Asım Yenihaber

Asım Yenihaber

“Teokratik anayasa”dan kurtulabilecek miyiz?

“Teokratik anayasa”dan kurtulabilecek miyiz?

Türkiye’de anayasa bahsi kapanacak mı? Bu bahsin kapanması, gerçek bir millî mutabakat metninin ortaya konulmasına bağlı. Türkiye Cumhuriyeti’nin 1982 Anayasası’nın dikkatli bir okuyuşla, “teokratik” bir sistem ortaya koyduğu görülecektir.

Önce anayasanın meşhur başlangıç kısmına bakalım. “Meşhur” diyoruz, çünkü anayasanın asıl metninde bu başlangıç kısmına atıfta bulunulmaktadır.

Anayasanın “besmele”si mahiyetindeki ilk cümle şöyledir: “Türk vatanı ve milletinin ebedi varlığını ve yüce Türk devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu anayasa, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun inkılap ve ilkeleri doğrultusunda...”

Bu bozuk Türkçe cümle tamamen değer hükümleri ihtiva etmektedir. Değerin kaynağı ise, Atatürk’dür. Dikkat edilsin, bin yıllık vatan, o vatan üzerindeki milleti yaşatan, kimlik veren değerler değil, bir kişiye ait değerler söz konusu edilmektedir.

Atatürk’ün varlığından; anlayış, inkılap ve ilkelerinden bağımsız bir Türk vatanı, Türk milleti ve (yüce) Türk devleti söz konusu olamaz! Dünyanın hiç bir anayasa metninde benzer ibarelere rastlanmaz. Ancak dinî niteliği öne çıkan ülkelerin anayasalarında bu temel değer, esas prensip dine verilmektedir. Bu itibarla, TC anayasası daha birinci cümlesinde dinîliğini ortaya koyan bir metindir.

Başlangıç metninde “laiklik” ve “din” kavramları da geçmekte, fakat, burada yer alan ifade, “öteki din”le, mücadele edilen “din”le, ilgilidir. Öteki din, metne göre, laiklik ilkesi gereği olarak devlet ve siyasetten uzak tutulmaktadır. Öteki dinin devlete ve siyasete karışması yasaklanmıştır çünkü ancak adı konulmamış resmi dinin devlete ve siyasete karışması esastır.

Anayasanın özündeki “din” bütün sistemin temeli olarak kabul edilmektedir. Rejimi ve siyaseti tamamıyla o belirlemektedir. Halbuki, “teokratik” olduğu iddia edilen Osmanlı Devleti’nin ilk anayasasında 11. maddede devletin dininin İslâm olduğu belirtildikten sonra, diğer dinlerin devletin himayesinde olduğu ifade olunmaktadır. Osmanlı Devleti biçimsel olarak laik olmadığı halde, diğer dinlere gereken bütün hakları tanımakta, onların kendilerini ifade etmelerini devletin koruması altına almaktadır.

Anayasa devleti lafzen “laik” olarak tanımlamaktadır. Bu durumda her türlü dini faaliyetin, bu arada dini öğretimin o dinin inananlarına ait bir mesele olması gerekir. Nitekim, bütün gerçek laik ülkelerde, dini öğretim dini topluluklara bırakılmıştır. Halbuki, TC öteki dinin öğretimini kendi kontrolüne almıştır.

24. maddede, din ve ahlâk öğretiminin devletin gözetim ve denetimi altında yapılacağı belirtilmektedir. Bunun ne anlama geldiği, ilk ve orta öğretim din ve ahlâk kitaplarına bakılarak anlaşılabilir. Bu kitaplarda bir taraftan ağırlıklı olarak İslâmla ilgili olmakla birlikte diğer dinlerle ilgili bilgiler verilmekte, fakat, rejimin resmi dininin propagandası da yapılmaya devam edilmektedir.

Rejimin resmi dininin anayasada görünür kılındığı maddelerden biri de eğitim ve öğretim hakkı ile ilgili 42. maddedir. Bu maddede “Eğitim ve öğretim, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılır” denilmektedir. Burada bir açmaz dikkati çekmektedir. Anayasa metninde, sadece, “eğitim çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre yapılır” denilebilirdi. Burada Atatürk ilke ve inkılaplarının zikredilmesi, bu ilke ve inkılapların çağdaş bilim ve eğitim esaslarına tam tetabuk etmediğinin açık bir göstergesidir.

Bir sonraki bendde, “eğitim ve öğretim hürriyeti anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz” ifadesine yer verilmektedir. Anayasaya sadakat bir borç değildir, bu tamamen subjektif/dini bir ifadedir. Anayasaya uymak hukuki bir zorunluluktur. Hukuk dilinde sadakat diye bir kavram yoktur. Hatta anayasaya uymak bir zorunluluk olduğu gibi, onu hukuki yollarla değiştirmeye çalışmak de tabii bir hakdır.

Mevcut anayasada 81. maddede yer alan TBMM üyelerinin yemin metni tamamen dini niteliktedir. Kutsallığın ölçüsü, Atatürk ilke ve inkılapları, yani “kemalizm”dir. Bütün dünyada yemin, dini kitaplar üzerine yapılır. Çünkü kişinin yemine bağlılığı vicdani bir haldir. Vicdani sorumluluklar ancak inançla tanımlanabilir. Bu metinde vicdani bağlılık, kemalizme yönlendirilmiştir. Eğer TC’nin açıkça ifade edilmeyen resmi dini olmasaydı, milletvekilleri kendi inançları üzerine yemin edebilirlerdi.

Türkiye Cumhuriyeti neden tam mânasıyla bir hukuk devleti olamamaktadır, hukukun üstünlüğü neden sağlanamamaktadır? Bunun cevabı, ancak üstünlüğün “resmi din”e verilmesi ile açıklanabilir. Resmi din hukuktan üstündür. Hukuk devleti değil, din devleti esastır! Bütün hukuki metinlerin resmi dine uygun yapılması gerekir, eğer hukukla resmi din çelişirse, resmi dinin ilkeleri geçerlidir!

Daha önce anayasa değişiklikleri gündeme geldiğinde, hep aynı çerçeve korunduğu, yani resmi dine riayet birinci planda tutulduğu için, sonuca ulaşmak mümkün olmamıştır.

Gün bu gündür: Anayasayı teokratik maddelerden temizleyelim! Ancak o zaman gerçek bir anayasamız olur ve din üzerindeki baskılar kalktığı gibi, çoğunluğun dini dışında kalan inanç alanları da hürleşir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Asım Yenihaber Arşivi