
Mezar suskunluğu...
Bakalım Nagehan Alçı’nın bu sözleri karşısında Akşam Gazetesi nasıl bir tutum sergileyecek? Sırtını orduya yaslayarak, kendisi gibi düşünmeyen bir meslektaşını korkutmak suretiyle sindirmeye çalışan bu şahsa, gazete yönetimi ve Akşam ailesi nasıl bakacak?
Bu kötü insana karşı Nagehan Alçı’yı savunacak mı? Yoksa bu şahsın bağlantılarından korkup, taşsız mezarlar gibi susacaklar mı?
Göreceğiz bakalım! Akşam’a çöken bu kesif sis, ne zaman dağılacak?